30 Aralık 2016 Cuma

Koğucu! (Nemmam)

Koğucu; İnsanların arasında fesadı yaymak amacıyla söz getirip, taşıyandır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Çok yemin eden, izzeti nefsi bulunmayan, daima ayıplayan ve laf getirip götürmeğe koşan kimseye itaat etme." (Kalem: 10-11)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Hiçbir koğucu cenette giremez." (Buhari, Müslim)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem iki kabrin yanından geçerken şöyle buyurdu:

"Bu iki kişi azap görmektedirler. Ama büyük bir şeyden ötürü değil. Birisi insanlar arasında fesadı yaymak için laf getirip götürürdü. Diğeri ise bevl (idrar) dan sakınmazdı." (Buhari, Müslim)

"İnsanların en şerlileri bunlara başka yüzle, şunlara ise daha başka yüzle giden iki yüzlü kimseler olduğun göreceksin." (Buhari, Müslim)

"Ashabım hakkında her hangi (kötü) bir şeyi hiç kimse bana ulaştırmasın. Ben kalbim mutmain olduğu halde onlarla buluşmak istiyorum." (Ebu Davud, Tirmizi zayıf senedle rivayet etti.)

Ka'b radiyallahu anh dedi ki:

"Laf getirip götürmekten sakınınız. Çünkü laf getirip götüren kimse kabir azabından kurtulamaz."

Mansur, Mücahhit'ten şöyle rivayet etti:

"Tebbet suresinde geçen hammalet el-hatab (odun taşıyısıcı)'dan kastedilen Ebu Leheb'in karısı ara bozmak için insanlar yarasında laf getirip götürmekteydi."

Başkalarının Söz ve Sırrını Öğrenmeye Çalışmak!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Birbirinizin sırrını öğrenmeye çalışmayınız" (Hucurat: 12)


 Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Başkalarının konuşmalarını onlar istemedikleri halde dinleyen kimsenin kulaklarına kıyamet gününde eritilmiş kurşun dökülür. Kim de resim yaparsa ona azap edilir ve ondan çizdiği şeye ruh üflemesi istenir de o bunu yapamaz (ve bunu yapamadığı müddetçe kendisine azab edilir.)" (Buhari)

28 Aralık 2016 Çarşamba

Suçsuz Müslüman Kadınlara İftira Atmak!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Namuslu ve hür kadınlara (zina) iftirası atan sonra dört şahit getiremeyen kimselere seksen değnek vurunuz. Onların şahitliğini ebediyyen kabul etmeyiniz. Onlar fasıkların ta kendileridir." (Nur: 4)

"Namuslu ve habersiz (suçsuz) mü'min kadınlara iftira atanlar dünya ve ahirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır." (Nur: 23)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Helak edici yedi günahtan sakının....." hadisinde hiçbir şeyden haberi olmayan mü'min kadınlara iftira atmayı da zikretmiştir.

"Müslaman elinden dilindan başkalarının selamette kaldığı kişidir." (Buhari, Müslim, Ebu Davut, Nesei)

"İnsanların cehennemde yüzüstü sürünmelerine sebep olan şey onların dilleriyle söylediklerinden başka bir şey değildir." (Tirmizi rivayet etti ve hasen sahih dedi)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"İnanan erkek ve kadınları, yapmadıkları bir şeyden ötürü incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar." (Ahzab: 58)

Rasullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kölesine veya cariyesine zina ithamında bulunanın söylediği doğru değilse kıyamet gününde cezalandırılır." (Buhari, Müslim)

Mü'minlerin annesi Hz. Aişe radiyallahu anh hakkında gökten onun temiz, iffetli olduğuna dair ayet indikten sonra onu iftirada bulunan kişi, Kur'an'ı yalanlamış ve dolayısıyla kafir olmuştur. Böyle olan kişi öldürülür.

26 Aralık 2016 Pazartesi

Ehl-i Sünnet Ve'l-Cemaat Kimlerdir?

Şeyh İbn Useymîn rahimehullah'a soruldu:

Soru: Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat kimlerdir?

Cevap: Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat Sünnet'e sımsıkı sarılan, onun üzerinde birleşen, ne ilmî ve i'tikâdî mes'elelerde, ne de amelî ve hükmî mes'elelerde ondan başkasına iltifat etmeyen kimselerdir. Bu sebeple Sünnet ehli diye isimlendirilmişlerdir. Çünkü onlar Sünnet'e sımsıkı sarılan kimselerdir. Yine, cemaat diye isimlendirilmişlerdir. Çünkü Sünnet'in etrafında toplanmışlardır.
Ehl-i bid'at'in ahvalini incelediğin zaman i'tikâdî veya amelî yöntemlerinde paramparça olduklarını görürsün. Bu da onların, uydurdukları bid'atler miktarınca Sünnet'ten uzak olduklarını gösterir.

