14 Eylül 2024 Cumartesi

Avn b. Abdillah'ın Kalpleri Ürperten Duası!



Avn b. Abdillah günahlarını hatırlayıp ağlarken şöyle derdi: Yazıklar olsun bana! Râbbime asi olmadığım hiç bir şey var mı? Yazıklar olsun bana! Verdiği nimetlerle O'na asi oldum. Tadı gitmiş ve vebali kalmış hatadan dolayı yazıklar olsun bana! Onun vebali, bana hiçbir faydaları dokunmayaeak kâtiplerin yazdığı bir kitaptadır. Vah işlediğim kötülüğe! Onlardan utanmadım ve Rabbimi gözetmedim.
Yazıklar olsun! Bu meleklerin benim hakkımda tutmayacakları sevi unuttum, onlar benden gafll olmadıkları halde ben gaflete düştüm. Hayâ etmedim ve Rabbimi gözetmedim! Vah işlediğim kötülüğe! Benim zayi ettiğimi korudular (yazdılar). Y azıklar olsun! Nefsime boyun eğdim ve nefsim bana boyun eğmedi. Yazıklar olsun! Bana ve ona zarar veren şeyde boyun eğdim. Yazıklar olsun nefsime! Ona ve bana fayda verende bana boyun eğmez miydi? Ben onu ıslah etmek isterim, o ise beni bozmaya çalışır. Yazıklar olsun! Ben ona insaf ederim, o bana insaf etmez. Onu doğruya eriştirmeye çağırırım, o beni isyana düşmeye çağırır. Yazıklar olsun! Onu bu konuma indirsem, benim için tam bir düşmandır. Yazıklar olsun! Bugün beni isyana daldırmak ve yarın yakmadan tutmak istiyor. Rabbim! Onu bu şekilde bana musallat etme!
Rabbim! Nefsim bana merhamet etmez, sen merhamet et! Ben onu mazur görüyorum, o beni mazur görmüyor. Hayırda benden nefret ediyor, ben de ondan nefret ediyorum. Şerde o beni, ben de onu seviyorum. Allahım! Beni ondan, onu da benden afiyette kıl ki, ne ben ona, ne de o bana zulmetsin. Ne beni onun eline, ne de onu benim elime bırak. Yazıklar olsun! Kaçınılmaz olan ölümden nasıl kaçarım? O beni unutmadığı halde, ben onu unuturum. Yazıklar olsun! Benim izimi sürmektedir. Ondan kaçsam da beni yakalayacaktır. Yazıklar olsun! Günahımın kalbimi yaraladığını iddia ederim. Fakat ne. vücudum rahatlığı bırakıp ibadete yönelir, ne de gözlerim yaşarıp geceleri uykusuz kalır. Yazıklar olsun! Ben bu durumdayken nasıl uyurum. Benim gibi biri böyle durumda hiç uyuyabilir mi? Yazıklar olsun! Bu şekilde samimiyetsiz olmaktan korkarım. Rabbim merhamet etmezse, vay başıma gelenlere!
Yazıklar olsun! Nasıl gücüm kırılmaz ve biçare düşmem? Rabbim merhamet etmezse vah halime! Nasıl bu ateşi söndürmek için gayret etmem. Eğer Rabbim merhamet etmezse vay halime!
Yazılar olsun! Nasıl hatamı hatırlamak, tembelliğimi gidermez ve onu yok edecek şeye yönlendirmez. Rabbim rahmet etmezse vay halime!
Yazıklar olsun! Nasıl ellerimin yaptığı yaramı deşmez! Rabbim bana merhamet etmezse vay halime, vay halime!
Yazıklar olsun! İlk günahım İkincisini işlememe engel olmaz ve işlediğim son hata ilkiyle birlikte günah kazandığımı hatırlatmaz. Rabbim beni bağışlamazsa halim nice olur, halim nice olur?
Yazıklar olsun! Dilim, kulağım, kalbim ve gözümle yaptıklarım (beni âhiret işinden) alıkoydu. Rabbim beni bağışlamazsa vay halime! Kıyamet gününde Rabbimi göremezsem, beni temize çıkarmaz, bana bakmaz, benimle konuşmaz ise halim nice olur? Günahımdan Rabbimin nuruna sığınırım. Amel defterimi solumdan veya arkamdan almaktan ve bu sebeple yüzümün kara olmasından ve gözümün kör م س س سها O'na sığınırım. Rabbim bana merhamet etmezse halim nice olur?
Yazıklar olsun! Neyle Rabbime karşılık veririm? Elimle mi? Dilimle mi? Kulağımla mı? Kalbimle mi? Gözümle mi? Her birinin aleyhinde delil ve hak isteyeni vardır. Rabbim bana merhamet etmezse halim nice olur? Günahımı hatırlamak nasıl beni meşgul edenlerden uzaklaştırmaz?
Yazıklar olsun ey nefsim! Ne oldu da unutulmayacağı unutursun, yapılmayacağı yaparsın? Bunların hepsi Rabbinin katında sayılır ve eskimeyen kitaba yazılır.
Yazıklar olsun! Kıyamet gününde her nefsin yaptıklarından dolayı hesaba çekildiği ve günahlarının cezasını çektiği günden korkmaz mısın? Ve fani olanı baki olana tercih edersin!
Ey nefsim! Sana yazıklar olsun! Bulunduğun halden uyanmayacak mısın? Hastalandığında üzülüyor, iyileştiğinde günah işliyorsun Fakir olduğunda üzülüyor, zenginlediğinde fitneye düşüyorsun. Sana ne oluyor? Güçlü olduğun zaman azla yetiniyorsun, çalışmaya çağırdığım zaman tembelleşiyorsun. Çalışmadan istediğini görüyorum, öyleyse neden istediğin için çalışmıyorsun?
Ey nefsim! Yazıklar olsun! Neden muhalefet ediyorsun? Dünyada zahidler gibi söz sarf ediyorsun, ama dünyaya rağbet edenler gibi çalışıyorsun.
Yazıklar olsun! Neden ölümden nefret ediyorsun? Neden (Allah'a) boyun eğmiyorsun. Neden dünyayı seviyorsun? Neden amel etmiyorsun?
