6 Ocak 2014 Pazartesi

HADİS İLMİ

Sıhhat ve Hüküm Açısından Hadis
(Sahih – Hasen – Zayıf)
Hz. Peygamber, sahabe veya tabiîne nisbet edilerek nakledilen bilginin araştırma sonucunda kaynağına ait olup olmadığına bakılmasına hadisin sıhhatini araştırma denilir. Mütevâtir olarak nakledilen bilginin kaynağına ait olduğunda herhangi bir şüphe bulunmamaktadır. Dolayısıyla hadis ilminde sıhhat araştırması âhad rivayetlerin kaynağına aidiyetini tesbit amacıyla yapılmaktadır.
Hadislerin sahih olanını tesbit etme hicrî birinci asırdan itibaren yapıla gelmiştir. Hicrî üçüncü asırda ise sahih hadisleri bir kitapta toplanmış ya da kitaplardaki hadislerin sahih-zayıf olanlarına işaret edilmiştir.
Sıhhat ve hüküm açısından hadisler üç kısma ayrılmaktadır: Sahih, hasen ve zayıf hadisler. Bunlardan sahih ve hasen hadisler makbul, zayıf hadisler merdud grubuna dahil edilmektedir.
A. SAHİH HADİS ( الحديث الصحيح )
Adalet ve zabt sahibi ravilerin muttasıl bir isnadla rivayet ettikleri şâz ve muallel olmayan hadislere sahih hadis denilmektedir.
Bu tarife göre bir hadisin sahih olabilmesi için onda şu beş şartın bulunması gerekmektedir.
1. Ravilerin adalet sahibi olmaları
2. Ravilerin zabt sahibi olmaları
3. Ravilerin arasında kopukluk olmaması
4. Rivayetin şâz olmaması
5. Rivayette herhangi bir illet bulunmamalı
Şimdi bu maddeleri teker teker inceleyelim.
- Ravilerin Adalet sahibi olmaları: Ravinin adalet sahibi olarak kabul edilmesi için şu beş şartın bulunması gerekir. Müslüman olması, Büluğ çağına ermiş olması, akıllı olması, fasık olmaması yani büyük günah işlememesi ve mürüvvet sahibi olması yani genel ahlaka aykırı davranışlar sergilememesi.
- Ravilerin zabt sahibi olmaları: Hadislerin yazılması durumunda, kayıtların doğru ve titizlikle muhafaza edilmesi, ezberlenmesi durumunda ise, hadisi unutmadan ve karıştırmadan ezberlediği gibi doğru bir şekilde aktarılması demektir.
- İsnadın başından sonuna kadar ravilerin arasında bir ya da daha fazla atlanmak süretiyle isnadda herhangi bir kopukluk meydana gelmemesi demektir.
- Rivayetin şâz olmaması: Rivayetin başka bir sika ravinin rivayetine aykırı olmaması demektir.
- Rivayette herhangi bir illetin bulunmaması: Rivayette hadisin sıhhatine zarar verecek herhangi bir gizli illetin bulunmaması demektir.
Bu şartları taşıyan hadislere sahih hadis denilir. Bir hadis hakkında verilen sahih hadis hükmü sıhhat şartlarını taşıdığı anlamına gelmektedir. Bu şartlarından biri ortadan kalkarsa hadisin sahihlik hükmü de kendinden ortadan kalkmış olur.
Bu saydığımız şartların değerlendirilmesi alimler arasında farkılılık gösterebilir. Bazı alimler bir ravi hakkında sika derken diğerleri başka bir değerlendirme yapmış olabilir. Bu da hadisin hükmüne etki edebilir. Dolayısıyla bir alimin sahih hadsi dediğine diğeri başka hüküm verebilir. Yani bir hadisin sahih olup olmadığını söylemek ictihadî bir durumdur.
Sahih Hadisin Çeşitleri
Sahih hadisler, yukarıda belirtilen şartları bizzat veya dolaylı olarak taşımalarına göre iki kısma ayrılmaktadır.
1. Sahih Li Zatihi
Sahih hadisin şartlarından hepsini bizzat taşıyan hadis demektir. Bu tür hadis kendi başına sahih hadis şartlarına uygundur, ayrıca destekçiye ihtiyacı bulunmamaktadır. Buharî ve Müslim’in sahihlerinde sahih li zatihi’ye birçok misal bulmak mümkündür.
Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiğiaşağıdaki hadis sahih li zatihi’ye misal olarak verilebilir.
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِي شَيْبَةَ حَدَّثَنَا أَبُو الْأَحْوَصِ عَنْ أَبِي حُصَيْنٍ عَنْ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلَا يُؤْذِي جَارَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ وَمَنْ كَانَ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ فَلْيَقُلْ خَيْرًا أَوْ لِيَسْكُتْ
Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna eziyet etmesin. Allah’a ve ahiret gününe inanan misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.
Bu hadisin bütün ravileri adalet ve zabt sahibidirler. Hadisin isnadında herhangi bir atlama, kopukluk bulunmamaktadır. Hadis şâz ve illetli de değildir. Dolayısıyla hadis sahih hadisin şartlarını bizzat taşıdığından sahih li zatihidir.
2. Sahih Li Ğayrihi
İsnadında zabtın en üst derecesinde olmayan raviler sebebiyle sahihlik şartını kaybeden hadisler hasen seviyesine düşer. Bu tür hadisler başha bir sahih isnadla desteklendiğinde sahih li ğayrihi seviyesine yükselir. Zira bu ikinci isnadla diğer isnaddaki ravinin zabt kusuru telafi edilmiş olur. Bu kısımdaki hadisler sıhhat bakımından sahih li zatihi seviyesinde değildir.
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği aşağıdaki hadis sahih li ğayrihi’ye misal olarak verilebilir.
حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ حَدَّثَنَا عَبْدَةُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَمْرٍو عَنْ أَبِي سَلَمَةَ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَوْلاَ أَنْ أَشُقَّ عَلَى أُمَّتِي لَأَمَرْتُهُمْ بِالسِّوَاكِ عِنْدَ كُلِّ صَلاَةٍ
Ümmetime sıkıntı vereceğini bilmesem her namaz vakti misvak kullanmalarını emrederdim.
Bu hadisin isnadında bulunan Muhammed b. Amr bazı rivayetlerinde yaptığı hataları sebebiyle hafızasının zayıflığı ile eleştirilmiştir. Bu sebeple hadis hasen seviyesine düşmüştür. Ancak aynı hadis başka isnadlarla da rivayet edilmiştir. Bu isnadlar Muhammed b. Amr’ın hafızasının zayıflığını telâfi etmiş ve hadis hasen olmaktan çıkarak sahih li ğayrihi seviyesine yükselmiştir.
Sahih Hadislerin Dereceleri
Sahih hadisleri kendi aralarında yedi dereceye ayırmışlardır.
1. Buharî ve Müslim’in ortaklaşa kitaplarına aldığı hadisler. Bunlara müttefakun aleyh denir.
2. Buharî’nin yalnız başına rivayet ettiği hadisler.
3. Müslim’im yalnız başına rivayet ettiği hadisler.
4. Buharî ve Müslim’im şartlarına uyduğu halde kitaplarına almadıkları hadisler.
5. Yalnız Buharî’nin şartlarına uygun olan hadisler.
6. Yalnız Müslim’im şartlarına uygun olan hadisler.
7. Buharî ve Müslim’in dışındaki hadis uzmanlarının sahih dedikleri hadisler.
Unutulmamalıdır ki, Buharî ve Müslim’in diğer kitaplara üstünlüğü genel anlamda sahih hadisleri içermesindendir. Her hadis teker teker incelendiğinde farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu konuda Kasım b. Kutluboğa’nın şu tesbiti çok yerindedir; “Bir hadisin sıhhati, hangi kitapta bulunduğuna bakılarak değil, onu nakledenlerin durumlarını bakılarak tesbit edilebilir.”