İbn 'Useymîn (Fetevâ min'el-Erkâni'l-İslâm 21)

25 Aralık 2016 Pazar

Müslümanlara Eziyet Etmek Ve Onlara Sövmek!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Erkek mü'minlere ve kadın mü'minlere işlemedikleri bir günah yüzünden eziyet edenler de gerçek bir yalan ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir." (Ahzab: 58)

"Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın ve birbirinize karşı gıybet etmeyin." (Hucurat: 12)

"İnsanların gıybetini yapan ve ayıplayana yazıklar olsun." (Hümeze: 1)

"Mü'minler arasında hayasızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara dünya ve ahirette can yakıcı bir azab vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Nur: 19)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Allah katında insanların en şerlisi, sözleri kötü ve ağzı bozuk olduğu için insanların uzak durmak istediği kimsedir." (Buhari, Müslim)

"Ey Allah'ın kulları! Muhakkak Allah sıkıntıyı kaldırmıştır. Ancak kardeşinin şerefini kemiren müstesna. İşte öyle olan ya sıkıntı içinde olur ya da helak olur." (Ebu Davud, Tayalisi sahih senedle rivayet etmiştir.)

"Her müslümanın diğer müslümana namusu, malı ve kanı haramdır." Sonra kalbe işaret ederek: "Takva buradadır. Bir müslümanın diğer müslümanı hakir görmesi ona şer olarak yeter" buyurdu." (Tirmizi rivayet etti ve hasen dedi.)

"Müslüman müslümanın kardeşidir. Bu sebeple ona haksızlık etmez, yardımsız bırakmaz ve onu hor görmez. Kişinin müslüman kardeşini hor görmesi ona yeten bir günahtır." (Müslim)

"Müslümana sövmek fısk, onu öldürmek küfürdür." (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei)

"Komşusu kendisinin kötülüklerinden emin olmayan kimse cennete giremez." (Müslim)

"Allah'a yemin olsun ki iman etmiyor."

Rasulullah bu sözü peş peşe üç kere tekrarlayınca sahabiler:

"Kim iman etmiyor, ya Rasulullah?" dediler.

Rasululah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Komşusu kendisinin kötülüklerinden  emin olmayan kimse" buyurdu." (Buhari, Müslim)

Bu hadisin bir başka lafzı ise şöyledir:

"Komşusu kendisinin kötülüklerinden emin olmayan kul cennete giremez." (Ahmed)

"Allah'a ve aiheret gününe inanan, komşusuna iyi davransın." (Müslim)

Ebu Hureyre radiyallahu anh'dan Rasulullah'a şöyle denildi:

Ya Rasulullah! Falan kadın geceleri namaz kılıyor, gündüzleri ise oruç tutuyor, fakat diliyle komşularına eziyet veriyor. Çok keskin dilli bir kadın var."

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu kadın hakkında:

"Onda hayır yoktur ve o ateştedir" buyurdu. (Hakim ve Zehebi rivayet ettiler ve sahih dediler.)

"Kim bir müslümana ey kafir! veya ey Allah'ın düşmanı derse o kişi öyle değilse söylediği kendisine döner." (Buhari, Müslim)

"Miraç gecesi tırnakları bakırdan olan bir topluluğu uğradım. Onlar yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı. Cebrail (a.s)'a onların kim olduğunu sordum. O da bana: "Bunlar (gıybet etmek suretiyle) insanların etini yiyen ve halkın şerefine dil uzatanlardır." dedi. (Ebu Davud, Ahmed)

"Muhakkak kişinin anne ve babasına sövmesi büyük günahlardandır."

Ashab: "Ya Rasulullah! Kişi hiç anne-babasına söver mi?" dedi.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Evet. Kişi adamın basasına söver, o da onun babasına söver. Kişi adamın anasına söver o da onun anasına söver." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

"Muhakkak kişinin anne-babasına lanet etmesi büyük günahlardandır." Denildi ki:

Ya Rasulullah! Kişi ebeveynine nasıl söver?

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Kişi adamın babasına söver, o da onun babasına söver. Kişi adamın anasına söver o da onun anasına söver." (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi)

"Bir kişi diğerini fısk ve küfürle itham etmesin. Şayet dediği onda yoksa, söz ona döner." (Buhari, Müslim)

"Ölülerinize sövmeyin. Onlar zaten yaptıklarının karşılığını alıyorlar." (Buhari, Ebu Davud, Nesei)

Haddi Aşma, Gurur, Tecavüz!