Ey nefsim! Yazıklar olsun! Razı etmek istemiyor, razı olunmak mı istiyorsun? Kaçınmıyor ve günah işliyorsun! Sana ne oluyor? istediğinde çok istiyorsun da, verdiğinde neden az veriyorsun? Hayatı mı istiyorsun? Ama nimetin gitmesinden * ve Korku anında ta'zim ediyor ve istekte bulunuyorsun. Rahatlık anında ise çalışmada kusur ediyorsun ve amel etmeden âhireti istiyorsun. Tövbeyi geciktiriyorsun. Hakkında “konuşmada usta, ancak çalışmada zorlanıyor” denilen gibi olma. Âdemoğullarının bazıları hastalandığında üzülür, iyileştiğinde kendini güvende zanneder, fakirleştiğinde üzülür, zenginlediğinde fitneye düşer, güçlü olduğunda çalışmaz, istekli olduğunda tembelleşir ve çalışmadan ister. İstediği şey için çalışmaz, zahidler gibi konuşur ve rağbet ehli gibi amel işlemez, işledikleri için ölümden nefret eder geride bıraktıkları için dünyayı sever, istediğinde çok ister, verdiğinde az verir, hayatı ister ve sakınmaz, fazla ister ve şükretmez, istediğinde mübalağa eder, çalışmada tembel davranır ve çalışmadan mükâfat ister. Yazıklar olsun! Ne kadar kandık, ne kadar gaflete düştük ve ne kadar cehalete düştük? Yazıklar olsun! Bizler niçin yaratıldık, bizden ne isteniyor? Yazıklar olsun! (Âhiretimiz için) hangi tehlikeye atıldık? Yazıklar olsun! Kötü amellerle (kendimizi) tehlikeye attık. Biz ne için yaratıldık? Cennet için mi? Yoksa cehennem için mi? Yazıklar olsun! Bizden ne isteniyor ve sanki istenen bizden başkasını ilgilendiriyor? Yazıklar olsun! (Yarın) ağızlarımız mühürlenip ellerimiz konuştuğunda, ayaklarımız şahitlik ettiğinde, gizli işlerimiz ortaya döküldüğünde ve cisimlerimiz (aleyhimizde) şahitlik ettiğinde ne yaparız? Yazıklar olsun! Çok kusur işledik, mazeretimizde, bizi temize çıkaracak bir şey de yoktur. Yazıklar olsun! Emelimiz çok uzun ve yaratıcımıza gitmekteyiz. Rabbimiz bizlere rahmet etmezse vah halimize, vay halimize! Ey Rabbimiz, rahmet et bizlere! Rabbimiz! Sen hikmet, izzet, ikram, şefkat, rahmet sahibisin. Çok yücesin çok yakınsın çok güçlüsün ve çok lütuf sahibisin. Hükmün, beyanın, hilmin ve lütfün çok güzeldir. Sen şükredilensin, ilim, hikmet ve ikram sahibisin. Rabbimiz! Delillerin ne üstün, methin ne çok, kitabın ne kadar açık, azabın ne şiddetli, sevabın ve ihsanın ne çok, övgün ne yüce, imtihanın ne güzel, nimetlerin ne kadar bol, mekânın ne kadar yüce, emrin ne kadar kadim, Arş’ın ne kadar yüce, cezalandırman ne kadar şiddetli, kürsün ne kadar geniş, yarattığın ülkeler ne güzel, kulların ne kadar çok, rızkın ne kadar bol, şükredenin ne kadar fazla, yardımın ne kadar çabuk, yaratıkların ne kadar sağlam, emrin ne kadar güçlü, affın ne kadar nurlu, zikrin ne kadar yüce, hükmün adaletli, sözlerin ne kadar doğru, vaadin ne kadar gerçek ve faydan ne kadar çabuk! Yazıklar olsun bana; durumum ne korkunç ve tehlike ne kadar büyük! Beni bağışla ve taatını tek düşüncem kıl! Cismimi bunun için güçlendir ve nefsimi dünya tutkusundan kurtar! Beni faydalı olanla meşgul et ve bu hâlim geçinceye kadar bana güç ver! Beni tekrar dirilttiğinde ihsan ve rahmet et, kötü sorgudan kurtar ve hesabımı kolay kıl! Zulmüm ve günahım nedeniyle o gün benden yüz çevirme! Nefislerin, kendinden başkasıyla ilgilenmediği o korkunç günün korkusundan beni emin eyle! Başkalarının amellerinin fayda vermediği o günde beni amellerimden faydalandır! Rabbim! Beni yaratan ve annemin karnında bana şekil veren sensin. Nesil nesil müşriklerin sulbünde dolaştırıp, merhamet edilecek ümmetin sulbünden çıkarttın (yarattın). Allahım! Bana rahmet et, îslâm nimetiyle ikram ettiğin gibi taatını ihsan et! Yaşadığım sürece sana asi olmaktan uzak kıl! Gizli yanlarımı açığa vurma ve günahlarımın çokluğuyla beni utandırma. Ey beni yaratan! Sen noksanlıklardan münezzehsin. Sen bütün gizli işlerimi bildiğin halde huzuruna hangi yüzle çıkarım ve Sana bakarım? Dilime mühür vurduğun ve azalarıma yaptıklarımı söylettiğin zaman Sana nasıl özür beyan ederim? Ey beni yaratan! Ben sana tövbe eder ve tövbemin kabulünü gözlerim. Tövbemi kabul et, duamı kabul et, gençliğime merhamet et, sapmalardan uzak tut, anlayışsızlığımı bağışla. Hatalarımı açığa vurup beni rezil etme. Ey beni yaratan! Sen noksanlıklardan münezzehsin. Sen yardım isteyenlerin yardımcısı ve âbidlerin göz nuru, zahidlerin sevdiğisin. Yardım isteyebileceğim tek kişi Sensin. Gençliğime merhamet et. Tövbemi kabul ve duamı kabul et. Yapmış olduğum günahlardan dolayı beni rezil etme. Ey Rabbim! Resûlün Muhammed’e (sallallahu aleyhi vesellem) indirdiğin Kitab’ı bana öğrettin. Sonra gördüğün gibi Sana isyan ettim. Sen beni gördüğün ve indirdiğin Kitab’da yasakladığın halde Sana isyan ettiğim için benden daha kötü kimdir?
Ey Rabbim! Eğer günahlarımı ve isyanlarımı hatırlayacak olsam yaptıklarımdan dolayı gözlerime uyku girmez. Ben sana tövbe ediyorum, tövbemi kabul et. Sana iman edip Senden başka ilah olmadığını kabul etmeme rağmen beni Cehennem ateşine yakıt yapma. Beni, annemi ve babamı, bütün Müslümanları rahmetinle bağışla. Ey Âlemlerin Rabbi! Duamı kabul et!” 