B. HASEN HADİS ( الحديث الحسن )
Sahih hadisin şartlarını taşımakla beraber ravilerinden biri ya da bir kaçının zabtı sahih hadis ravisine nisbetle daha az olan hadise hasen hadis denilmektedir. Bu tabiri en çok kullanan ve tarifini yapan Tirmizî’dir.
Hasen hadis, yukarıda sayılan şartları bizzat veya dolaylı olarak taşımalarına göre iki kısma ayrılır.
1. Hasen Li Zatihi
Sahih hadisin şartlarından olan ravinin zabtında kusur bulunursa buna hasen li zatihi denir. Yukarıda zikredildiği gibi, bu kusur başka isnadlarla rivayet edilerek giderildiği taktirde bu tür hadis sahih li ğayrihi seviyesine çıkmış olur. Aslında hasen li zatihi, sahih hadisin en alt derecesidir.
Amir b. Rabia’nın rivayet ettiği aşağıdaki hadis hasen li zatihi’ye misal olarak verilebilir.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ وَعَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَهْدِيٍّ وَمُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ قَالُوا حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنْ عَاصِمِ بْنِ عُبَيْدِ اللَّهِ قَال سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَامِرِ بْنِ رَبِيعَةَ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ امْرَأَةً مِنْ بَنِي فَزَارَةَ تَزَوَّجَتْ عَلَى نَعْلَيْنِ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَرَضِيتِ مِنْ نَفْسِكِ وَمَالِكِ بِنَعْلَيْنِ قَالَتْ نَعَمْ قَالَ فَأَجَازَهُ
Fezâre oğullarından bir kadın bir çift ayakkabı karşılığında birisiyle evlenmek istedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber ona, mehir olarak bir çift ayakkabı karşılığında evlenmeye razımısın? Diye sordu. Kadının “evet” cevabını vermesi üzerine Rasülullah evlenmesine izin verdi.
Bu hadisin ravilerinden Asım b. Ubeydullah’ın zabt açısından zayıf olduğu tesbit edilmiştir. Ancak Tirmizî hadisin başka isnadlarla da rivayet edildiğini dikkate alarak onu hasen olarak nitelemiştir.
2. Hasen Li Ğayrihi
Ravisinin zabtının güçlü olmaması sebebiyle zayıf olan bir hadis, başka isnadlarla desteklenmesiyle hasen seviyesine çıkar. Takviye eden isnadlarla hasen seviyesine çıktığı için bu hadis hasen li ğayrihi olarak isimlendirilir. Ravisi yalancı olan, yalanla itham edilen, zabtı çok zayıf olan, şâz,illetli ve benzeri sebeplerle zayıf olan hadisler başka isnadlarla rivayet edilmekle hasen seviyesine yükselmez.
İbn Ömer’in rivayet ettiği aşağıdaki hadis hasen li ğayrihi’ye misal olarak verilebilir.
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مَنِيعٍ حَدَّثَنَا إِسْمَعِيلُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ عَنْ أَيُّوبَ عَنْ نَافِعٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ قَالَ صَلَّيْتُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ رَكْعَتَيْنِ قَبْلَ الظُّهْرِ وَرَكْعَتَيْنِ بَعْدَهَا قَالَ وَفِي الْبَاب عَنْ عَلِيٍّ وَعَائِشَةَ قَالَ أَبُو عِيسَى حَدِيثُ ابْنِ عُمَرَ حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ
“Hz. Peygamberle birlikte seferi iken öğle namazının farzını iki rekat olarak kıldım. Daha sonra iki rekat da sünnet kıldım.”
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عُبَيْدٍ الْمُحَارِبِيُّ يَعْنِي الْكُوفِيَّ حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ هَاشِمٍ عَنْ ابْنِ أَبِي لَيْلَى عَنْ عَطِيَّةَ وَنَافِعٍ عَنْ ابْنِ عُمَرَ قَالَ صَلَّيْتُ مَعَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي الْحَضَرِ وَالسَّفَرِ فَصَلَّيْتُ مَعَهُ فِي الْحَضَرِ الظُّهْرَ أَرْبَعًا وَبَعْدَهَا رَكْعَتَيْنِ وَصَلَّيْتُ مَعَهُ فِي السَّفَرِ الظُّهْرَ رَكْعَتَيْنِ وَبَعْدَهَا رَكْعَتَيْنِ وَالْعَصْرَ رَكْعَتَيْنِ وَلَمْ يُصَلِّ بَعْدَهَا شَيْئًا وَالْمَغْرِبَ فِي الْحَضَرِ وَالسَّفَرِ سَوَاءً ثَلاَثَ رَكَعَاتٍ لاَ تَنْقُصُ فِي الْحَضَرِ وَلاَ فِي السَّفَرِ هِيَ وِتْرُ النَّهَارِ وَبَعْدَهَا رَكْعَتَيْنِ قَالَ أَبُو عِيسَى هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ سَمِعْت مُحَمَّدًا يَقُولُ مَا رَوَى ابْنُ أَبِي لَيْلَى حَدِيثًا أَعْجَبَ إِلَيَّ مِنْ هَذَا وَلاَ أَرْوِي عَنْهُ شَيْئًا
Hz. Peygamberle birlikte hazarda ve seferde namaz kıldım. Onunla hazarda öğle namazının (farzını) dört rekat arkasından (sünnetini) iki rekat kıldım. Onunla seferde öğle namazının (farzını) iki rekat arkasından (sünnetini) iki rekat kıldım. İkindi namazının (farzını) iki rekat kıldım, sonrasında bir şey kılmadım. Akşam namazının (farzını) hazarda ve seferde eksikltmeden üç rekat kıldım. O gündüzün kılınan tekli namazıdır. Sonrasında (sünnetini) iki rekat kıldım.
Bu hadisin isnadında bulunan İbn Ebi Leylâ zabtı açısından eleştirilmiş ve zayıf olduğu söylenmiştir. Bu sebeple hadis zayıftır. Ancak Tirmizî aynı hadisi başka bir isnadla daha Tirmizî’nin onu başka bir isnadla rivayet etmesi sebebiyle hasen seviyesine yükselmiş ve hasen li ğayrihi olmuştur.
C. ZAYIF HADİS ( الحديث الضعيف )
Sahih hadis için zikredilen şartlardan birini veya birkaçını taşımayan hadise zayıf hadis denilmektedir. Hadiste zayıflık genelde iki sebepten kaynaklanır: Senedde kopukluk bulunması, ravide cerhi gerektiren bir halin bulunması. Zayıf hadis, sıhhat şartlarını kaybetmesine göre değişik isimler alır. Hadis bazen isnaddaki kopukluktan dolayı zayıf olur, bazen de ravilerin sahip olduğu kusurlar sebebiyle zayıf olur. Şimdi bu iki durumu da zikredelim.
1. İsnaddaki Kopukluk Sebebiyle Zayıf Hadisler
İsnaddaki kopukluğun bulunduğu yer, kopukluğa sebebiyet veren kişi sayısına göre zayıf hadisler çeşitli isimler alır.
a. Muallak Hadis ( الحديث المعلق )
Senedin başından bir veya peş peşe birkaç ravi düşürülerek nakledilen hadistir. Bazı alimlere göre isnadın tamamen hazfedildiği hadise de muallak hadis denilir. Buna göre son ravi direk sahabî ismini ya da Hz. Peygamber’i zikrederek hadisi aktarır.
Muallak hadisin fazlaca örneğine rastlanılan eserlerden biri Buharî’nin Sahih’idir. Buharî bab başlıklarında kaydettiği hadisleri muallak olarak zikretmiştir.
İsnadındaki kopukluk sebebiyle sened tahlili yapılamayan bu tür hadisler zayıf kabul edilmiştir.
b. Munkatı’ Hadis ( الحديث المنقطع )
Etbâu’t-Tabiîn’den olan ravinin tabiîyi atlayarak sahabîden naklettiği hadistir. مالكٌ عَنْ ابن عمر şeklindeki bir senede sahip olan hadis muntakı’dır. Çünkü İmam Mâlik etbâu’t-Tabiîndendir. Sahabî olan İbn Ömer’e yetişmemiş ve ondan rivayet almamıştır. Senedde bilinmeyen (mübhem) عن رجل , عن امرأةgibi ifadeyle zikredilen bir kişinin olmasını da inkıta’ kabul edenler vardır.
Bir hadisin munkatı’ olduğu, isnaddaki raviler arasında hoca-talebe ilişkisinin bulunup bulunmadığı araştırılarak tesbit edilir. Ravilerle ilgili eserlerde bu bilgiyi bulmak mümkündür.
İsnaddan düşen ravinin kim olduğu, dolayısıyla durumu tesbit edilemediği için munkatı’ hadis zayıf kabul edilmiştir.
c. Mu’dal Hadis ( الحديث المعضل )
Senedinde peş peşe iki veya daha fazla ravi atlanmış olan hadistir. Ravi düşmesi açısından mu’dal ile munkatı’ hadis birbirine benzemektedir. Ancak munkatı’ hadiste düşen raviler isnadın farklı yerlerinde iken mu’dal hadiste ravi düşmesi birbiri ardınca meydana gelmektedir.
حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ إِسْمَعِيلَ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ عَنْ ثَابِتٍ الْبُنَانِيِّ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ح و حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ الصَّبَّاحِ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ إِسْحَقَ أَخْبَرَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ ثَابِتٍ الْبُنَانِيِّ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ رَبَاحٍ عَنْ أَبِي قَتَادَةَ أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ خَرَجَ لَيْلَةً فَإِذَا هُوَ بِأَبِي بَكْرٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ يُصَلِّي يَخْفِضُ مِنْ صَوْتِهِ قَالَ وَمَرَّ بِعُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ وَهُوَ يُصَلِّي رَافِعًا صَوْتَهُ قَالَ فَلَمَّا اجْتَمَعَا عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ يَا أَبَا بَكْرٍ مَرَرْتُ بِكَ وَأَنْتَ تُصَلِّي تَخْفِضُ صَوْتَكَ قَالَ قَدْ أَسْمَعْتُ مَنْ نَاجَيْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ وَقَالَ لِعُمَرَ مَرَرْتُ بِكَ وَأَنْتَ تُصَلِّي رَافِعًا صَوْتَكَ قَالَ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أُوقِظُ الْوَسْنَانَ وَأَطْرُدُ الشَّيْطَانَ زَادَالْحَسَنُ فِي حَدِيثِهِ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَا أَبَا بَكْرٍ ارْفَعْ مِنْ صَوْتِكَ شَيْئًا وَقَالَ لِعُمَرَ اخْفِضْ مِنْ صَوْتِكَ شَيْئًا
Hz. Peygamber bir gece (dışarı) çıktı. Kısık bir sesle namaz kılmakta olan Ebû Bekir'i gördü. Sonra Ömer b. Hattab'ın yanından geçti. O da namazı yüksek sesle kılmakta idi. İkisi de Hz. Peygam¬ber'in yanına gelince, Peygamber (s.a.) "Ey Ebubekir, senin yanından geçtim, kısık sesle namaz kılı¬yordun" buyurdu. O da: Ya Resulallah, ben (sesimi) kendisine münâcâtta bulundu¬ğum zâta işittiriyorum, diye cevab verdi. (Resûl-i Ekrem) Ömer'e de (şöyle) buyurdu, " senin yanından geçtim, yüksek sesle namaz kılıyordun!" O da (şöyle) cevab verdi, Uyuklamakta olan kimseyi uyandırmak ve şeytanı kovmak için (böyle yapıyorum). Hasan hadise (şunları da) ilâve etti: Bunun üzerine Pey¬gamber (s.a.) Ebubekir'e; "Ey Ebubekir, sesini biraz yükselt!" buyurdu. Ömer'e de: "Sesini biraz kıs" dedi.