Allah-u Teâlâ  şöyle buyuruyor:

"Bu yol, insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşıdır. İşte onlara acıklı bir azap vardır." (Şura: 42)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Allah bana mütevazi olmamızı vahyetti ta ki, kimse kimseye tecavüzde bulunmasın ve kimse kimseye karşı övünmesin." (Müslim, Ebu Davud)

Bazı rivayetlerde şöyle geçmektedir:

"Bir dağ başka bir dağa karşı böbürlense, Allah o dağı dümdüz eder."

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

"Allah'ın dünyada cezasını ertelemeyeceği günahlara en layık olanı; bağy (haddi aşma, hakka riayetsizlik) ve akrabalık hakkını gözetmemek." (Ebu Davud, Tirmizi rivayet etti ve sahih dediler)

İbn-i Mes'ud radiyallahu anh şöyle dedi:

Malik er-Rahavi dedi ki;

"Ya Rasullah! Gördüğün gibi Allah bana bir çok güzellik verdi. Bu konuda çok az bile olsa, benden daha üstün birisinin olmasını istemediğimde bağy (haksızlık, tecavüz) yapmış olur muyum?"

Rasullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bu bağy değildir. Bağy, haksızlık yapıp hakkı küçümsemek ve insanları hor ve hakir görmektir." (Hakim ve Zehebi rivayet ettiler ve sahih dediler.)

Allah-u Teâlâ Karun kibirlendiği ve böbürlendiği (ve haktan ayrıldığı) için on mahvetmiştir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Bir kedi yüzünden bir kadına azap edildi. Ölünceye dek o kediyi hapsettiğinden dolayı cehenneme girdi. Onu ne yedirdi, ne içindi ne de avlansın diye serbest bıraktı." (Buhari, Müslim)

İbn-i Ömer radiyallahu anh'dan, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Canlı olan herhangi bir şeyi atış yapmak için hedef tayin eden lanet olsun." (Buhari, Müslim)

Ebu Mesud radiyallahu anh şöyle dedi:

Ben bir kölemi kırbaçla dövüyordum. Arkamdan:

"Ey Ebu Musa! Bil ki" diye bir ses duydum.

Hiddetimden ötürü sesin kimden geldiğini anlayamadım. O ses bana yaklaşınca, demin duyduğum sesin Rasulullah'a ait olduğunu anladım. Bana şöyle dedi:

"Allah sana karşı senin kölene güçlü olduğundan daha güçlüdür."

"Bundan sonra hiçbir kölemi dövmeyeceğim" dedim.

Başka bir rivayette:

"Bu sözden o denli etkilendim ki kırbacım elimden düştü."

Başka bir rivayette ise:

"Rasullah bu sözü bana söyledikten sonra:

"O artık Allah rısazı için hürdür" dedim?

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de:

"Böyle yapmasaydın, ateş sana dokunurdu" dedi. (Müslim)

"Haksız yere kölesini döven ve yüzüne vuranın keffareti kölesini azad etmesidir." (Müslim)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem yüzünde damga izi bulunan bir eşeği görünce şöyle buyurdu:

"Allah ona (eşeğe) damga vurana lanet etsin." (Müslim)

"Haksız yere bir anlaşmalıyı (ehli zimmet) öldüren cennetin kokusunu duyamaz. Halbuki cennetin kokusu elli senelik mesafeden duyulur." (Hakim ve Zehebi rivayet ettiler ve Müslim'in şartlarına göre sahihtir dediler.)

18 Aralık 2016 Pazar

Tekfir İle İlgili Önemli Not!

es-Seyid Sıddık Hasan Han
"er-Ravdatu'n-Nediyye" isim'li eserinde Allame eş-Şevkânî'nin "es-Seylu'l-Cerrar" eserin'deki şu sözünü nakletmiştir:

"Bil ki, bir müslümanın İslam dininden çıktığına ve küfre girdiğine hükmetmeye yönelmek gündüzün güneşinden daha açık bir delil olmadıkça, Allah'a ve ahiret gününe iman etmiş olan hiçbir müslüman için gerekli değildir. Çünkü sahabeden bir grubun tarikiyle rivayet edilmiş sahih bir çok hadislerde, "Her kim kardeşine "ey kafir" derse, mutlaka ikisinden biri bunu hak eder" ibaresi sabit olmuştur.

"Sahih-i Buhari'de hadis böyledir. Sahihayn ve diğer hadis kitaplarında şu ibare de geçmektedir: "Her kim bir adamı küfür ile çağırırsa veya ona "ey Allah'ın düşmanı derse", o adam da böyle değilse, mutlaka ikisinden biri kafir olur."