Avn b. Abdillah b. Utbe

Hilyetu'l Evliya 3/360

27 Ağustos 2024 Salı

Bir Hristiyan ile Ciddi Bir Diyalog



Soru
Ben Hristiyan bir öğrenciyim, sitenizi gözden geçirdim ancak aşağıdaki ifadelerin doğru olup olmadığını öğrenmek istiyorum.

-İslam’da cennet; sadece içki, müzik ve kadınlardan ibarettir. Böylece cennete varmak İslam’ın beş şartına uymak ve bunlardan uzaklaşmakla olur.

-İslam’da kurtuluş için bir garanti yoktur. “Bu yolu takip et! Kurtuluş Allah’tandır.” deniliyor. Cennete giriş ve kurtuluş için bir garanti yoktur. Hristiyanlıkta ise Mesih İsa gönderilmiş, bizim günahlarımızı temizlemek için çarmıha gerilmiş ve bizim için bir kurtuluş olmuştur. İslam’da ise Mesih’e inanmakla bir garanti elde edilmiyor. Bilakis herkes, yaptığı eylemine göre sorumlu tutulur.

-Müslümanlar kendilerini insanlar arasında seçkin kişiler görüyorlarsa neden dinlerini yaymıyorlar? Müslüman olma şansını yakalamayanların günahı nedir?

-Doğduğumda Hristiyan değildim. Ayrıca Hristiyan olmak isteyen anında olabilir. İslam’da ise her isteyen hemen Müslüman olmaz.


Cevap:

Allah’a hamd olsun.

İslam dinindeki meselelere ilişkin açıklama talep etmenizi takdirle karşılıyoruz. Ayrıca yazdığınız konuların tartışılması dolayısıyla algıların düzeltilmesinin gerçeğe ulaşmanın ve ona ikna olmanın bir yolu olacağını umuyoruz.

Cennet nimetleri sadece vücudun duyularıyla mı hissedilecek?
“İslam’da Cennet; sadece içki, müzik ve kadınlardan ibarettir.” düşüncesi doğru değildir. Zira cennet nimetleri sadece duyusal değil, bilakis kalpte oluşacak huzur ve rıza ile ilgili olup yüce Allah’a yakın olmakla olacaktır. Hatta tartışmasız en büyük nimet, yüce Allah’ı görmektir. Nitekim cennet ehli, yüce Allah’ı gördüklerinde bulundukları tüm nimetleri unutacaklardır. Oysa o nimetler de her canın çektiği, her gözün zevk aldığı nimetlerdir. Cennette hiç çirkin ve kötü bir söz işitilmez, hiçbir nefis işlediği güzel ameller karşılığında kendisi için neler hazırlandığını bilmez. Böylelikle cennet nimetleri sadece bahsettiğinizle sınırlı olmayıp çok daha geniş kapsamlıdır.

İslam’da kurtuluş, sadece yasakları terk etmekle mi gerçekleşir?
Kurtuluşun; sadece yasak olan hususları yapmamakla olduğunu düşünmek, yanlıştır. Zira İslam’da kurtuluş sadece yasaklardan sakınmakla gerçekleşmez, bununla birlikte vacip olan hususları yerine getirerek gerçekleşir. Ayrıca cennetin tüm nimetleri dünyada Müslümanların sakındığı hususlardır demek de doğru değildir. Nitekim cennette nimet olarak bilinen evlilik, dünyada mubahtır. Nar, incir vb. meyveler cennet nimetlerinden olduğu gibi dünyada mubahtır. Süt ve bal gibi içecekler cennet nimeti olduğu gibi dünyada mubahtır. Ancak zararlı bir husus içeren haram bir yiyecek veya içecek varsa cennette bu zarar ve olumsuzluktan arındırılır. Örnek olarak sarhoş eden içki cennette sarhoş etmeyecek ve baş ağrısına neden olmayacaktır. Yüce Allah bu konuda şöyle demiştir: “Onda baş döndürme özelliği yoktur. Onlar, onu içmekle sarhoş da olmazlar.” İçkilerin cennette özellikleri dünyadakinden farklı olacaktır. Sonuç olarak cennetteki nimetlerden amaç, dünyadaki haramların mübahlığı değildir.

Bununla birlikte dünyada yapılmaması emredilen bazı haram eylemler ahirette ödül olarak verilmeyecektir. Örnek olarak zehir, dünyada haram olmakla beraber ahirette nimet olarak verilmeyecek. Aynı şekilde eşcinsellik ve mahremlerle cinsel ilişki dünyada haram olduğu gibi ahirette de haram olacaktır.