Burada hadisin iki senedle ayrı ayrı rivayeti söz konusudur. Birinci senede Sabit el-Bünânî hadisi direk Rasulüllah’a ulaştırırken ikinci senedde Sabit el-Bünânî ile Rasulüllah arasında Abdullah b. Rebah ile Ebu Katâde bulunmaktadır. Buna göre birinci sened mu’dal, ikincisi ise muttasıldır.
Mu’dal hadiste birden çok ravi düştüğünden ve bunların tesbiti mümkün olmadığından munkatı’ hadisten daha zayıftır.
Mu’dal hadisler başta İmam Malik’in Muvatta’ı olmak üzere ilk dönem hadis kaynaklarında bulunmaktadır.
d. Mürsel Hadis ( الحديث المرسل )
Tabiûn neslinden bir ravinin sahabîyi zikretmeksizin direk Hz. Peygamberden naklettiği hadistir. Böyle bir hadisin senedinden bir ya da birkaç sahabî düşmüş olabileceği gibi tabiûn neslinden de bir ya da birkaç kişi düşmüş olabilir. Böyle bir bilinmezlikten dolayı bu tür hadis de zayıf sayılmıştır.
أَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ : أَحْمَدُ بْنُ الْحَسَنِ الْقَاضِى حَدَّثَنَا أَبُو الْعَبَّاسِ : مُحَمَّدُ بْنُ يَعْقُوبَ أَخْبَرَنَا الرَّبِيعُ بْنُ سُلَيْمَانَ أَخْبَرَنَا الشَّافِعِىُّ أَخْبَرَنَا سَعِيدٌ عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ أَخْبَرَنِى حُمَيْدٌ الأَعْرَجُ عَنْ مُجَاهِدٍ أَنَّهُ قَالَ : كَانَ النَّبِىُّ -صلى الله عليه وسلم- يُظْهِرُ مِنَ التَّلْبِيَةِ :« لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ إِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ
Nebi (s.a.) şu şekilde yüksek sesle telbiye getirirdi. “Lebbeky Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerike leke lebbeyk. İnnel hamde ve’n-Ni’mete leke ve’l-Mülk. La şerike lek.”
Senedde Hz. Peygamber’den hadisi rivayet eden Mücahid’dir. Halbuki Mücahid tabiî’dir. Dolayısıyla efendimizin nasıl telbiye getirdiğini görme imkanı yoktur. Anlaşılıyor ki, Hz. Peygamber ile Mücahid arasında en az bir sahabî bulunmaktadır.
Sahabîlerin birbirinden duydukları ama arkadaşını zikretmeden doğrudan Hz. Peygamber’den yaptıkları nakillere sahabî mürseli denilmektedir. İsnaddan düşen ravinin sahabî olduğu bilinen bu tür hadisler zayıf sayılmamışlardır.
Ebu Davud’un el-Merâsîl’i ile Mizzî’nin Tuhfetü’l-Eşrâf bi Ma’rifeti’l-Etrâf’nın son kısmı mürsel hadisleri bir araya getiren eserlerdir. Selahattin Polat’ın Mürsel Hadisler ve Delil Olma Yönünden Değeri adlı eseri, mürsel hadis kavramını ve delil oluşunu inceleyen bir eserdir. İbn Ebi Hâtim’in el-Merâsîl’i ise 1000 yakın mürsel hadis ile 492 bu tür hadisleri rivayet eden raviyi ihtiva etmektedir.
e. Müdelles Hadis ( الحديث المدلّس )
Bir ravinin kendisiyle görüşmediği veya görüşüp de hadis almadığı bir kişiden hadis dinlemiş zannını uyandıracak şekilde rivayet edilen hadistir. Buna göre gerçekte rivayette bulunduğu kişi ya da kişiler gizlenmiştir. Bu durum genelde bir kusuru bulunan kişiyi atlayarak senedin sağlam olduğu hissini uyandırmak için yapılmaktadır.
Bu yapılan işe tedlis bunu yapan kişiye müdellis denilmektedir. Hadis alimleri tedlis yapmayı ravi için önemli bir cerh sebebi saymışlardır.
Müdellis raviler hakkında; el-Kerâbisî, Nesaî, Dârekutnî, Hatîb el-Bağdâdî, İbn Hacer ve Suyutî gibi alimler eser kaleme almışlardır.
2. Ravisindeki Kusur Sebebiyle Zayıf Hadisler
Ravinin zabt kusurları, rivayet ettiği hadisi zayıf hadis konumuna düşürmektedir. Bu kusurdan dolayı zayıf hükmünü almış hadisler aşağıda incelenecektir.
a. Muallel Hadis ( الحديث المعلل )
Sahih hadisin şartlarından biri de muallel olmamasıdır. Bu şartı kaybeden, gizli ve hadisin sıhhatini ortadan kaldıran bir illete sahip olan hadis muallel hadistir. Hadisteki illet ancak işin uzmanı alimler tarafından tesbit edilebilir. İllet tesbit edilene kadar hadisin sahih olduğu düşünülmektedir. Güvenilir ravilerin bazen eksik ezberlemesi, unutması gibi sebeplerle yanıldığı tesbit edilmiştir. Hâkim en-Nîsâbûrî’nin ifade ettiği gibi, illet daha çok güvenilir ravilerin rivayetlerinde aranmalıdır.
Yahya b. Maîn’nin et-Tarih ve’l-İlel’i, Ali b. Medînî’nin İlelü’l-Hadis’i, Ahmed b. Hanbel’in Kitabu’l-İlel ve M’arifetü’r-Rical’i, Tirmizî’nin el-İlellü’l-Kebîr’i, İbn Ebi Hâtim’in İlelü’l-Hadis’i bu konuda telif edilmiş eserlerin en önemlileridir.
b. Muzdarib Hadis ( الحديث المضطرب )
Birbirine aykırı şekilde rivayet edilen sened veya metinlerden biri diğerine tercih edilemeyen hadislere denmektedir. Hadisler arasında görülen aykırılık onlardan birinin hatalı olduğunu göstermektedir. Hangisinin hatalı olduğunu tesbit etme imkanı olmayınca hepsi zayıf kabul edilir. Eğer hatalı rivayet tesbit edilirse onun zayıf diğerinin sahih olduğuna karar verilmiş olur.
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ مَدُّوَيْهِ حَدَّثَنَا الْأَسْوَدُ بْنُ عَامِرٍ عَنْ شَرِيكٍ عَنْ أَبِي حَمْزَةَ عَنْ الشَّعْبِيِّ عَنْ فَاطِمَةَ بِنْتِ قَيْسٍ قَالَتْ سَأَلْتُ أَوْ سُئِلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ الزَّكَاةِ فَقَالَ إِنَّ فِي الْمَالِ لَحَقًّا سِوَى الزَّكَاةِ ثُمَّ تَلَا هَذِهِ الْآيَةَ الَّتِي فِي الْبَقَرَةِ لَيْسَ الْبِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ الْآيَةَ
Fatıma bint Kays’ın rivayetine göre zekat hakkındaki soruya Hz. Peygamber, Malda zekattan başka da hak vardır, diye cevap verdi.
حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ آدَمَ عَنْ شَرِيكٍ عَنْ أَبِي حَمْزَةَ عَنْ الشَّعْبِيِّ عَنْ فَاطِمَةَ بِنْتِ قَيْسٍ أَنْهَا سَمِعَتْهُ تَعْنِي النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ لَيْسَ فِي الْمَالِ حَقٌّ سِوَى الزَّكَاةِ
Fatıma bint Kays Hz. Peygamber’i Malda zekattan başka bir hak yoktur buyururken işittiğini rivayet etmiştir.
Her ikisi de Fatıma bint Kays’dan rivayet edilen bu rivayetler birbirine zıt görünmektedir. Bu bakımından bu hadis muzdaribdir.
Muzdarib hadise birçok örneği İlelü’l-Hadis eserlerinde bulmak mümkündür. Nitekim Dârekutnî’nin İlelü’l-Hadis’inde muzdaribin birçok misali görülmektedir. İbn Hacer’in el-Mukterib Fi Beyâni’l-Muzdarib isimli eseri de bu konuda bilinmesi gereken bir eserdir.
c. Münker Hadis ( الحديث المنكر )
Zayıf ravinin güvenilir ravilere aykırı olarak rivayet ettiği ve bu rivayetiyle tek kaldığı hadislerdir. Kendisine aykırı olarak rivayet edilen güvenilir ravinin hadisi ise ma’rûf olarak isimlendirilir ve sahih kabul edilir.
Münker hadislerle ilgili Abdurrahman b. Nüveyfi’ b. Falih Sülemî’nin el-Hadsü’l-Münker inde nukkâdi’l-Hadis isimli eseri bulunmaktadır.
d. Şâz Hadis ( الحديث الشاذ )
Sika bir ravinin, sika ravilere veya kendisinden daha sika olan bir raviye zıt olarak ve tek kalarak rivayet ettiği hadislerdir. Bazı alimler sadece bir isnadı bulunan, tek bir ravi tarafından rivayet edilen hadisleri de şâz olarak isimlendirmişlerdir.
Güvenilir ravi veya ravilere aykırı olduğu için şâz hadis zayıf kabul edilmektedir
e. Maklûb Hadis ( الحديث المقلوب )
Sened veya metindeki kelime veya cümlelerde yer değiştirme (takdim-tehir) yapılmış hadislerdir. Bu değişiklik bilerek yapıldığı gibi yanlışlıkla da yapılmış olabilir. Bilerek yapma ravinin adalet sıfatını, yanlışlıkla yapma zabt sıfatını cerhe sebep olur.
f. Müdrec Hadis ( الحديث المدرج )
Sened veya metne aslında bulunmayan bir şey eklenmiş hadistir. Bu eklemeler senedde veya metinde olabilir.
Müdrec rivayetlerin hadislerin genellikle şifahî olarak rivayet edildiği dönemde gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Sahabî veya ondan sonraki ravi, rivayet ettiği hadisin sonuna bir söz ekler ya da bir açıklamada bulunur. Daha sonraki ravi de bunu söyleyenenine işaret etmeden hadisle birlikte nakleder. Durumu bilmeyenler ise bütün metnin Rasulüllah’a ait olduğunu zannederek rivayet eder.
Müdrec hadislerle ilgili telif edilen ilk eser Hatîb el-Bağdadî’ye ait olan el-Fasl Li’i-Vasli’l-Müdrec Fi’n-Nakl adlı eserdir. Bu eser senedinde ve metninde idrac bulunan 111 rivayeti içermektedir.
g. Musahhaf ve Muharref Hadis ( الحديث المصحّف والمحرّف )
Sened veya metinde noktalama ve harekeleme hatası yapılmış olan hadise musahhaf, harf hatası yapılmış hadise ise muharref denir. Bu tür hatalar, daha çok hadisin doğrudan kitaptan alınmasıyla ortaya çıkmaktadır.
Arap yazısında ilk günlerde hareke ve noktalama işaretleri bulunmamaktaydı. İşte bu dönemde doğrudan yazılı malzemeden yapılan nakillerde bu tür hataların bulunması tabiidir. Hdis alimlerinin hadis tahammülünde sema ve kıraat metotları üzerinde durmalarının sebebi de hadislerde olabilecek tashif ve tahrifi önlemek içindir.
Musahhaf ve muharref hadisler zayıf kabul edilmektedir. Ravinin çok miktarda tashif yapması da zabt bakımından zayıf kabul edilmesine sebep olur.
Musahhaf ve muharref hadislerle ilgili telif edilen eserlerden bazıları şunlardır: Hasan b. Abdullah el-Askerî’nin Tashîfâtu’l-Muhaddisîn, Hatîb el-Bağdâdî’nin Telhîsü’l-Müteşâbih fi’r-Resm…
Ahmet Yücel, Hadis Usûlü, 213
İ.L.Çakan, Hadis Usûlü, 105
Müslim, İman, 75
Tirmizî, Taharet, 18; Müslim, Taharet, 42; Buharî, Temenni, 9; Cuma, 8
Yücel, a.g.e., 225
Çakan, a.g.e., 108
Kasimî, Kavaidu’t-Tahdîs, 59
Tirmizî, İlel, s. 8
Tirmizî, Nikah, 22
Yücel, a.g.e., 227
Yücel, a.g.e., aynı yer
Tirmizî, Salat, 265
Tirmizî, Salat, 393
Yücel, a.g.e., 223
Ebu Davud, Salat, 5/25
Beyhakî, Sünenü’l-Kübra, II, 1
Hâkim, M’arife, 71
Yücel, a.g.e., 242
Tirmizî, Zekat, 27
İbn Mâce, Zekat, 3
Mustafa Acığlu, Hadis İlmihali, 140
Yücel, a.g.e., 249
Hatîb, el-Kifâye, 253
Yücel, a.g.e., 252