"Bu hadiste ve bu husus üzerine varid olan diğer hadislerde tekfirde acele etmede çok müthiş bir tehdit ve çok büyük bir öğüt vardır.

Allahu Teala da şöyle buyurmuştur: 

"Kalbi imanla tatmin olduğu halde baskı halinde zorlanan hariç, kim imanından sonra Allah'a (karşı) inkara sapıp da göğsünü küfre açarsa, işte onların üstünde Allah'tan bir gazap vardır ve büyük azap onlarındır."
(Nahl Suresi 106.)

Buna göre (birisini tekfir etmek için) göğsün küfre açılması, kalbin küfürle tatmin olması ve nefsin onunla teskin olması gerekmektedir. Bu sebeple sahibinin kendisiyle İslam dininden çıkıp küfür dinine girmeyi irade etmediği şirk yollarından biriyle vaki olan düşüncelere, ondan sadır olan küfri davranışlara ve müslümanın ağzıyla söylemiş olduğu fakat manasına inanmadığı lafızlara, özellikle de bunların İslam yoluna muhalif olunduğunun bilinmemesi durumunda itibar edilmez."

14 Aralık 2016 Çarşamba

Sabah Ezanının İki Defa Oluşu ve İlk Ezanda Tesvib!

Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’den:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Birinizi Bilal’in ezanı sahurundan alıkoymasın. Zira o  gece namazı kılanlarınızın dinlenmesi ve uyuyanları uyarmak için gece ezan okur (veya nida eder). Bu, fecir (veya sabah) vakti için değildir.”
Parmağını yukarı kaldırıp aşağı indirerek: “Şöyle oluncaya kadar” dedi.

Hadisin ravisi Zuheyr dedi ki: “İki işaret parmağından birini diğerinin üzerine koydu, sonra sağına ve soluna uzattı.”1

Aişe radıyallahu anha’dan rivayet ediyor: “Bilâl radıyallahu anh gece ezan okurdu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem dedi ki: “İbn Ummi
Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyin, için. Zira o fecir doğuncaya  kadar ezan okumaz.”2

“Sabah oldu, sabah oldu” demedikçe ezan okumazdı.”3

Tesvib; sabahın ilk ezanında “Hayye ale’l-felah dedikten sonra: “es-
salatu hayrun mine’n-nevm” diye iki defa söylenmesidir. Bu ikinci ezanda söylenmez:


İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: “(Sabah) İlk ezanda hayye ale’l-
felah dedikten sonra müezzin iki defa: es-salatu hayrun mine’n-nevm:
namaz uykudan hayırlıdır” derdi.”4

Ebu Mahzure radıyallahu anh’den: Nebî sallallahu aleyhi ve sellem
buyurdu ki: “Sabahın ilk ezanında: “es-salatu hayrun mine’n-nevm, es-
salatu hayrun mine’n-nevm” de.” 5

Sabah fecirden önce ve fecir doğarken olmak üzere iki ezan  okunması ve ilk ezanda tesvib yapılması Ramazan ayına has değildir ve şu an terk edilmiş sünnetlerdendir. Bu sünnetin yerini bir bid’at almıştır.

Şimdilede sabah hem tek ezan okunmakta, hem bu ezan fecir doğmadan
önce okumakta ve hem de tesvib yapılmaktadır. Ramazan ayında ise imsak için sabah ezanı okunması gereken vakitten, yani fecr-i sadıktan neredeyse
bir saat kadar önce okunmaktadır. Allah bizleri bu bidatten kurtarsın ve
selamete ulaştırsın.

Ebû Muâz el-Çubukâbâdi


1. Sahih. Buhari (621); Muslim (1093). 

2. Sahih. Buhari (1918).

3. Sahih. Buhari (617). 

4. Hasen. Beyhaki (1/423) Tahavî, Şerhu Meâni’l-Âsar (1/137) 

5.  Sahih. Ebu Davud (105)

12 Aralık 2016 Pazartesi

Nefsini Kontrol Et!

"Her Müslümanın kendi nefsini, hak üzere olan bir kimseye hevası sebebiyle meylinden dolayı kontrol etmesi gerekir. Kendisine hak açıkça belirmeden önce falan kimsenin delil ile destekli olduğu için mi, yoksa sırf o falan kimse olduğu için mi ona meylediyor diye yoklamalıdır. O kimse hak üzere olsa bile böyle bir meyil caiz değildir. Şöyle der: “Hak üzere olan kimseyle beraber olsa bile böyle bir meyil cahiliyye hükmündendir.” İnsanların çoğu bu tehlikeye aldırmazlar.