İslam’da cennet garantisi var mıdır?
Kurtuluş garantisi olup olmaması hususu veya garanti bir kurtuluş olmamasının insanın hayatını olumsuz etkilediği anlayışı doğru değildir. Bilakis cennete giriş garantisi olduğunu bilen kimsenin durumu daha kötü olacaktır. Zira insan bu düşünceyle her türlü yasağı ve haramı işleyecektir. Nitekim bazı Yahudi ve Hristiyanlar bu tür batıl garantilere, mağfiret çeklere veya rahiplerin affetmesine güvenerek suçlar işlenmektedir. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Bir de; “Yahudi ve Hristiyanlardan başkası Cennet’e girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntuları! De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (iddianızı ispat edecek) delilinizi getirin.” (Bakara 111)

Cennet konusu Müslümanlar olarak bizim veya başkasının isteğine ve keyfine göre değildir. Yüce Allah şöyle dedi: “İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa, onunla cezalandırılır. O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir.” (Nisa 123)

Aşağıda İslam inancında sonuç garantisiyle ilgili kısa bilgiler verilmektedir:

 İslam, ölünceye dek Allah’a ihlaslı bir şekilde itaat eden her Müslümana cennete gireceğine dair garanti vermiştir. Yüce Allah kitabında şöyle dedi: “İman edip salih ameller işleyenleri de ebedî olarak kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Kimdir sözü Allah’ınkinden daha doğru olan?” (Nisa 122)

Başka bir ayette: “Allah, iman edip salih ameller işleyenler hakkında, "Onlar için bir bağışlama ve büyük bir mükâfat vardır" diye vaatte bulunulmuştur.” (Maide 9)

Başka bir ayette: “Ancak tövbe edip inanan ve salih amel işleyenler başka. Onlar cennete, Rahmân’ın, kullarına gıyaben vaad ettiği “Adn” cennetlerine girecekler ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun va’di kesinlikle gerçekleşir.” (Meryem 61)

“De ki: “Bu mu daha hayırlıdır, yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dedilen ebedîlik cenneti mi?” Orası onlar için bir mükâfat ve varılacak bir yerdir.” (Furkan 15)

“Fakat Rabbine karşı gelmekten sakınanlar için (cennette) üst üste yapılmış ve altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Allah, gerçek bir vaadde bulunmuştur. Allah, va’dinden dönmez.” (Zümer 20)

Diğer yandan İslam, Allah’ın emirlerinden yüz çeviren kafirlerin cehenneme gireceğine dair kesin garanti vermektedir. Yüce Allah şöyle dedi: 

“Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini va’detti. O, onlara yeter. Allah, onlara lânet etmiştir. Onlar için sürekli bir azap vardır.” (Tevbe 68)

“İnkâr edenler için ise cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler. Kendilerinden cehennem azabı da hafifletilmez. İşte biz her nankörü böyle cezalandırırız.” (Fatir 36)
“İşte bu, tehdit edildiğiniz cehennemdir. İnkâr ettiğinizden dolayı bugün girin oraya!” (Yasin 63,64)

Görüldüğü gibi yüce Allah’ın vaadi her iki grup için de kıyamet gününde gerçekleşecektir.

“Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir.” (Araf 44)

Her kim iman edip salih amel işler ve bu hal üzerine ölürse kesin bir şekilde cennete girer. Aynı şekilde her kim inkâr edip kötü amel işler ve bu hal üzerinde ölürse kesin bir şekilde cehenneme girer.

Bununla birlikte İslam’ın yüce ilkelerinden biri de, müminin korku ile ümit arasında yaşamasıdır. Zira bir mümin, kendisinin kesin bir şekilde cennete gireceğine hükmetmez. Çünkü nasıl bir hal üzerine olacağını bilemez. Aynı şekilde ümidini Allah’ın rahmetinden kesip cehenneme gireceğine dair hüküm vermez. Bilakis Allah’tan sevap beklentisi içinde olup salih amel işler ve Allah’ın cezalandırması korkusuyla günahlardan sakınır. Günah işlese bile tövbe eder ve bu tövbesiyle cehennemden ateşinden sakınır. Şüphesiz yüce Allah günahları affeden ve tövbeleri kabul edendir. Şayet bir mümin ameli onu kurtarmaya yetmeyeceğinden endişe ederse salih amelleri artırır ve ümidini Allah’tan kesmez.

Bir kimse ne kadar salih amel işlese de bu amellere güvenip aldanmaz, bilakis her şeye rağmen Allah’tan sevabını diler ve amelini boşa çıkarabilecek gösteriş ve kendini beğenme duygularından sakınır. Yüce Allah şöyle dedi: “Rabblerine dönecekleri için verdiklerini kalpleri ürpererek verenler…” (Muminun 60)

Böylelikle mümin, çabalar ve işin sonunda Allah’ın rahmetini umduğu gibi korku içinde olur. Bu duygu Allah’a Tevhid ve salih amel üzerine ulaşıncaya kadar devam eder. Bu husus daha derin bir şekilde düşünülürse bu duyguların salih amel için itici güç olduğunu, hayatta doğruluk ve istikametin ancak bu şekilde olacağını göreceksiniz.

Asli Günahla ilgili İslam inancının tavrı
Birincisi: İslam inancının Asli Günah konusuna yönelik görüşü şöyledir: Nasıl ki bir insan sadece yaptığı işten sorumlu olup başkası kendisinden sorumlu değilse aynı şekilde başkası da kendi işlediğinden sorumludur. Yüce Allah şöyle dedi: “Hiçbir günahkâr kimse bir başkasının günahını çekmez”

Asli Günah düşüncesi kabul edilemez. Nitekim çocukların, günah işleyen babalarının vebalini çekmeleri adil değildir. Hristiyan inancında babanın yaptığı hata, tüm sülaleye yüklenmektedir. Bu da zulmün ta kendisidir. Akıllı bir kimse bir günahın asırlar boyunca tüm insanlığa sirayet ettiğini söyler mi! Çocuklar, torunlar ve sonradan gelen nesillerin günahı nedir?