3 Ocak 2014 Cuma

Muâviye b. Ebî Süfyân radiyallâhu anhumâ’nın Konumu ve Faziletleri


Muâviye b. Ebî Süfyân radiyallâhu anhumâ’nın Konumu ve Faziletleri

Ehl-i Sünnet’in sahâbe hakkındaki yolu istisnasız bütün sahâbîleri içermektedir. Muâviye radiyallâhu anh de hiç kuşkusuz babası Ebû Süfyân b. Harb, annesi Hind bnt. ‘Utbe ve erkek kardeşleri Yezîd b. Ebî Süfyân ve ‘Utbe b. Ebî Süfyân radiyallâhu anhum ile birlikte bu sahâbîlerden olma şerefine nail olmuştur. Bacısı Ümmü Habîbe radiyallâhu anhâ ise Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in mübarek eşleri ve müminlerin annesi olması hasebiyle Muâviye radiyallâhu anh,Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kaynı olmuştur. Yine Muâviye radiyallâhu anh “müminlerin dayısı”[1], Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in “vahiy kâtibi” ve “müslümanların halifesi” olarak ayrıca bir yere sahiptir.

Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem sahâbîsi Muâviye radiyallâhu anh’den övgüyle bahsetmiş, onun fazilet ve menkıbelerini ifade eden birtakım hadisler söylemiştir. Bu hadisler Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sahih yollarla gelmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

“Allah’ım! Muâviye’ye kitabı ve hesabı öğret; onu azaptan koru!”[2]

“Allah’ım! Muâviye’yi hidayet eden, hidayet ehli ve hidayete ehil kıl!”[3]

“Ümmetimden denizde gaza eden ilk ordu cennete girmeyi hak etmişlerdir.”[4] Kaynakların ittifak halinde kaydettiklerine göre deniz gazasına çıkan ilk İslam ordusunun komutanı Muâviye radiyallâhu anh’dir.[5]

Bu hadislerin yanında Muâviye radiyallâhu anh’ın fazilet ve menkıbelerini ifade eden ve onun diğer sahâbîler arasındaki seçkin yerini gösteren seleften gelmiş pek çok söz de mevcuttur. Bunlardan bazıları şöyledir:

Ömer b. el-Hattâb radiyallâhu anh dedi ki: “Sizin yanınızda Muâviye radiyallâhu anh varken siz Kisrâ ile Kayser’den ve onların dâhi olduklarından mı bahsediyorsunuz?!”[6]

Bir başka rivâyete göre Ömer b. el-Hattâb radiyallâhu anh, Muâviye radiyallâhu anh’ı gördüğü zaman şöyle derdi: “İşte bu, Arapların Kisrâ’sıdır.”[7]

Ebû Muhammed el-Umevî şöyle anlatmaktadır: “Ömer b. el-Hattâb radiyallâhu anh bir gün Şâm’a gitti. Muâviye radiyallâhu anh’ın kendisini bir bölük asker ile karşıladığını görünce onun yanına gitti ve Muâviye’ye: ‘Ey Muâviye! Bunun gibi bölüklerin yanında sabahlıyorsun, demek. Ayrıca bana ulaştığına göre sen evinde sabahlıyormuşsun ihtiyaç sahibi insanlar da seni kapının önünde bekliyorlarmış.’ dedi Muâviye de: ‘Ey müminlerin emiri! Muhakkak ki şu yaşadığımız yerde düşmanlar bizim çok yakınımızdalar. Üstelik onların gözleri üzerimizde, casusları da içimizdedir. Ey müminlerin emiri! Böyle yaparak sadece onların, İslam’ın izzet ve üstünlüğünü görmelerini istedim.’ diye cevap verdi. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb radiyallâhu anh ona: ‘Muhakkak ki bu çok akıllı bir adamın tuzağı veya birini şüpheye düşürmek isteyen bir adamın hilesidir.’ dedi. Muâviye ise ona: ‘Ey müminlerin emiri! Bana emret, emrini derhal yerine getireyim.’ deyince Ömer b. el-Hattâb radiyallâhu anh de Muâviye’ye şöyle dedi: ‘Yazıklar olsun sana! Seni ayıpladığım hangi iş olursa olsun, onun hakkında senle tartışmış olmayayım ki, sonunda acaba ben o işi sana emredeyim mi yoksa yasaklayayım mı, bunu bilmediğim bir halde beni bırakmış olmayasın.’”[8]

Ali radiyallâhu anh Sıffîn savaşından döndükten sonra şöyle dedi: “Ey insanlar! Muâviye radiyallâhu anh’ın yönetimini çirkin görmeyiniz. Çünkü siz onu kaybederseniz, insanların kafalarının karpuz gibi omuzlarından yere düştüklerini görürsünüz.”[9]

İbn Ömer radiyallâhu anhumâ dedi ki: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sonra Muâviye’den daha iyi bir lider görmedim”. Bunun üzerine kendisine “Baban Ömer radiyallâhu anh de mi?” denilince “Babam Ömer radiyallâhu anh ondan daha hayırlı idi, ama Muâviye radiyallâhu anh babamdan daha iyi bir liderdi.”[10]

Bir diğer rivâyette İbn Ömer radiyallâhu anhumâ şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sonra Muâviye’den daha iyi bir lider görmedim”. Bunun üzerine kendisine “Ebû Bekir, Ömer, Osmân ve Ali radiyallâhu anhum da mı?” denilince şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki Ebû Bekir, Ömer, Osmân ve Ali radiyallâhu anhum ondan daha hayırlı idi, ama Muâviye radiyallâhu anh onlardan daha iyi bir liderdi.”[11]

Muâviye radiyallâhu anh’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Ey İnsanlar! Ben sizin en hayırlınız değilim. Sizin aranızda mutlaka Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr ve benzeri daha çok faziletli ve benden daha hayırlı kimseler vardır. Ama öyle umuyorum ki yöneticilikte ben size daha faydalı olacağım. Düşmanlarınızı geri püskürtmede daha güçlü olacağım. Size sütü daha bol akıttıracağım (gelirinizi arttıracağım).”[12]

İbn Abbâs dedi ki: “Muâviye radiyallâhu anh kadar hükümdarlık için yaratılmış başka birini daha görmedim. Onun yanından gelenler geniş bir vadinin yanından gelmiş gibi oluyorlardı. Dar ve taşlıklı, sıkıntılı olan yerler gibi değildi.” İbn Abbâs bunlarla İbnu’z-Zübeyr’i kastediyor. Çünkü İbnu’z-Zübeyr çabuk kızıp öfkelenen birisi idi.[13]

İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ yine şöyle demiştir: “Allah Hind’in oğlunun (Muâviye’nin) hayrını versin. İnsanlara yeterliliği ne kadar cömertçe, güç ve kudreti ne kadar çoktu. Allah’a yemin ederim ki, minberde asla bize sövmedi. Üstelik yeryüzünde bize karşı ondan daha cömert, insanlara cömertlikte de daha yeterli biri yoktu.”[14]

Muâviye radiyallâhu anh, Hasan b. Ali radiyallâhu anhumâ’nın vefatı üzerine “Muhakkak ki Allah, Hasan hakkında seni utandırmaz ve başına kötü bir hal gelmesine izin vermez.” sözüyle İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’yı tesellî edince İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ ona şöyle dedi: “Allah, müminlerin emirini benim için baki kıldığı sürece başıma kötü bir hal gelmesine asla izin vermez ve beni asla utandırmaz.”[15]

Abdullah b. Abbâs radiyallâhu anhumâ, Muâviye radiyallâhu anh’ın yanına gelmiş, Muâviye de oğlu Yezîd’e, gelip İbn Abbâs’a Ali radiyallâhu anh’ın oğlu Hasan radiyallâhu anh’ın ölümü sebebiyle taziyelerini sunmasını emretmişti. Yezîd, İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’nın yanına geldiğinde ona hoş geldin, dedi ve ikramda bulunup yanına oturdu. İbn Abbâs, onun biraz daha yukarıda oturmasını isteyince Yezîd kabul etmedi ve şöyle dedi: “Ben, taziyelerini sunan bir adamım. Tebrik sunan biri değilim. Onun için taziyelerini sunan bir adama yaraşır bir yerde oturmam gerekir.” Böyle dedikten sonra Hasan radiyallâhu anh’den söz açtı ve şöyle dedi: “Allah, Muhammed’in babası Hasan’a rahmet etsin. Ona bol bol versin. Allah, senin ecrini ve sevabını çoğaltsın, taziyeni de güzelleştirsin, musibetinin yerine senin için daha hayırlı bir mükafat ve daha iyi bir akibet versin.” Yezîd, İbn Abbâs’ın yanından kalkıp gideceği zaman İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ ona: “Harb oğulları gittikleri zaman insanların yumuşak huyluları da (alimleri de) gitmiş olurlar.” dedi. Sonra da şu şiiri okudu: “İnsanların gizliliklerini görmezden gelir bunlar, onların gizliliklerinden söz etmezler. Akıl mirasının ilk aslı bunlardır.”[16]

İbn Ebî Müleyke’den rivâyete göre O şöyle demiştir: “İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’ya “Müminlerin Emiri Muâviye hakkında ne dersin? Çünkü o, tek bir rekat ile vitir kıldı.” denildi. O da “İsabet etmiştir. Çünkü O, fakihtir.” dedi.”[17]

İbn Ebî Müleyke’den gelen bir diğer rivâyette İbn Ebî Müleyke şöyle demiştir: “Muâviye radiyallâhu anh yatsıdan sonra tek bir rekat ile vitir kıldı. Yanında İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’nın bir azatlısı vardı. İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’ya geldi (ve gördüğünü anlattı.) İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ da: “Bırak onu. Çünkü o, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sohbetinde bulunmuş biridir.” dedi.[18]

Ebu’d-Derdâ’ radiyallâhu anh şöyle demiştir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sonra O’nun namazına, bu emirinizin yani Muâviye’nin namazından daha çok benzeyen birini görmedim.”[19]

Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye, İbn Abbâs ve Ebu’d-Derdâ’ radiyallâhu anhum’un yukarıdaki rivâyetlerini kaydettikten sonra şöyle demiştir: “Bu, sahâbenin Muâviye radiyallâhu anh’ın fıkhı ve dini hakkındaki şahidlikleridir. Fıkhına şahitlik eden İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ, namazının güzelliğine şahitlik eden ise Ebu’d-Derdâ’ radiyallâhu anh’dir. Bu iki zatın da büyük iki sahâbî olduğu unutulmamalıdır. Bu hususa muvafakat eden haberler daha pek çoktur.”[20]

Abdullah b. ez-Zübeyr dedi ki: “Allah Hind’in oğlunun (Muâviye’nin) hayrını versin. Biz onu korkuturduk da -ki aslan, pençelerine karşı ondan daha cüretkâr (cesur) değildi- ama o yine de bize ilişmezdi. Yeryüzünde kendisinden daha dahi ve bize hile yapabilecek daha başka kimse olmadığı halde biz ona hile yapardık yine de o bize hile ile karşılık vermez, sadece aldanmış gibi görünürdü. Allah’a yemin ederim ki şu dağda –Ebû Kubeys dağına işaret etti– bir taş bulunduğu müddetçe Muâviye’den yararlanmamızı çok istedim.”[21]

Sa’d b. Ebî Vakkâs radiyallâhu anh şöyle demiştir: “Osmân radiyallâhu anh’den sonra şu kapının sahibi Muâviye kadar hakkıyla insanları yöneten başka birini daha görmedim.”[22]

Ebû Hureyre radiyallâhu anh Medine çarşısında dolaşır ve şöyle derdi: “Yazıklar olsun size! Muâviye’nin zülüflerine sıkı sıkıya tutunun. Ey Allahım! Beni çoluk çocuğun yönettiği zamana eriştirme.”[23]

‘Umeyr b. Sa’d dedi ki: “Muâviye radiyallâhu anh’i ancak hayırla anın.”[24]

Abdullah b. Mübârek “Ömer b. Abdülazîz mi yoksa Muâviye mi daha faziletlidir?” şeklinde bir soruya muhatap oldu. Ve şöyle dedi: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’e tabi olarak savaşırken Muâviye’nin atının burnuna giren bir toz zerresi, Ömer b. Abdülazîz’deki aynı şeyden daha faziletlidir.”[25]

Bu rivâyet bazı kaynaklarda Abdullah b. Mübârek’e yöneltilen şu soruyla birlikte geçmektedir: “Muhammed b. Yahyâ b. Sa‘îd dedi ki: İbn Mübârek’e Muâviye’yi sordular. O da şöyle cevap verdi: Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in kendisi hakkında “‘Allah kendisine hamd edeni işitir (semiallâhu limen hamideh)’, sonra da ‘Ey Rabbimiz! Hamd ancak sanadır (Rabbenâ ve leke’l-Hamd)’ diyeni de işitir.” diye buyurduğu bir adam için ben ne diyebilirim ki?!”[26]