Her Müslümanın çeşitli meselelerde bu konuyla ilgili olarak Allah’ı gözetmesi, kimin yanında olursa olsun, maksadının yalnızca hakkı bilmek olması gerekir. 

Bundan dolayı Şafiî rahimehullah şöyle demiştir: “Bir münazaraya girdiğimde hakkın arkadaşımda veya bende bulunmasına aldırmam.” Hakkın yalnız kendisinde olmasını temenni etmez, bilakis hakkın arkadaşında olmasını ve ona destek olmayı temenni ederdi. Bu yüce ahlak ve dosdoğru bir dindir.
Allah’tan bizleri ve sizleri bu şekilde hakkı araştıranlardan kılmasını, hevadan ve cahiliyye üsluplarından uzaklaştırmasını dileriz.

Ey kardeşler! Bizim nefislerimizi kontrol etmemiz gerekir. Kim kendisinde böyle bir hastalık bulursa nefsinin tedavisine yönelmesi, daima hakkı araştırarak kendisini kör taassubdan kurtarması gerekir. Zira kör taassub sahibini Allah Teâlâ’ya şirk koşmaya veya tehlikeli sapıklıklara vardırır.”

Şeyh Rebi b. Hadi el-Medhali’nin sitesinde, et-Taassubu’z-Zemim adlı makaleden.

10 Aralık 2016 Cumartesi

Cemaat Kimdir?

İbn Kayyim el-Cevziyye rahimehullah şöyle dedi :

 “Nuaym bin Hammâd şöyle demiştir: Cemaat fesada uğradığı zaman tek de olsan, sen cemaat ifsad olmadan evvelki hâl üzere olmalısın. O zaman sen cemaat olursun.

Bunu el-Beyhâki zikretmiştir. Ve Hadis Ehli’nden bazı imamlara es-Sevâdu’l-Azam (en büyük topluluk) zikredildiğinde şöyle demişlerdir: Es-Sevâdu’l-Azam’ın kim olduğunu bilir misin? O, Muhammed bin Eslem et-Tûsi ve arkadaşlarıdır. Bu tabiri karşıt görüşlüler tahrif etmiştir. Es-Sevâdu’l-Azam, Hüccet ve Cemaat cumhurdur, demişlerdir. Ve cumhuru Sünnetin üzerine ölçü koymuşlardır. Sünnet Ehli az olduğundan ve asırlarda ve şehirlerde tek tük olduklarından ötürü Sünnete bid’at ve ma’rufa münker dediler ve kim şaz olursa (cumhurdan ayrılırsa) onu Allah ateşe soyutlar demişlerdir. Lakin muhaliflerin anlamadığı şu ki -hakka muhalefet eden- şazdır. Şayet bir kişi haricinde bütün insanlar hakka muhalif olsalar o zaman şaz olan biri hariç, bütün insanlardır. Ahmed bin Hanbel’in zamanında çok azı müstesna insanların hepsi şaz olmuşlardı. Bunun için onlar (Ahmed bin Hanbel ve diğerleri) Cemaat’ti. O zamanın kadıları, müftüleri, halifesi ve tabileri hepsi şazdı. Cemaat, tek başına Ahmed bin Hanbel’di.”

İ’lâmu’l-Muvakkiin 3/397. 

Hıyanet!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Ey iman edenler! Allah'a, Rasulüne ve emanetlerinize bile bile hıyanet etmeyin." (Enfal: 27)

"Allah, hainlerin hilesini başarılı kılmaz." (Yusuf: 52)



Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Emaneti (güvenilirliği) olmayanın imanı, ahdinde durmayanın da dini yoktur." (Ahmed sahih senetle Münziri Tergib ve Terhib, Bezzar ve Taberani)

"Münafığın alametleri üçtür:

- Konuştuğunda yalan söyler.

- Söz verdiğinde yerine getirmez ve

- Emanet verildiğinde hıyanet eder." (Buhari, Müslim)

8 Aralık 2016 Perşembe

İblisin Yer Yüzünde Ki Destekçileri!

İbn Kayyım -رحمه الله- şöyle der:

İblisin yer yüzünde ki destekçileri o kişidirler ki, onlar insanları ilim almaktan ve dinde bilgin olmalarından men ederler

Onların insanlara zararı cinlerden olan şeytanların zararından daha büyüktür.

Onlar (insanın) kalbi ile Allah'ın doğru yolu arasına girerler.

مفتاح دار السعادة(160/1)

Derim ki: Bu aynı zamanda Tuğyanın en yüksek mertebelerindendir! (Tağutluk). Zira İlim almak bir ibadet, bundan insanları alıkoymak ise haddi aşmaktır!