İkincisi: Hata yapmak, insanlığın doğasında ve fıtratında mevcuttur. Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi: “Her âdemoğlu çokça hata eder.” (Tirmizi 2423) Ancak yüce Allah hata yapan insanı bir şey yapamaz halde bırakmamıştır. Bilakis hatasını düzeltme, dönme ve tövbe etme kapısını açmıştır. Bu nedenle Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem hadisin devamında şöyle demiştir: “Çokça hata edenlerin en hayırlısı çokça tövbe edenlerdir.”

Rabbimizin kullarına şu şekilde seslenmesi, sonsuz rahmetini açık bir şekilde göstermektedir: De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” ( Zümer 53)

Beşerî nefsin yapısı budur, günah işlendiğinde ise çözümü tövbedir. Şüphesiz söz konusu insanlık fıtratında olan hata işleme eylemini kul ile Rabbi arasında bir engel olarak görmek de kulun Rabbinin rızasına ancak iddia edileni (oğlunu) gönderip herkesin gözü önünde (babası dahil) çarmıha gerilmesi durumunda ulaşacağı ve insanlığın affedileceği görüşü de çok garip ve saçma söylemlerdir. Bu sadece batıl bir iddiaya yönelik anlatılan bir hikayedir. Bir defasında bu konuyu bir Hristiyan’la tartıştığımızda şöyle sordum: “Siz Mesih’in, zamanında yaşayan ve sonrasında gelen insanlığa feda olması için çarmıha gerildiğini söylüyorsunuz. Peki Mesih’in doğumundan önce gelip günah işleyenlerin durumu ne olacak? Zira bunlar Mesih’i tanımaya ve O’na inanmaya fırsatları olmadan öldüler.” Cevabı şöyleydi: “Mutlaka Rahiplerin buna bir cevabı olmalıdır”. Ancak cevapları olsa bile uydurmadan öteye geçmez. Ne diyebilirler ki?

Hristiyanların Asli Günahla ilgili inançları, insaflı bir akıl ile ele alındığında şu hususlar ortaya çıkıyor;

Hristiyanlar; Rabbin, tek ve bekar olan oğlunu tüm insanlığın hatalarını affetmek için feda ettiğine ve bu oğulun ilah olduğuna inanırlar. Şayet bu ilah; dövülmüş, kendisine sövülmüş, hakaret edilmiş ve sonunda çarmıha gerilmişse (onların inancına göre) oğlunu koruyamamışsa, Allah’ın zayıf ve çaresiz olduğu inancı ortaya çıkar. Eğer öldürülen mesihi ilah olarak görüyorlarsa bu da, ilah inkarcılığı demektir. Başka bir ifadeyle Rabbimiz, tüm kulların günahlarını bir kelime ile affetmekten aciz midir? Şayet durum böyleyse, ki Allah her şeye kadirdir, (Hristiyanlar buna itiraz etmezler) Allah neden bu amaç için oğlunu feda eder? (Allah o zalimlerin iddialarından münezzehtir.)

“O, gökleri ve yeri örnekleri yokken yaratandır. O’nun bir eşi olmadığı hâlde, nasıl bir çocuğu olabilir? Hâlbuki her şeyi O yarattı. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Enam 101)

Normal bir şahıs bile oğluna bir zarar gelmesine, düşmanların ona dokunmalarına, sövmelerine ve kendisinin en çirkin şekilde çarmıha gerilmesine razı olmazken onun Rabbi buna nasıl razı olabilir?

Üçüncüsü: Hristiyanların inandığı Asli Günahın kefareti iddiasının insan yaşamının gerçekliği üzerinde olumsuz bir etkisi vardır. Zira Hristiyan inancı, belirtildiği gibi insana herhangi bir yükümlülük getirmez. Tek yapılması gereken; Allah’ın oğlunu bu dünyaya insanların hatalarını kefaret için göndermiş olduğuna, bu amaçla çarmıha gerildiğine ve öldüğüne inanmaktır. Böylece buna inanan kimse Hristiyan olur ve Rabbin lütfunu kazanarak Cennete girer. Hatta inançları arasında şu da vardır: Allah’ın oğlunun başına gelen her şey, geçmiş ve gelecek tüm günahların kefareti içindir. Ne gariptir ki artan cinayet, tecavüz, hırsızlık ve alkolizm vakaları da dahil olmak üzere, Hristiyan topluluklarının yaşadıklarının nedenini merak etmezler. Madem ki Mesih geçmiş günahların affedilmesini sağladıysa neden günah işlemeyi bırakmıyorlar? Peki neden Hristiyanlar bazen katili idam ediyor, suçluyu hapsediyor ve suçluyu çeşitli cezalarla cezalandırıyorlar? Madem ki günahkarların günahları Mesih’in kanıyla temizlenmiş ve affedilmiş, neden suçluya ceza veriliyor? Bu konuda zıtlık yok mu?