İbnu’l-Mübârek dedi ki: “Muâviye radiyallâhu anh bizim katımızda öyle bir mihnettir ki (imtihan) kimin ona göz ucuyla baktığını görürsek, onu sahâbîlere karşı kötü söz söylemekle itham ederiz.”[27]

İbnu’l-Mübârek, Muhammed b. Müslim kanalıyla İbrâhîm b. Meysere’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Ömer b. Abdülazîz’in Muâviye radiyallâhu anh’e sövenden başkasına vurduğunu görmedim. Zira Muâviye radiyallâhu anh’e söven bir adamı kırbaçladı.”[28]

Rebâh b. el-Cerrâh el-Mevsılî’nin anlattığına göre bir adam el-Mu‘âfâ b. ‘İmrân’a, “Ömer b. Abdülazîz, Muâviye’den daha faziletli” dedi. el-Mu‘âfâ öfkelendi ve: “Hiç kimse Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbıyla mukayese edilemez. Muâviye O’nun sahâbîsidir, dünürüdür ve kâtibidir. Allah Azze ve Celle’nin vahyinin eminidir.” Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Ashâbım ve dünürlerimi bana bırakın (onlara sataşmayın), kim onlara söverse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.”[29] dedi.[30]

Bir diğer rivâyette Bişr b. el-Hâris buna benzer bir olayı şöyle anlatmaktadır: el-Mu‘âfâ b. ‘İmrân’a, Muâviye radiyallâhu anh mi yoksa Ömer b. Abdülazîz mi daha faziletlidir diye soru sorulunca şöyle cevap verdi: “Muâviye radiyallâhu anh, Ömer b. Abdülazîz misali altı yüz kişiden daha faziletlidir”[31]

İbrâhîm b. Sa‘îd el-Cevherî şöyle demiştir: Ebû Usâme’ye (Hammâd b. Usâme b. Zeyd el-Kureşî) “Muâviye mi yoksa Ömer b. Abdülazîz mi daha faziletlidir?” diye sordum. Ebû Usâme şöyle cevap verdi: “Hiç kimse Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbıyla mukayese edilemez.”[32]

Ebû Bekr el-Mervezî şöyle demiştir: Ebû Abdillah Ahmed b. Hanbel’e dedim ki: Muâviye mi yoksa Ömer b. Abdülazîz mi daha faziletlidir? O şöyle cevap verdi: “Muâviye daha faziletlidir. Biz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbı ile hiç kimseyi kıyas etmeyiz. Çünkü Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: ‘İnsanların en hayırlısı benim içinde gönderildiğim yüz yıldır.’[33] diye buyurmuştur.”[34]

İbn Şihâb ez-Zührî dedi ki: “Muâviye radiyallâhu anh yönetime geçtikten sonra yıllarca Ömer b. el-Hattâb radiyallâhu anh’ın sîreti ile hükmetti. Bu süre zarfında bu duruma aykırı hiçbir şey ortaya koymadı.”[35]

Mücâhid dedi ki: “Eğer Muâviye radiyallâhu anh’i görseydiniz muhakkak bu Mehdî’dir, derdiniz.”[36]

Katâde dedi ki: “Eğer Muâviye radiyallâhu anh’ın ameli gibi amel işleyen birini görseydiniz muhakkak çoğunuz bu Mehdî’dir, derdi.”[37]

A’meş (Süleymân b. Mihrân el-Esedî) dedi ki: “Eğer Muâviye radiyallâhu anh’i görseydiniz muhakkak bu Mehdî’dir, derdiniz.”[38]

Bir gün A’meş’in yanında Ömer b. Abdülazîz ve adeletinden bahsedilence: “Ya peki Muâviye’ye yetişseydiniz nasıl olurdu?!” dedi. Bunun üzerine orda bulunanlar: “Ey Ebâ Muhammed (A’meş)! Herhalde Muâviye’nin yumuşak huyunu kastediyorsun?” dediler. A’meş de onlara şöyle dedi: “Vallahi hayır. Aksine adaletini kastediyorum.”[39]

Ebû Tevbe Rebî’ b. Nâfi’ el-Halebî dedi ki: “Muâviye radiyallâhu anh, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbının perdesidir. Kişi bu perdeyi araladığı zaman onun arkasındakilere (sahâbeye) sataşmaya cüret eder.”[40]

İbn Vehb, Mâlik kanalıyla İbn Şihâb ez-Zührî’nin şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Sa‘îd b. el-Müseyyeb’e Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbını sordum. O bana dedi ki: “Dinle ey Zührî! Kim Ebû Bekir, Ömer, Osmân ve Ali’yi severek ölür, on kişinin cennetle müjdelendiğine şahitlik eder ve Muâviye’ye rahmet okursa işte o kimseyi hesaba çekmemesi Allah’ın üzerine bir haktır.”[41]

Meymûnî, Ahmed b. Hanbel’in kendisine şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “Ey Ebâ Hasen! Bir adamın sahâbelerden kötü sözle bahsettiğini görürsen, onun müslümanlığını itham et (müslümanlığından şüphe et).”[42]

Meymûnî şöyle demektedir: Ahmed b. Hanbel’e dedim ki: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem: “Dünürlüğüm ve nesebim dışında her türlü dünürlük ve nesep kesilir.”[43] buyurmuyor mu? O: Elbette, dedi. Ben: Peki bu Muâviye için de böyle mi? dedim. O: Evet Muâviye’nin Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ile dünürlük ve nesep bağı vardır, dedi. Meymûnî daha sonra Ahmed b. Hanbel’in şöyle dediğini söylemiştir: “Onlar kim, Muâviye radiyallâhu anh kim?! Ne oluyor da Muâviye radiyallâhu anh ile uğraşıyorlar. … Allah’tan afiyet dileriz.”[44]

Fadl b. Ziyâd dedi ki: “Muâviye ile Amr b. el-Âs radiyallâhu anhumâ hakkında kötü sözler sarfedip onları kınayan bir adamın Râfızî sayılıp sayılmayacağı Ebû Abdillah’a (İmam Ahmed’e) sorulduğunda o şu cevabı verdi: Bu iki kişi aleyhinde konuşmaya cüret eden adamın içinde mutlaka gizli bir kötülük vardır. Sahâbelerden herhangi birinin hakkını korumayan ve onun hakkında kötü sözler sarfeden adamın niyeti de mutlaka kötüdür.”[45]

İmam Ahmed’e: “‘Muâviye’nin vahiy kâtibi olduğunu söylemiyorum, yine O’nun müminlerin dayısı olduğunu da, söylemiyorum. Çünkü O iktidarı kılıç zoruyla gasbederek aldı.’ diyen kimse hakkında ne dersin Allah’ın sana rahmet etmesini dilediğimiz ey imam?” şeklinde soru sorulunca şöyle cevap verdi: “Bu, kötü ve çirkin bir sözdür. Böyle söyleyen topluluktan sakınılır, onlarla oturulup kalkılmaz ve onların durumlarını insanlara açıklarız.”[46]

İbrâhîm el-Harbî dedi ki: Ebû Abdillah (İmam Ahmed) bir adamın: ‘Benim Muâviye radiyallâhu anh’ı aşağılayan bir dayım var. Belki de onunla birlikte yemek yediğim olmuştur, bu hususta ne dersiniz?’ şeklindeki sorusuna süratle şu cevabı vermiştir: “Onunla birlikte yeme!”[47]

Kaynaklarda sahip olduğu liderlik vasfı dışında Muâviye radiyallâhu anh’ın dindarlık, yumuşak huyluluk, merhamet, cömertlik ve hazır cevaplılık gibi daha birçok üstün meziyetinden bahseden sözler bir hayli yer tutmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir:

el-Misver b. Mahreme, Muâviye radiyallâhu anh’ın kendisine şöyle dediğini anlatmaktadır: “Muhakkak ki ben öyle bir din üzereyim ki, Allah o dinde iyilikleri kabul eder, kötülükleri ise bağışlar. Allah’a yemin ederim ki, ben bu yol üzereyim. Yine Allah’a yemin ederim ki, (herhangi bir hususta) Allah ile gayrı arasında muhayyer bırakılmayayım ki yani onlardan birini seçip tercih etmem istenmesin ki, ben (o hususta) Allah’ı gayrına seçip tercih etmiş olmayayım.”[48]

Abdülmelik b. Mervân bir gün Muâviye radiyallâhu anh’den bahsederken şöyle dedi: “Hind’in oğlu Muâviye kadar yumuşak huylu, tahammüllü ve kerem sahibi birini görmedim.”[49]

Kabîsa b. Câbir el-Esedî dedi ki: “Muâviye radiyallâhu anh kadar yumuşak huylu, onun kadar liderlik sıfatına sahip, onun kadar tahammüllü, merhametli, onun kadar kolayca çıkış yolu bulan, onun kadar iyilik yapmaya müsait birini görmedim.”[50]

Başka bir rivâyette Kabîsa b. Câbir el-Esedî şöyle demiştir: “Sonra Muâviye’ye arkadaşlık yaptım. Bu arkadaşlığım sırasında ne dost olarak ondan daha sevimli bir kimseyi, ne de içi dışına bu kadar benzeyen birini gördüm.”[51]

Bir adam Muâviye radiyallâhu anh’e kötü sözler sarfetti. Bunun üzerine Muâviye radiyallâhu anh’e denildi ki: “Şunun hakkından gelsene!” Muâviye radiyallâhu anh de şöyle cevap verdi: “İdarem altındaki bir kimsenin suçu yüzünden yumuşak huyluluğu bırakıp öfkelenmekten haya ederim.”[52]

İbnu’l-‘Arabî dedi ki: “Adamın biri Muâviye radiyallâhu anh’e senden daha düşük ve değersiz birini görmedim deyince Muâviye radiyallâhu anh, ona şu karşılığı verdi: “Evet, hiç kimse bu haliyle adamlarla karşı karşıya gelemez.”[53]

Muhakkık âlimler de Muâviye radiyallâhu anh’den övgüyle söz etmişler onun faziletini ve diğer sahâbîler arasındaki seçkin yerini ifade eden özlü sözler söylemişlerdir. Bu sözlerden bazıları şöyledir:

İbn Kudâme el-Makdisî şöyle demiştir: “Muâviye müminlerin dayısıdır. Allah’ın vahyinin kâtibidir. Müslümanların halifelerinden –ki Allah onlardan razı olsun– biridir.”[54]

Kadı İbnu’l-‘Arabî şöyle demiştir: “Fakat Muâviye radiyallâhu anh’de birçok haslet toplanmıştı ki, Ömer radiyallâhu anh; güzel sîreti, el-Beyda’nın himayesi ve sınır boylarını korumak için ortaya koyduğu mücadele, ordunun ıslahı ve düşmanlara karşı galip gelmek için yaptıkları ve insanları yönetmedeki başarısı sebebiyle bütün Şam’ın idaresini onun elinde toplayarak Şam valiliği görevini tek başına ona verdi.”[55]