Tâğut kelimesin masdarı olan “tuğyân”: “İsyan etmek, haddi aşmak, azgınlık ve sapkınlık” gibi anlamlara gelmektedir. [Bak: “T-ğ-y” Maddesi: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab; Firûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît; Zebidî, Tâsu’l-Arus; Ragıb, Mufredat;… İbn Cevzî, Zâdu’l-Mesir: 1/231-232; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân: 3/281.]

Nitekim Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahimehullâh, şöyle demiştir: “Tâğut, ‘fa’lût’ kalıbında olup, ‘tuğyân’dan türemiştir. Tuğyân ise: Haddi aşmaktır. Bu da zulüm ve haksızlıktır.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 28/200.]

İmâm Beğavî rahimehullâh tâğutu şöyle tanımlamıştır: “Tâğut: İnsânın tuğyân etmesine sebeb olan her şeydir.” [Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl: 1/350.]

Kadı Beydâvî rahimehullâh’a göre ise tâğut: “Tuğyânın zirvesine ulaşan, Allâh’a kulluğu engelleyen şeydir.” [Beydâvî, Envâru’t-Tenzîl: 1/155.]

Allah'ın yolundan alıkoyanlar... kesin olarak Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. (Allah,) Onların amellerini boşa çıkaracaktır. (Muhammed Suresi, 32)





Riya (Gösteriş)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Onlar insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı çok az anarlar." (Nisa: 142)

"Ey iman edenler! Sadakalarınızı, malını insanlara gösteriş için harcayan, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimse gibi başa kakmak ve eziyet vermekle boşa çıkarmayın." (Bakara: 164)


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kıyamet günü hesabı görülecek ilk kişi şehit edilmiş kişidir. Bu kişi Rabbinin huzuruna getirilir ve Allah ona nimetini anlatır o da onu itiraf eder. Sonra Allah-u Teâlâ:

"Bu nimete karşılık ne yaptın?" buyurur.

Bu kişi: "Senin için savaşıp şehid oldum deyince Allah-u Teâlâ :

"Hayır! Yalan söyledin Bunu sana " sana "cesur" denilsin diye yaptın ve bu istediğini dediler." buyurur. Sonra yüz üstü sürüklenmek suretiyle cehenneme atılması emrolunur.

İkincisi ise ilim öğrenmiş, başkalarına öğretmiş, Kur'an okumuş adam. Bu da Allah'ın huzuruna getirilir ve Allah ona verdiği nimetleri bildirir. Adam da bu nemitleri itiraf eder. Allah:

"O nimetlere karşılık ne yaptın?" diye sorunca adam:

"Senin için ilim öğrenip başkalarına öğrettim ve Kur'an okudum" der. Allah-u Teâlâ ise:

"Yalan söyledin. Sana "Alimdi ve Kur'an okurdu" denilsin diye ilim öğrendin ve Kur'an okudun ve bu istediğin şey sana verildi" buyurur. Daha sonra cehenneme atılmak üzere onun yüz üstü sürüklenmesi emri verilir.

Üçüncüsü Allah'ın kendisine bolluk ve her çeşit mal verdiği adam. Bu kişi de Allah'ın huzuruna getirilir. Allah verdiği nimetleri bildirir. Adam da bunları kabul eder. Allah:

"O nimetlere karşılık ne yaptın?" diye sorur. O da senin sevdiğin her yola verdim, harcadım, cevabını verince Allah-u Teâlâ:

"Yalan söyledin. Sana "cömertti" denilsin diye bunları sarfettin ve istediğin şey sana verildi." der. Sonra onun yüzüstü cehenneme sürülmesi emri verilir."(Müslim, Tirmizi, Nesei)

İbn-i Ömer radiyallahu anh'dan:

"Bir grup insan şöyle dedi:

"Biz emirlerimizin huzurlarına girdiğimizde, dışarı çıktığımız zaman onlar hakkında konuştuklarımızın aksini diyoruz."

İbn-i Ömer radiyallahu anh bunun üzerine:

"Biz bu ameli Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında münafıklık olarak sayardık." (Buhari)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kim (iyi amellerini) övünerek başkalarına duyurursa Allah da (onun günahlarını) başkalarına duyurur. Kim de gösteriş yaparsa, kendi aleyhine gösteriş yapar." (Buhari, Müslim)

Muaz radiyallahu anh'dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Riyanın azı bile şirktir." (Hakim Zehebi rivayet etti ve sahih dediler.)

"Sizin için en çok korktuğum şey küçük şirktir."