Müslümanlar kendilerini insanlar arasında seçkin kullar olarak görüyorlarsa neden dinlerini yaymıyorlar?
Bunun cevabı şöyledir: Şayet Kur’an ile amel eden ihlaslı Müslümanlar sayesinde olmasaydı Endonezya, Sibirya, Fas, Bosna, Güney Afrika ve diğer doğu ve batı ülkelerine nasıl İslam ulaşırdı? Günümüzde bazı Müslümanların davranışlarında bulunan hataları İslam'ın hoş görmediği ve bunların sebebi olmadığı bilinmelidir. Aksine bunlar sadece İslam'a aykırı davranmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmış olup ona uymayan ve ona aykırı davranan bazı Müslümanların yaptığı hatalardan İslam’ı sorumlu tutulması adil değildir. Müslümanlar, suçlunun tövbe etmediği takdirde Allah'ın azabına maruz kalabileceğini ve öldürme, hırsızlık, zina vb. bazı günahların dünyada caydıracak bir cezaya tabi tutulması; ahirette ise onlara kefaret olduğunu kabul etmekle Hristiyanlardan daha adil değiller mi?

İslam’a girmek zor mu?
Hristiyanlığa girmenin İslam'a göre daha kolay olduğu iddiasına gelince, bu apaçık bir yanılgıdır çünkü İslam'a girişin anahtarı yalnızca iki cümledir: Allah'tan başka hak ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resulü olduğuna şahitlik etmektir. Bunu söyleyen bir kimse; bir vaftize, rahibe, camiye veya belirli bir yere gitmesine gerek kalmadan saniyeler içinde İslam'a girer. Bunu, bir kimsenin Hristiyanlığa girmek istediğinde yaptıkları saçma vaftiz prosedürleriyle bir karşılaştırın. Ayrıca Hristiyanlar; iddialarına göre İsa'nın çarmıha gerildiğinde canını acıtan, sırt ağrısına ve eziyet çekmesine neden olan haçı kutsal sayarlar, onu bir nimet ve şifa olarak kabul ederler. Oysa Tanrı'nın Oğlunun ölümüne neden olan, sırtını ağrıtan, uyumasını engelleyen bir haçı küçümsemek, nefret etmek ve zulüm sembolü olarak kabul etmek gerekmez miydi?

Müslümanlar hakikati kabul etmekte başkalarından daha evladır
Müslümanların hakka diğerlerinden fazla tutunduklarını görmez misin? Nitekim bütün peygamberlere ve elçilere inanıp onlara saygı gösterirler, tüm peygamberlerin hak ve Tevhid üzere olduklarına ve her birine; gönderildiği topluluğa, yere ve zamana göre Allah tarafından peygamberlik verildiğine inanırlar.

İnsaflı bir Hristiyan şunu düşünemez mi? Müslümanlar; Musa'ya, İsa'ya ve Muhammed'e iman ederler, Allah'ın rahmeti ve selamı onların üzerine olsun. Allah tarafından indirilen Tevrat, İncil ve Kur'an-ı Kerim'e inanırlar. Hristiyanlar ise Muhammed’i ve kendisine verilen Kitab’ı inkâr ederler. İnsaf gözüyle bakan bir kimse, haklı olanın Müslümanlar olduğunu görmez mi?

Mesih, "Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse ulaşamaz" mı dedi?
Birincisi: İsa'nın “Benim aracılığım dışında hiç kimse Baba'ya ulaşamaz” sözüne gelince: Her şeyden önce bu sözün İsa'ya isnat edilmesinin doğruluğunu ispatlamak gerekir ki bu açıkça batıl bir sözdür. Peki Nuh, Hud, Salih, Yunus, Şuayb, İbrahim, Musa ve diğer peygamberler zamanında insanlar Allah’ı nasıl tanıdılar? Şayet İsa Aleyhisselam’ın dönemindeki İsrailoğullarının ve sonrasında gelen insanların son peygamber Muhammed Aleyhisselam dönemine kadar Allah'ın dinine ancak İsa (a.s.) aracılığıyla ulaşabildikleri söylenirse, bunun doğru bir söz ve geçerli bir söz olduğunu söylerdik.

 “Ben ve Baba biriz” sözü, Mesih'in ilahlığını gösterir mi? ‏
Mesih'in "Ben ve Baba biriz" sözüne gelince, bu kabul edilemez bir inançtır. Eğer insaf yolunu izlemiş ve arzulardan arınmış olsaydınız, şu sözün sizin için açık olduğunu görürdünüz: "Ben ve Baba” bu cümlede iki varlık arasında bir bağlaç kullanılmıştır. Bunların arasındaki bağlaç dilbilimde zıtlık ifadesini gerektirir, yani kendisi ve baba başka ve farklı bir şeylerdir. Şayet bir kimse ben ve falanca, derse her akıllı insan onların iki farklı insan olduğunu bilir ve 1+1+1=1 denklemi, matematikçiler ve diğerleri de dahil olmak üzere tüm rasyonel insanlar tarafından reddedilen bir denklemdir. ‏

Sonuç olarak size tavsiyem (ki bunu reddedeceğinizi sanmıyorum):

Okuduklarınızı kendi içinizde tefekkür edin, herhangi bir arka plan veya geçmiş makaleden bağımsız olarak, her türlü kapris ve fanatizmden uzak olarak Allah için bir düşünün ve hidayeti samimi bir şekilde yalnızca Allah'tan isteyin. Allah, Böyle bir durumda olan kuluna karşı onu hayal kırıklığına uğratmayacak kadar cömerttir. Allah doğru yola hidayet erdirendir. O, ne güzel vekildir.

En iyisini Allah bilir.

Şeyh Muhammed Salih El Muneccid

8 Mayıs 2024 Çarşamba

İnsanların Beni Örnek Almalarından Korktum!