Başka bir yerde ise şöyle demiştir: “Muâviye radiyallâhu anh’e gelince Ömer radiyallâhu anh onu vali olarak atamış, bütün Şam’ın idaresini onun elinde toplamış Osmân radiyallâhu anh de onun bu tercihini aynen ikrar etmiştir. Hatta bunun da ötesinde şu denebilir: Muâviye’yi vali olarak bizzat Ebû Bekir radiyallâhu anh atamıştır. Çünkü Ebû Bekir radiyallâhu anh Muâviye’nin kardeşi Yezîd’i vali olarak atamış Yezîd de kardeşi Muâviye’yi kendi yerine vekil tayin etmişti. Ömer radiyallâhu anh de bu uygulamayı, bizzat Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın vali olarak atadığı kişinin kardeşini kendi yerine vekil tayin etmesinden dolayı Ebû Bekir radiyallâhu anh’ın hilafeti dönemindeki uygulamalara bağlılığı nedeniyle ikrar etmiştir. Daha sonra Osmân radiyallâhu anh de Ömer radiyallâhu anh’ın uygulamalarına bağlı kalmış ve Ömer radiyallâhu anh’ın Muâviye radiyallâhu anh’ın valiliği doğrultusundaki kararını aynen ikrar etmiştir. Şu zincire bir baksanıza! Kulpu ne kadar da sağlam bir kulp!!!”[56]

Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye şöyle demektedir: “Âlimler, Muâviye radiyallâhu anh’ın, bu ümmetin hükümdarlarının en faziletlisi olduğunda ittifak etmişlerdir. Kendisinden önceki dördü, Peygamber’in halifesiydiler. Muâviye radiyallâhu anh ise hükümdarların (sultanların) ilkidir ve onun hükümdarlığı bir sultanlık ve rahmetti. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmaktadır: ‘Mülk (idarecilik) nübüvvet ve rahmet olacaktır. Sonra hilafet ve rahmet, sonra sultanlık ve rahmet, sonra sultanlık ve zorbalık, sonra da zalim sultanlık olacaktır.’[57] İşte Muâviye radiyallâhu anh’ın sultanlığında öyle rahmet, yumuşak muamele ve Müslümanlara yarar vardı ki, sultanlığının diğerlerinin sultanlığından daha hayırlı ve üstün olduğu buradan anlaşılmaktadır.”[58]

Yine şöyle demiştir: “Muâviye radiyallâhu anh’ı Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem’in idareci olarak görevlendirdiği tevâtürle sabittir. Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem ile birlikte savaşmış ve ona vahiy kâtipliği yapmıştır. Vahiy kâtipliği hususunda Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem onu itham etmemiştir. İnsanları en iyi tanıyanlardan biri olan ve hakkın diline ve kalbine yansıdığı Ömer radiyallâhu anh, onu vali olarak tayin etmiştir ve valiliği hususunda onu itham etmemiştir.”[59]

Bir başka yerde ise şöyle demiştir: “Müslümanların hükümdarları içinde Muâviye radiyallâhu anh’den daha hayırlı bir hükümdar yoktur. Yine hükümdarlardan herhangi bir hükümdarın zamanındaki insanlar, Muâviye radiyallâhu anh’ın zamanındaki insanlardan daha hayırlı değildiler. Tabi bu, Muâviye radiyallâhu anh’ın hükümdarlık günlerinin kendinden sonraki günlere nispeti halinde böyledir. Yoksa Ebû Bekir ve Ömer radiyallâhu anhumâ’nın günlerine nispeti halinde bu iki sahâbînin günlerinin üstünlük ve fazileti açıktır. Ebû Bekr el-Esrem, onun kanalından rivâyetle de İbn Batta, Muhammed b. ‘Amr b. Cebele Þ Muhammed b. Mervân Þ Yûnus yoluyla Katâde’nin şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir: ‘Eğer Muâviye radiyallâhu anh’ın ameli gibi amel işleyen birini görseydiniz muhakkak çoğunuz bu Mehdî’dir, derdi.’ Yine İbn Batta sabit isnâdıyla iki kanaldan A’meş’den, o da Mücâhid’den Mücâhid’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: ‘Eğer Muâviye radiyallâhu anh’i görseydiniz muhakkak bu Mehdî’dir, derdiniz.’ Ebû Bekr el-Esrem, Muhammed b. Havâş yoluyla Ebû Hureyre el-Müktib’in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: Bir gün A’meş’in yanındaydık. Ömer b. Abdülazîz ve adeletinden bahsedilence A’meş: ‘Ya peki Muâviye’ye yetişseydiniz nasıl olurdu?!’ dedi. Bunun üzerine orda bulunanlar: ‘Ey Ebâ Muhammed (A’meş)! Herhalde Muâviye’nin yumuşak huyunu kastediyorsun?’ dediler. A’meş de onlara şöyle dedi: ‘Vallahi hayır. Aksine adaletini kastediyorum.’”[60]

İbn Teymiyye Allah’ın “Allah, sizlerden iman edip salih amelde bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat etti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nûr, 24/55)âyetinin bir gereği olarak iman edip salih amelde bulunanları yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vaat ettiğini söyledikten sonra şöyle demiştir: “İşte bu durumda Kur’ân, Ebû Bekir, Ömer ve Osmân radiyallâhu anhum’un imanlarına, yine onlarla birlikte yeryüzüne sahip ve hakim olunan, dinin yerleşip korunduğu ve güven ortamının tam olarak sağlandığı bir zamanda yaşayanların imanlarına delalet etmektedir. Yine yeryüzüne sahip ve hakim olunan, dinin yerleşip korunduğu ve güven ortamının tam olarak sağlandığı bir zamanda yaşayanlarla Ali, Talha, ez-Zübeyr b. el-‘Avvâm, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Muâviye ve Amr b. el-‘Âs radiyallâhu anhum gibi fitne zamanını idrak edenler de bu âyetin kapsamına girmektedirler. Çünkü onlar da yeryüzüne sahip ve hakim kılınmışlar, din onlar için yerleşip korunmuş ve güven ortamı onlar için tam olarak sağlanmıştır.”[61]

Zehebî şöyle demektedir: “Muâviye b. Ebî Süfyân. Tam adı Muâviye b. Sahr b. Harb b. Ümeyye b. Abdişems b. Abdümenâf b. Kusayy b. Kilâb. Müminlerin emiri, İslam hükümdarı. Künyesi Ebû Abdirrahmân el-Kureşî el-Emevî el-Mekkî’dir. Annesi Hind binti ‘Utbe b. Rebî‘a b. Abdişems b. Abdimenâf b. Kusayy’dir. Muâviye radiyallâhu anh’ın babasından önce, kaza umresi sırasında müslüman olduğu ve babasından korktuğundan dolayı Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in yanına gitmeden Mekke’de kaldığı söylenmiştir. Müslüman olduğu ancak Mekke’nin fethi günü açığa çıkmıştır. … İbn Ebi’d-Dünyâ ve başkaları Muâviye radiyallâhu anh’ın uzun boylu, beyaz tenli, güzel görünümlü olduğunu, güldüğü zaman üst dudağının çekildiği ve saçlarına kına sürüldüğünü bildirmişlerdir.”[62]

Yine şöyle demektedir: “Muâviye radiyallâhu anh’ın faziletini göstermesi bakımından Ömer radiyallâhu anh’ın, hemen peşinden de Osmân radiyallâhu anh’ın O’nu sınır boyuna vali olarak ataması, yine Muâviye radiyallâhu anh idarecesi olduğu bölgeyi zabtu rabt altına alması, işleri eksiksiz bir şekilde tastamam yürütmesi ve her ne kadar bazıları bir kereye mahsus sıkıntı çekseler de insanları cömertliği ve yumuşak huyuyla razı etmesi sana yeter de artar bile. Yönetim işte bunun gibi olsun. Her ne kadarRasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’indiğer sahâbîleri, ondan çok daha üstün, çok daha hayırlı ve salih idiler ise de,bu adam, mükemmel aklı, öne çıkan yumuşak huyu, geniş gönlü, muhteşem dehası ve güçlü (isabetli) görüşü sayesinde âleme liderlik etmiş ve âlemi yönetmiştir. Bunun yanında bazı kötü işleri ve hataları da olmuştur. Hesaba çekecek olan yalnız Allah’tır. Muâviye radiyallâhu anh, yönetimi altındakilere kendini sevdirmesini biliyordu. Yirmi yıl kadar Şâm valiliği, sonrada yirmi yıl süreyle halifelik yapmıştır. Bu süre zarfında devleti içinde ona karşı ayaklanan hiç kimse olmamıştır. Aksine değişik milletler ona yanaşmış, Arapları ve Arap olmayanları da yönetimi altına almıştı. Mekke, Medine, Mısır, Şâm (Suriye), Irak, Horasan, Fars, Cezîre, Yemen, Mağrib (Kuzey Afrika) ve daha başka ülkeler onun yönetimi altında kalmıştır.”[63]

Başka bir yerde ise şöyle demiştir: “Muâviye radiyallâhu anh adaletleri zulümlerine galip gelmiş hükümdarların en hayırlılarındandır. Bunun yanında hatalardan da ber’i değildir. Allah onu affeder.”[64]

İbn Kesîr ise şöyle demektedir: “İşte bu olaylardan sonra yönetim tamamen Muâviye radiyallâhu anh’ın eline geçti ve bütün halk hicretin 41. senesinde Muâviye radiyallâhu anh’a bey’at etti. Hicrî 41. seneden Muâviye radiyallâhu anh’ın vefat senesi olan hicrî 60. seneye kadar yönetim müstakil olarak Muâviye radiyallâhu anh’ın elinde kaldı. Bu dönemde cihad, düşman topraklarında bütün hızıyla sürdü, Allah’ın kelimesi yüceltildi. Çevre ülkelerin hepsinden Muâviye radiyallâhu anh’e ganimetler yağıyordu. Müslümanlar onun yönetiminde rahat ve adalet içinde barışık ve afiyette yaşıyorlardı.”[65]

Yine şöyle demektedir: “Muâviye radiyallâhu anh yumuşak huylu, ağır başlı ve insanlar arasında sözüne uyulan bir efendi ve liderdi. Yine cömert, adaletli ve zeki bir kimse idi.”[66]

Başka bir yerde ise şöyle demiştir: “Muâviye radiyallâhu anh sîreti (yaşantısı) güzel, çokça bağışlayıcı, fazla affedici ve insanların ayıplarını çokça örten biriydi. Allah-u Teâlâ ona rahmet etsin.”[67]