Ashab: "Küçük şirk nedir?" diye sorduklarında:

"Riyadır. Allah kullarını amellerine karşılık cezalandıracağı zaman riyakarlara: "Dünyada gösteriş yaptığınız kimselerin yanına gidin. Onların yanında bir mükafat bulabilecek misiniz? buyuracak." (Ahmed)

SÜNNET'E GÖRE MESCİDLERDEKİ MİNBER NASIL OLMALIDIR?

İbn Ömer r.a'den:

"Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) yaşlanınca Temim'ud-Dârî kendisine: 'Ey Allah'ın Resûlu! Senin için kemiklerini taşıyacak -veya toplayacak- bir minber ittihaz edeyim mi?' dedi. Buyurdu ki: 'Evet.' Bunun üzerine onun için iki basamaklı bir minber ittihaz etti."[1]


İmam İbn Cerîr et-Taberî  (Tarih'inde) şöyle nakletmektedir:

"Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) insanlara üzerinde hitab etmesi için kendine iki basamağı ve oturmaya yeri olan bir minber yap(tır)mıştır."

* Bu rivayetler Allah Resûlu (sallallahu aleyhi ve sellem) için yapılan minberin iki basamaklı olduğunu haber vermektedir. Burada sözü geçen iki basamağın Allah Resûlu (sallallahu aleyhi ve sellem)'in üzerine oturduğu basamağın haricindeki basamaklardır. Bundan dolayı Sünnet'e göre minber üç basamaklı olmalıdır. 
 
Şeyh Muhammed Nasıruddin el-Elbani (bu konu hakkında) şöyle demiştir:
"Minberde Sünnet olan üç basamaklı olmasıdır. Fazla olmamalıdır. Üçten fazla olması Emevilerin çıkardığı bir bid'attır. Çoğu yerde safı bölmektedir. Safı bölmekten kaçınmak için mescidin veya mihrabın batısındaki köşeye [2] koymak da başka bir bid'attır.

Güneyde ki duvarda, -duvardan merdivenle çıkılan- balkon gibi yapmak da böyledir.

En hayırlı hidâyet Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hidayetidir."[3]

Binaenaleyh Sünnet'e bağlı "Selefi" mescidlerde müslümanlar sadece üç basamaklı ahşabtan yapılmış
minber kullanmaktadırlar. Allah (celle celelûhû) İslam aleminde Sünnet'e bağlı "Selefi" mescidlerin sayısını arttırsın ve ümmeti yukarıda konu olan bid'atlardan korusun. Âmin... [4]


[1] Şeyh el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud'ta hadis için: "Sahihtir" demiştir. Hadis no: 1081
[2] Yani günümüzdeki gibi mescidin sağ duvarına bitişik koymak.
[3] Bu da mescidin soluna konulan kürsüdür, kiliselerdeki papazların çıkıp halka hitab ettiği yere oldukça benzediği için aslı muhtemelen ordandır, Sünnet'te kesinlikle böyle bir şey yoktur.
[4] Bknz. "Nebîmiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'in Namaz Kılma Şekli" Şeyh Muhammed Nasıruddin el-Elbani


7 Aralık 2016 Çarşamba

Havanın Karlı Ve Yağmurlu Olması, Cuma Namazını Terk Etmeyi Mübah Kılar mı?

Hamd, yalnızca Allah'adır.


Birincisi:

Sünnette, yağmur veya kar mazeretinden dolayı Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in Cuma namazını terk ettiğine dâir hiçbir şey gelmemiştir. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-, sadece yolculuk halinde Cuma namazını terk etmiştir.


İkincisi:

Sağanak yağmur yağması veya soğuk rüzgâr esmesi veyahut da insanlara eziyet veren ve Cuma namazına gitmeleri, kendilerine zor ve meşakkatli gelen karın yağması durumunda, Cuma ve cemaat namazını terk etmek câizdir.

Nitekim İbn-i Abbas'ın -Allah ondan ve babasından râzı olsun- şu hadisi buna delildir:

((قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا لِمُؤَذِّنِهِ فِي يَوْمٍ مَطِيرٍ: إِذَا قُلْتَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ فَلا تَقُلْ حَيَّ عَلَى الصَّلاةِ، قُلْ: صَلُّوا فِي بُيُوتِكُمْ، فَكَأَنَّ النَّاسَ اسْتَنْكَرُوا، قَالَ: فَعَلَهُ مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنِّي، إِنَّ الْجُمْعَةَ عَزْمَةٌ، وَإِنِّي كَرِهْتُ أَنْ أُحْرِجَكُمْ فَتَمْشُونَ فِي الطِّينِ وَالدَّحَضِ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]

"Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- yağmurlu bir günde müezzinine şöyle dedi:

- (Ezân okurken) "Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah", dedikten sonra "Hayye ale's-salâh" deme. Namazlarınızı evlerinizde kılın, de.