(٤٨٤٩-) ]مه/ةت حتثدا ،يبأ تثا شإاحق نب ^١،^£ ثاع دثخ ت ى هتل نب منكر، -ث نا إنماعيد بن عتد ائكي؛ م، حدثني عتد ا لصم د بن نغم، ظت3 سمع ت وهببن مء،ف ولت " ش زيد بذ أمحل م ^ قم بك شنا ام غش ملحو ما ئثحارير، ثلئ ا أي به ا،ئثئفئ لمثلا امن مكاثه،ؤ شاءئز أمنة، قادث ق صاحب ١ ٠^ ^ ١ت،^^ ميب جديئ ذبحة ثي حؤ لث أكنة ظعطنيه4ء إن١ ^ ^ إد1 دظب لحم لا خنل ؛ رأثظث ب ؤ دظ، مذبح جدي ٥^ ^ إ،ة، ب م أش به١ ^ ^ ئدظ تل ب لحم الئحرم؛ر، ئأ شصاحب ١ ٠^^^اب ثلحم لا ذي كاذ أظ اةإ ياة ؤهو لم ا لج دي، ثأم ١ ^ ^ أني م كح ئأثى، نجعد صاحب ١ ٠^^ يغمز إقه و ثامنة بألكه ويريه أ ثت١ ^ ^لا ذي ذئثة لإيه، ئأب ىأني متح ، ئأمز١ ٠^ ^ صا-حث ئرطته أن مبثإة، ه أ؛ما ذهب ب هد ات3 ل\ * نئننف أن ثأ ووهو١ ^ ^لا ذي دمعت لإي4 أظتئث أئي أ ئئلث ف بمرو؟ ه اد: قذع لم تأ ثت ئؤ، لوكن خمت أذي ئتاى» ي اقار- إ، ءك5 تذ ١^^ عأى مل غملا خم؛ ر،ه ا3: هد مح قئ لا،
هئثاس- يي، مح آكونه ممه ثيب، قو "
Vehb b. Münebbih anlatıyor: 
Zamanının en hayırlı adamlarından biri, halkını domuz eti yemeye zorlayan bir kralın yanına çağrıldı. Adama gelmesi için haber salınınca insanlar saygın konumundan dolayı buna çok içerlediler ve adamın içine düşeceği duruma üzüldüler. Kralın baş muhafızı ise adama: “Bana yenmesini helal gördüğünüz bir oğlak getir de keseyim. Kral domuz eti getirmemi istediğinde bunun etini getirir ve yersin” dedi. Bunun üzerine adam bir oğlak kesti ve baş muhafıza verdi. Adam kralın huzuruna çıktığında, kral domuz etini getirmesi için baş muhafıza emir verdi. Baş muhafız da adamın verdiği oğlak etini getirdi. Kral adamın yemesini isteyince adam yemeyi kabul etmedi. Baş muhafız da adama göz kırpıp oğlak etini göstererek yemesini istedi. Ancak adam yine yemeyi kabul etmedi. Bunun üzerine kral, baş muhafıza adamı öldürmesi emrini verdi. Baş muhafız öldürmek üzere adamı götürdüğünde ona: “Neden yemedin ki? Oysa bana verdiğin etti. Sana başka etten getireceğimi mi zannediyorsun?” deyince, adam şöyle karşılık verdi: “İnsanların bu konuda beni örnek almalarından korktum. Zira kral tarafından domuz eti yemeye zorlanan kişinin beni örnek alarak: «Filan kişi de yemişti!» demesinden ve bu şekilde insanların fitneye düşmesinden 
çekindim.” Ardından adam öldürüldü.


Hilyetu'l Evliya 3/133

25 Nisan 2024 Perşembe

Nasihat Etmek




Vehb b. Münebbih der ki: “Allah’a itaat için amelde bulunmak istiyorsan Allah için nasihat etmeye ve ilmini Allah için kullanmaya çalış. Zira nasihatte bulunmayan kişinin ameli de kabul görmez. Allah için nasihat de ancak kişi Allah’a itaat ediyorsa kâmil bir nasihat olur. Böylesi bir kişi kokusu da, tadı da güzel olan bir meyveye benzer. Allah’a itaat de bu meyve gibidir. Allah’a itaat melesinin kokusu nasihat, tadı da ameldir.
Sonrasında Allah’a olan itaatini ilimle, hilmle ve fıkıhla süsle. Nefsini rezil kişilerin ahlâkından uzak tut. Ona âlimlerin ahlâkı gibi bir ahlâka yönelt ve hilm sahibi kişilerin davranışları gibi davranışlara alıştır. Günahkâr kişilerin amelleri gibi amellerde bulunmasına izin verme, fakihlerin davranışlarına örnek almasını sağla ve rezil kişilerin gittikleri yollardan onu uzak tut. Bir faziletin varsa başkasına da aynı fazilete sahip olması yönünde yardımcı ol. Başkasında gördüğün eksikliği gidermek için ona yardım et  o da seninle aynı seviyeye gelebilsin. Bil hikmet sahibi olan kişi faziletleri üzerinde topladıktan sonra bunları kendisinden aşağıda olan kişilere de aktarmaya çalışan kişidir. Bu şekilde de bunlara sahip olmayan kişiyi kendi seviyesine getirmek için elinden gelen çaba ve gayreti gösterir. Fakih biri ise, arkadaşlığını ve yardımım istediğini gördüğü kişiye bu fıkhî aktarmaya çalışır. Mal sahibi ise, malı olmayan kişilere malından verir. Sâlih biri ise ve günahkârın tövbesini umuyorsa günahlarından dolayı onun adına Allah’tan bağışlanma diler. İyi birisi ise, kendisine kötülük yapan kişiye iyilikle karşılık verir ve bunun mükafâtım Allah’tan alır. Böylesi bir kişi ameli de yanında getirmedikten sonra hiçbir söze aldanmaz, amel etmeyecekse de Allah’a itaatin peşinden koşmaz. Allah’a itaat yolunda biraz ilerledikten sonra buna hamd eder ve Allah’tan daha fazlasını ister. Aynı şekilde hikmetten az bir şey öğrendiği zaman bu onu doyurmaz ve Allah’tan daha fazlasını ister. Günahım hatırladığı zaman bunu insanlardan gizler, ama bu günahı bağışlamaya muktedir olan Allah’tan da bağışlanma diler.
Konuşurken hiçbir zaman yalana başvurmaz. Zira sözlerdeki yalan içinde kurt olan tahtaya benzer. Tahtayı dışardan sağlam görürsün ama içerden çürümüştür. Böylesi bir tahtaya dayanan kişi bu tahtanın kendisini taşıyacağını zanneder, ama bir anda kırılır ve üzerindekini helak eder. Konuşurken yalan söyleyenin durumu da aynı şekildedir. Kişi yalan söyleyerek hedefine ulaşabileceğini, istediğini elde edebileceğini zanneder. Ama zamanla bu niyeti ortaya çıkar, kişiler onun bir aldanma içinde olduğunu anlar, âlimler de onun kendilerinden gizlediği şeyleri çıkarırlar. Bu niyeti tamamen ortaya çıkıp belli olduğu zaman da artık onun sözlerini yalanlarlar, şehadetini kabul etmezler, doğruluğundan şüphe ederler, değersiz biri olarak görürler ve aynı mecliste onunla oturmayı istemezler. Sırlarını onunla paylaşmazlar, konuşmalarını ondan gizli tutar ve durumlarını ona göstermezler ve dinleri ile yaşamlarından uzak durması konusunda onu uyarırlar. Toplantılarından hiçbirine onu davet etmezler, hiçbir sır konusunda ona güvenmezler ve aralarında olan anlaşmazlıklarda hiçbir zaman kendisini hakem tayin etmezler.”