İbn Kesîr “Kim zulmedilerek öldürülürse; gerçekten Biz onun velisine bir hak tanımışızdır.” (İsrâ, 17/33) âyetinin tefsiri hakkında ise şunları söylemektedir:“Kâtile karşı ona bir yetki vermişizdir. O, muhayyerdir. İsterse kısas yaparak kâtili öldürür, isterse diyet karşılığı, isterse karşılıksız kâtili öldürmekten vazgeçer. Sünnet-i Seniyye’de böyle sabit olmuştur. Derin denizler gibi olan İmâm İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ bu âyet-i kerîme’nin umûmi hükmünden Muâviye radiyallâhu anh’ın saltanata yetkili olduğu neticesini çıkarmıştır. Onun ileride hükümdar olacağını belirtmiştir. Çünkü O, Osmân radiyallâhu anh’ın velisiydi. Osmân da zulmen öldürülmüş olduğundan Muâviye radiyallâhu anh, Ali radiyallâhu anh’den Osmân’ın kâtillerinin kısas yapılmak üzere kendilerine teslim edilmelerini istiyordu. Muâviye radiyallâhu anh Emevî idi. Ali radiyallâhu anh de imkân bulup böyle yapmak için işi zamana bırakıyordu. Ali radiyallâhu anh, Muâviye radiyallâhu anh’den Şam’ı kendisine teslim etmesini istemişti. Muâviye de Osmân’ın kâtilleri kendisine teslim edilinceye kadar Şam’ı Ali’ye teslim etmekten kaçınmıştı. Bunun için Muâviye ve Şam halkı da, Ali’ye biat etmemişlerdi. Nihâyet uzun hadiselerden sonra Muâviye radiyallâhu anh güç kazanıp İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’nın dediği ve bu âyetten çıkardığı gibi idâreyi eline aldı. Bu da hayret edilecek bir iştir. Taberâni, el-Mu’cemu’l-Kebîr isimli eserinde[68] bunu naklederek şöyle der : Bize Yahyâ İbn Abdülbâkî… Zehdem el-Cermî’den nakletti ki; o, şöyle demiş: Biz İbn Abbâs’ın gece meclisindeydik. Dedi ki : Ben size bir hadîs nakledeceğim ki bu ne gizlidir, ne de açıktır. Bu adam -Osmân’ı kasdediyor- hakkında olanlar olunca ben Ali’ye şöyle dedim : Köşeye çekil. Eğer bir delikte bulunacak olursan, çıkarılıncaya kadar ta’kîb edilirsin. Ali bana isyân etti. Allah’a yemîn ederim ki; Muâviye sizin üzerinizde muhakkak emîr olacaktır. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor : “Kim zulmedilerek öldürülürse; gerçekten Biz onun velisine bir yetki tanımışızdır. Artık o da öldürmede aşırı gitmesin.” (İsrâ, 17/33)”[69]

İbn Ebi’l-‘İzz el-Hanefî şöyle demiştir: “Müslümanların krallarının ilki Muâviye radiyallâhu anh’dir. O, müslümanların krallarının en hayırlısıdır.[70]

İbn Haldûn şöyle demiştir: “Muâviye radiyallâhu anh’ın devleti ve kendisi hakkındaki haberlerin, kendinden önceki halifelerin devletlerine ve onlar hakkındaki haberlere katılması gerekmekteydi. Çünkü O, fazilet, adalet ve sahâbîlikte bu halifelerin peşisıra gelmektedir. Bu konuyu ‘Halifelik benden sonra otuz yıldır.”[71] hadisi ile değerlendirmek doğru olmaz. Bu hadis sahih değildir. Hak olan Muâviye radiyallâhu anh’ın bu halifeler arasında sayılmasıdır.”[72]

Molla Aliyyu’l-Kârî şöyle demiştir: “Muâviye radiyallâhu anh’e gelince, O adalet ve fazilet sahibi kimselerden ve seçkin sahâbîlerdendir.”[73]



İlahiyatçı Yazar Necmi Sarı

(Muâviye b. Ebî Süfyân Müdafaası adlı eserinin önsözünden s. 21-39)

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bacısı Ümmü Habîbe radiyallâhu anhâ Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in mübarek eşleri böylelikle de müminlerin annesi olduğu için Muâviye radiyallâhu anh’a neseben değil, hürmeten ve kadren “müminlerin dayısı” ismi verilmiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (4/369-376); Zehebî, el-Müntekâ min Minhâci’l-İ’tidâl (s. 257-258, terc. s. 172-173); İbn Hacer el-Heytemî, Tathîru’l-Cinân (s. 17, 18); Abdullah el-Guneymân, Muhtasaru Minhâci’s-Sünne (1/292-295).

[2] Tahrîci ileride gelecek. Bkz. 303 nolu dipnot.

[3] Tahrîci ileride gelecek. Bkz. 310 nolu dipnot.

[4] Bkz. Buhârî (No: 2924).

[5] Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî (6/120).

[6] Bkz. Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk (3/264-265); İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh (3/373, terc. 4/16). Ay. bkz. Dr. Hâlid b. Muhammed el-Ğays, Merviyyâtü Hilâfeti Muâviye fî Târîhi’t-Taberî (s. 83).

[7] Bkz. el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf (2/128); İbn Abdilberr, el-İstî‘âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (3/471); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/114, 115);İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe (5/202); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/134);Târîhu’l-İslâm (2/343);İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/417, terc. 8/212); İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe (6/121); Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ’ (s. 172).

[8] Bkz. el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf (4/147); Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk (3/265). Eser ayrıca buna yakın bir lafızla Abdülazîz b. Bahr’ın şeyhinden rivâyet edilmiştir. Bu rivâyet eiçin bkz. İbn Abdilberr, el-İstî‘âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (3/471-472); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/112); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/133); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/415-416, 416, terc. 8/210-211, 211). Ay. bkz. Dr. Hâlid b. Muhammed el-Ğays, Merviyyâtü Hilâfeti Muâviye fî Târîhi’t-Taberî (s. 84).

[9] Bkz. İbn Ebî Şeybe, el-Musannef” (No: 37843); Abdullah b. Ahmed, es-Sünne (No: 1283); Ebû Nu‘aym, Ma’rifetü’s-Sahâbe (5/2497); Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve (6/466); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/61, 151, 151-152, 152); İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (6/209); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/144); Târîhu’l-İslâm (2/343); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (9/233, terc. 6/312); (11/430, terc. 8/221); Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ (2/172, 209); Alî el-Hindî, Kenzu’l-‘Ummâl (No: 31704, 31712). el-Lâlekâî bu rivâyeti “Muâviye’nin yönetimini çirkin görmeyin.” lafzıyla Şa’bî kanalıyla Hasan radiyallâhu anh’den rivâyet etmiştir. Bkz. Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehl’s-Sünne (No: 2800).

[10] Bkz. İbn Ebî ‘Âsım, el-Âhâd ve’l-Mesânî (s. 99); Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 678-680); el-Harâitî, el-Müntehab min Mekârimi’l-Ahlâk (No: 264); Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr (12/No: 13432); el-Mu’cemu’l-Evsat (No: 6759); el-Lâlekâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehli’s-Sünne (No: 2781); Ebû Nu‘aym, Ma’rifetü’s-Sahâbe (5/2497); İbn Abdilberr, el-İstî‘âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (3/472); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/61, 173, 174); İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe (5/202). Eser sahihtir. Bkz. İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ (17/227); Minhâcu’s-Sünne (4/444); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/152-153); Târîhu’l-İslâm (2/344);İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/438, terc. 8/226); Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid (9/357); İbn Hacer, Fethu’l-Bârî (7/125); Molla Aliyyu’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh (11/389, 6259 nolu hadisin şerhi); Muhibbuddîn el-Hatîb, Ebû Bekr İbnu’l-‘Arabî’nin el-‘Avâsım mine’l-Kavâsım Kitabının Tahkiki (s. 138, 1 nolu dipnot).Ebû Bekr el-Hallâl rahimehullâh, es-Sünne (No: 680) adlı kitabında bu eseri Cebele b. Sühaym’dan sahih bir senedle şu lafızla tahrîc etmiştir: Cebele b. Sühaym İbn Ömer’i şöyle söylerken işittim demiştir: “Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’den sonra Muâviye’den daha iyi idareci görmedim.” “Baban bile mi?” denildiğinde “Babam Ömer radiyallâhu anh Muâviye’den daha hayırlıdır. Ama Muâviye ondan daha iyi idarecidir.” İmâm Ahmed “daha iyi idareci” ifadesini “daha eli açık” olarak tefsir etmiştir. Bu hususu ed-Dûrî, İmâm Ahmed’in bazı ashâbından nakletmiştir. Ay. bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, Kitâbu’s-Sünne (s. 441-443; No: 678, 679, 681).

[11] Bkz. İbn Abdilberr, el-İstî‘âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (3/472); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/173, 174); İbnu’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe (5/202). İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/438, terc. 8/226).

[12] Bkz. İbn Ebî ‘Âsım, el-Âhâd ve’l-Mesânî (s. 98); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/162-163, 163); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/436-437, terc. 8/225); Zehebî, Târîhu’l-İslâm (2/344).

[13] Bkz. Abdürrezzâk, el-Musannef (No: 20985); Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr (7/327, No:1405 , diğer baskıda , No: 7/203-204, No: 10743); Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk (4/269); Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 677); Ebû Nu‘aym, Ma’rifetü’s-Sahâbe (5/2497); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/61, 174, 175). Eser sahihtir. Bkz. İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Hadîs (1/395-396); İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târîh (3/374, terc. 4/18); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/153); Târîhu’l-İslâm (2/344); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/439, terc. 8/226); İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe (6/121).

[14] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/187);(63/209).

[15] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/197); İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi (Medîneti) Dımaşk (25/67-68).

[16] Bkz. el-Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf (2/92); İbn Abdirabbih, el-‘İkdu’l-Ferîd (4/361-362); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (65/403-404, 404); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/642, terc. 8/372).

[17] Bkz. Buhârî (No: 3765).

[18] Bkz. Buhârî (No: 3764).

[19] Bkz. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr [bkz. Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid (9/357)]; Müsnedü’ş-Şâmiyyîn (No: 282, 283); Ebû Nu‘aym, Hilyetü’l-Evliyâ’ (3/485); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/135). Heysemî eser hakkında şöyle demiştir: “Eseri Taberânî rivâyet etmiş olup ricâli Kays b. el-Hâris el-Mezhıcî dışında Sahîh’in ricâlidir. Bu zat ise sikadır.” Bkz. Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid (9/357).

[20] Bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (6/235).

[21] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/185, 185-186); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/442, terc. 8/228).

[22] Bkz. el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf (5/53); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/160-161); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/150); Târîhu’l-İslâm (2/344); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/435, terc. 8/224).

[23] Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve (6/466);İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/217); İbn Manzûr, Muhtasaru Târîhi (Medîneti) Dımaşk (25/79); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (9/233, terc. 6/312); Suyûtî, el-Hasâisu’l-Kübrâ (1/210).

[24] Bkz. Tirmizî (No: 3843); Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr (7/328, No: 1405, diğer baskıda, 7/204, No: 10743 );Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/126); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/408, terc. 8/207). el-Elbânî eser hakkında “öncesiyle birlikte sahih” demiştir. Sahîhu Süneni’t-Tirmizî (No: 3843).

[25] Bkz.Âcurrî, eş-Şerî‘a (thk. Müessesetü’r-Reyyân No: 1955); Ebu’l-Kâsım el-Esbehânî, el-Hucce (2/377); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/207); İbn Hallikân, Vefayâtü’l-A’yân (3/33). Ay. bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (6/227); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/449, terc. 8/233); İbn Hacer el-Heytemî, es-Savâ‘iku’l-Muhrika (s. 321, terc. s. 456); Tathîru’l-Cinân (s. 13); el-Fetâva’l-Hadîsiyye (1/716, Matlab fî Kavli İbni’l-Mübârek); Şihâbuddîn el-Âlûsî, Rûhu’l-Me‘ânî (28/139, Cuma Suresi, 3 nolu âyetin tefsiri).

[26] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/207); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/449, terc. 8/233); İbn Hacer el-Heytemî, Tathîru’l-Cinân (s. 13).

[27] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/208-209); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/449, terc. 8/233).

[28] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/211); İbn Teymiyye, es-Sârimu’l-Meslûl (s. 469);İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/450-451, terc. 8/233).