Hilyetu'l Evliya 3/94

22 Mart 2024 Cuma

Migren, İftar Etmeyi Mübah Kılar mı?

 

Soru
Arkadaşım migrenden dolayı Ramazan orucunu tutmaz, bu caiz midir? Tutmadığı günleri nasıl kaza eder?


Cevap metni
Allah’a hamd olsun.

Hastanın Ramazan ayında oruç tutmaması caizdir. Yüce Allah şöyle dedi: “Kim de hasta veya yolculukta olursa, başka günlerden sayısınca tutar.” (Bakara 185)

Söz konusu hastalık, orucun tutulması zor ve meşakkatli olan hastalıktır. Ancak oruç tutulması zor olmayan hastalıkta Ramazanda iftar edilmesi mazeret kabul edilmez.

Şayet migren hastaya bir meşakkat oluşturuyorsa iftar edip iftar ettiği gün sayısınca Ramazandan sonra kaza eder. Şayet migren sürekli olup kaza etmesi mümkün değilse iftar ettiği her gün karşılığında bir yoksulu yedirir.

En iyisini Allah bilir.

Muhammed Salih El Muneccid

22 Şubat 2024 Perşembe

Câfer b. Muhammed es-Sâdık'tan Güzel Nasihatler!


Heysem der ki: Câfer b. Muhammed es-Sâdık'ın öğrencilerinden biri bana bildirdi: Câfer'in yanına girdim, önünde duran oğlu Mûsa'ya vasiyet ediyordu. Aklımda kaldığı kadarıyla ona şöyle diyordu: “Evladım! Vasiyetimi kabul et ve diyeceklerimi iyice dinle. Dinleyip yaparsan mutlu bir hayat sürer, övülecek bir şekilde ölürsün. Evladım! Kısmetine razı olan kişi, kimselere muhtaç olmaz. Başkasının elinde olanlarda gözü olan kişi, ise fakir olarak ölür. Kısmetine razı olmayan kişi de, Allah'ın takdirine karşı gelmiş olur. Kendi hatasını küçük gören başkalarının hatalarını büyük görür. Başkalarının hatalarını küçük gören ise, kendi hatasını büyük görür. Evladım! Başkalarının ayıplarını ifşa eden kişinin kendi evinin tüm ayıpları açığa çıkar, isyan kılıcını çeken kişi, aynı kılıçla öldürülür. Kardeşine kuyu kazan kişi, kendi kazdığı kuyuya düşer. Sefihlerle beraber olan kişi, (eninde sonunda) hakir düşer. Âlimlerle beraber olan kişi ise, vakar sahibi olur. Kötü yerlerde bulunan kişi de, bu kötülüğü yapmakla suçlanır. Evladım! Başkalarının namusuna dil uzatma ki, senin de namusuna dil uzatılmasın. Seni ilgilendirmeyen konulara girmekten de sakın ki, küçük düşmeyesin.
Evladım! Lehine de olsa, aleyhine de olsa daima hakkı söyle ki, diğer akranların arasında değerin artar. Evladım! Kur'ân'ı devamlı okuyanlardan, İslâm dinini yayanlardan, iyiliği emredenlerden, kötülükten sakındıranlardan ve sana gelmeyi keseni ziyaret edenlerden biri ol. Biri seninle küstüğü zaman küslüğü bitirip ilk konuşan sen ol. Senden bir şey isteyene isteğini ver. Koğuculuk yapmaktan sakın! Zira koğuculuk, kişinin kalbine düşmanlık tohumları eker, insanların kusurlarına karışmaktan sakın! Zira bunu yapman halinde onların hedefi haline gelirsin. Evladım! Cömert olmak istiyorsan cömertliğin köklerine inmelisin. Zira cömertliğin bir kökü vardır. Köklerin gövdeleri, gövdelerin dalları, dalların da memeleri olur. Gövde olmadan da hiçbir zaman meyve olmaz, ve sağlam bir kök olmadan da hiçbir gövde ayakta duramaz. Evladım! Ziyaret edeceksen facirleri değil, hayırlı kişileri ziyaret et. Zira facirler, suyu akmayan kaya, yaprağı yeşillenmeyen ağaç ve otu bitmeyen arazi gibidir.” Musa (Kâzım)'ın oğlu Ali (en-Naki) der ki: “Babam Mûsa, vefat edene dek bu vasiyete uymaktan geri durmadı.”

Hilyetu'l Evliya 2/482