[29] Hadisin “Ashâbım ve dünürlerimi bana bırakın (onlara sataşmayın)” bölümü sahih yollardan gelmemiştir. Bkz. Ebû Nu‘aym, Zikru Ahbâri Esbehân (1/175, “ve dünürlerimi” lafzı olmadan); Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs (No: 3034); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/104) Enes b. Mâlik radiyallâhu anh’den. Zehebî, Münâvî ve el-Elbânî bu lafzı zayıf görmüşlerdir. Bkz. Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/131); Feyzu’l-Kadîr (3/710, No: 4223); et-Teysîr (3/471-472, No: 4223); Silsiletü’l-Ehâdîsi’d-Da‘îfe (No: 3601); Da‘îfu’l-Câmi‘i’s-Sağîr (No: 2983). Hadisin “Ashâbımı bana bırakın.” lafzı ise Enes b. Mâlik radiyallâhu anh’den sahih yollardan gelmiştir. Bkz. Ahmed (3/266, thk. Şuayb el-Arnavût, No: 13812); Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ (No: 10877); ‘Amelü’l-Yevm ve’l-Leyle (No: 1104); Ebû Nu‘aym, Zikru Ahbâri Esbehân (1/175); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (35/271); Ziyâ’ el-Makdisî, el-Ehâdîsu’l-Muhtâre (6/66, No: 2046). Heysemî, Suyûtî, Münâvî ve el-Elbânî bu lafzı sahih görmüşlerdir. Bkz. Mecma‘u’z-Zevâid (10/15); el-Câmi‘u’s-Sağîr (s. 257, No: 4222); Feyzu’l-Kadîr (3/709-710, No: 4222); et-Teysîr (3/471, No: 4222); Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha (No: 1923); Sahîhu’l-Câmi‘i’s-Sağîr (No: 3386). Hadisin “Kim ashâbıma söverse Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun.” lafzı ise İbn Abbâs radiyallâhu anhumâ’dan sahih yollardan gelmiştir. Tahrîci ileride gelecek. Bkz. 222 nolu dipnot.

[30] Bkz. Âcurrî, eş-Şerî‘a (thk. Müessesetü’r-Reyyân No: 1956); el-Lâlekâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehli’s-Sünne (No: 2785); el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd (1/209); Cevrekânî (Cevzekânî), el-Ebâtîl ve’l-Menâkîr (No: 184); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/208). Eser sahihtir. Bkz. Cevrekânî (Cevzekânî), el-Ebâtîl ve’l-Menâkîr (s. 112, No: 184); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/450, terc. 8/233).

[31] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 664). Sahih bir isnâd ile. Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne Tahkiki (2/435, 9 nolu dipnot).

[32] Bkz. Âcurrî, eş-Şerî‘a (No: 1954); İbn Abdilberr, Câmi‘u Beyâni’l-‘İlmi ve Fadlih (No: 2319). İbn Abdilberr’in lafzı şöyledir: “Biz Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in ashâbı ile hiç kimseyi bir tutmayız”.

[33] Tahrîci ileride gelecek. Bkz. 189 ve 190 nolu dipnotlar.

[34] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 660). Sahih bir isnâd ile. Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne Tahkiki (2/434, 6 nolu dipnot).

[35] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 683). Aynı rivâyeti İbn Asâkir ve ondan rivâyetle İbn Kesîr şöyle rivâyet etmişlerdir. İbn Şihâb ez-Zührî dedi ki: “Muâviye radiyallâhu anh yönetime geçtikten sonra iki yıl boyunca Ömer radiyallâhu anh gibi adaletle hükmetti. Bu yönetimi hiç bozmadı. Ancak daha sonra Ömer’in yönetim tarzından uzaklaştı.” Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/150); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/430, terc. 8/220).

[36] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 669); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/172); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/438, terc. 8/225). Taberânî el-Mu’cemu’l-Kebîr (19/No: 691) bu sözün aynısını A’meş’den rivâyet etmiştir. Heysemî A’meş’den gelen bu rivâyetin isnâdının zayıf olduğunu söylemektedir. Bkz. Mecma‘u’z-Zevâid (9/357). Ay. bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (6/233).

[37] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 668); İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (6/232-233).

[38] Bkz. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr (19/No: 691). Heysemî bu rivâyetin isnâdının zayıf olduğunu söylemektedir. Bkz. Mecma‘u’z-Zevâid (9/357).

[39] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 667); İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (6/233).

[40] Bkz. el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd (1/209); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/209); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/450, terc. 8/233).

[41] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/207); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/449, terc. 8/232-233).

[42] Bkz. el-Lâlekâî, Şerhu Usûli İ’tikâdi Ehl’s-Sünne (No: 2359); Ebu’l-Kâsım el-Esbehânî, el-Hucce fî Beyâni’l-Mehacce (2/371, No: 367); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/209); İbnu’l-Cevzî, Menâkıbu’l-İmâm Ahmed b. Hanbel (s. 209); İbn Teymiyye, es-Sârimu’l-Meslûl (s. 469);İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/450, terc. 8/233).

[43] Bkz. Ahmed (4/323, 332, thk. Şuayb el-Arnavût, No: 18907, 18930); Fadâilu’s-Sahâbe (No: 1333, 1347); Ebû Ya’lâ, el-Müsned [bkz. İbn Hacer, el-Metâlibu’l-‘Âliye (4/67, No: 3980)]; Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 655); Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr (20/No: 33, el-Misver b. Mahreme’nin kızı Ümmü Bekr’den mürsel olarak); Hâkim, el-Müstedrek (3/158, thk. ‘Atâ’ No: 4747, thk. ‘Allûş No: 4801); Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ (7/64); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (58/159) el-Misver b. Mahreme radiyallâhu anh’den merfû’ olarak. İbn Kesîr, Heysemî ve el-Elbânî hadisin sahih olduğunu söylemektedirler. Bkz. el-Fusûl fî Sîreti’r-Rasûl (s. 507-509); Mecma‘u’z-Zevâid (9/203); Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha (No: 1995).

[44] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 654); İbn Teymiyye, es-Sârimu’l-Meslûl (s. 469);Sahih bir isnâd ile. Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne Tahkiki (2/432, 3 nolu dipnot).

[45] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/210); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/450, terc. 8/233).

[46] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 659). Eserin isnâdı sahihtir. Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne Tahkiki (2/434, 4 nolu dipnot).

[47] Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne (No: 693). Sahih bir isnâd ile. Bkz. Ebû Bekr el-Hallâl, es-Sünne Tahkiki (2/448, 1 nolu dipnot).

[48] Bkz. Abdürrezzâk, el-Musannef (No: 20717); el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf (4/47); İbn Abdilberr, el-İstî‘âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb (3/474-475); el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd (1/208-209); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/161, 161-162); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/435-436, terc. 8/224); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/151); Târîhu’l-İslâm (2/466). Şuayb el-Arnavût eserin isnadındaki râvilerin güvenilir râviler olduğunu söylemektedir. Bkz. Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ Tahkiki (3/151, 2 nolu dipnot).

[49] Bkz. el-Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf (2/96); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/177); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/439, terc. 8/226).

[50] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/178); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/439, terc. 8/226).

[51] Bkz. Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mulûk (3/269). Buna benzer rivâyetler için bkz. Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr (7/175, No: 785, diğer baskıda 7/65, No: 10123); Fesevî, el-Ma’rife ve’t-Târîh (1/244); İbn Ebî ‘Âsım, el-Âhâd ve’l-Mesânî (s. 98); İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (19/182-183); (49/247); (59/178); Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl (23/474); Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/73-74, 153); Târîhu’l-İslâm (2/268, 345, 449);İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe (5/394, No: 7291 ); Tehzîbu’t-Tehzîb (8/301, No: 5726); Suyûtî, Târîhu’l-Hulefâ’ (s. 172, 175).

[52] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/179); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/440, terc. 8/226).

[53] Bkz. İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/183); İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/441, terc. 8/227).

[54] Bkz. İbn Kudâme, Lüm‘atü’l-İ’tikâd’ (s. 155, No: 89).

[55] Bkz. İbnu’l-‘Arabî, el-‘Avâsım mine’l-Kavâsım (s. 137-138).

[56] Bkz. İbnu’l-‘Arabî, el-‘Avâsım mine’l-Kavâsım (s .60).

[57] Hadis değişik lafızlarla muhtelif sahâbîlerden rivâyet edilmiş olup mana itibariyle sahihtir. Bkz. İbn Hacer el-Heytemî, Tathîru’l-Cinân (s. 19); el-Elbânî, Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha (No: 5); Silsiletü’l-Ehâdîsi’d-Da‘îfe (7/56, No. 3055); Da‘îfu’l-Câmi‘i’s-Sağîr (No: 1578); Mişkâtü’l-Mesâbîh Tahkiki (No: 5375).

[58] Bkz. İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ (4/478, terc. 4/386).

[59] Bkz. İbn Teymiyye, Mecmû‘u’l-Fetâvâ (4/472, terc. 4/382).

[60] Bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (6/232-233).

[61] Bkz. İbn Teymiyye, Minhâcu’s-Sünne (2/36-37).

[62] Bkz. Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/119-120).

[63] Bkz. Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/132-133).

[64] Bkz. Zehebî, Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/159).

[65] Bkz. el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/400, terc. 8/204-205).

[66] Bkz. el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/397, terc. 8/203).

[67] Bkz. el-Bidâye ve’n-Nihâye (11/419, terc. 8/212-213).

[68] Bkz. Taberânî, el-Mu’cemu’k-Kebîr (10/No: 10613) ve İbn Asâkir, Târîhu (Medîneti) Dımaşk (59/125). Heysemî hadis hakkında: “Hadisi Taberânî rivâyet etmiş olup isnâdında (haklarında bir şey bilmediğim) râviler vardır.” demiştir. Bkz. Mecma‘u-Zevâid (7/236). Ay. bkz. Ahmed b. Hacer el-Heytemî, Tathîru’l-Cinân ve’l-Lisân ‘ani’l-Hutûri ve’t-Tefevvuhi bi Selbi Muâviye b. Ebî Süfyân (s. 68). Taberânî kanalından hadisi zikreden Zehebî ve İbn Kesîr sadece hadisi zikretmekle yetinmişler hakkında hiçbir şey söylememişlerdir. Bkz. Siyerü A’lâmi’n-Nübelâ’ (3/139); Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm (3/42, terc. 9/4730-4731).

[69] Bkz. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm (3/42, terc. 9/4730-4731).

[70] Bkz. İbn Ebi’l-‘İzz el-Hanefî, Şerhu’l-‘Akîdeti’t-Tahâviyye (s. 483, terc. s. 529).

[71] Hadis sahihtir. Bkz. Ahmed (5/220, 221, thk. Şuayb el-Arnavût, No: 21919, 21923); Ebû Dâvûd (No: 4646, 4647); Tirmizî (No: 2226); Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ (No: 8099); İbn Hibbân (Mevâridu’z-Zam’ân, No: 1534, 1535); (el-İhsân, No: 6657, 6943). el-Elbânî hadisin sahih olduğunu söylemektedir. Bkz. Silsiletü’l-Ehâdîsi’s-Sahîha (No: 459); Sahîhu’l-Câmi‘i’s-Sağîr (No: 3257, 3341). Hadisin daha ayrıntılı tahrîci için bkz. Necmi Sarı, Pratik Akâid Dersleri Tahkiki (s. 258, 254 nolu dipnot).

[72] Bkz. İbn Haldûn, Târîhu İbn Haldûn (1/970).

[73] Bkz. Molla Aliyyu’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhu Mişkâti’l-Mesâbîh (11/151).