İnsanlar bu davranışı (onun bu sözünü) yadırgar gibi oldular.

Bunun üzerine Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- şöyle dedi:

- Bunu benden daha hayırlı olan biri (Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-) yaptı. Cuma namazı farz olduğundan dolayı size sıkıntı vermek istemedim. O zaman çamurlu ve kaygan zemin üzerinde yürüyecektiniz (Şayet müezzinin: "Hayye ale's-salâh" demesine engel olmasaydım, onu işiten herkes hemen namaza gelir ve bu da ona zorluk verirdi. Bunun için müezzine: "Namazlarınızı evlerinizde kılın" diyerek insanların, yağmurun, farzı, ruhsata (izine) çeviren bir özür (mazeret) olduğunu bilmelerini istedim)." (Buharî; hadis no: 901. Müslim; hadis no: 1128)

İmam Nevevî -Allah ona rahmet etsin-, Sahih-i Müslim'in Şerhi'nde şöyle demiştir:

"Bu hadis; yağmur ve benzeri bir özür (mazeret) sebebi ile Cuma namazının sâkıt olduğuna bir delildir. Bu görüş; hem bizim, hem de başkalarının mezhebidir (görüşüdür). Mâlik'ten -Allah ona rahmet etsin- buna aykırı bir görüş rivâyet edilmiştir. Doğrusunu Allah Teâlâ daha iyi bilir."

Hanbelîler, Cuma ve cemaat namazını terk etmeyi mübah kılan özürlerden (mazeretlerden) birisinin de kar olduğunu söylemişlerdir.

"Keşşâfu'l-Kinâ'" (c:1, s: 495) kitabının
yazarı el-Behûtî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"Yağmur, çamur, balçık, kar, buz veya karanlık bir gecede soğuk rüzgârdan eziyet ve zarar gören kimse, Cuma ve cemaat namazını terk etme konusunda mazeretli sayılır.

Nitekim Abdullah b. Ömer -Allah ondan ve babasın danrâzı olsun- bu konuda şöyle demiştir:

((كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْمُرُ مُؤَذِّنًا يُؤَذِّنُ ثُمَّ يَقُولُ عَلَى إِثْرِهِ: أَلا صَلُّوا فِي الرِّحَالِ فِي اللَّيْلَةِ الْبَارِدَةِ أَوْ الْمَطِيرَةِ فِي السَّفَرِ.)) [ متفق عليه ]

"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yolculuk sırasında soğuk veya yağmurlu bir gecede müezzine, ezânı bitirdikten sonra: Namazlarınızı ikâmet ettiğiniz yerlerde (evlerinizde) kılın! diye söylemesini emrederdi." (Buhârî ve Müslim)

İbn-i Mâce'nin sahih bir senedle rivâyet ettiği hadis ise şöyledir:

(( كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُنَادِي مُنَادِيهِ فِي اللَّيْلَةِ الْمَطِيرَةِ أَوِ اللَّيْلَةِ الْبَارِدَةِ ذَاتِ الرِّيحِ صَلُّوا فِي رِحَالِكُمْ.)) [ رواه ابن ماجه ]

"Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- yağmurlu veya rüzgârlı soğuk bir gecede münâdisine (müezzinine): (Ezan okurken; “Hayye ale's-salâh, Hayye ale'l-felâh” dedikten sonra): Namazlarınızı ikâmet ettiğiniz yerlerde (evlerinizde) kılın! diye seslenirdi." (İbn-i Mâce)

Buhârî ve Müslim'in sahihlerinde İbn-i Abbas'tan -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunan hadis ise şöyledir:

((قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا لِمُؤَذِّنِهِ فِي يَوْمٍ مَطِيرٍ: إِذَا قُلْتَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ فَلا تَقُلْ حَيَّ عَلَى الصَّلاةِ، قُلْ: صَلُّوا فِي بُيُوتِكُمْ، فَكَأَنَّ النَّاسَ اسْتَنْكَرُوا، قَالَ: فَعَلَهُ مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنِّي، إِنَّ الْجُمْعَةَ عَزْمَةٌ، وَإِنِّي كَرِهْتُ أَنْ أُحْرِجَكُمْ فَتَمْشُونَ فِي الطِّينِ وَالدَّحَضِ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]

"Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- yağmurlu bir günde müezzinine şöyle dedi:

- (Ezân okurken) "Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah", dedikten sonra "Hayye ale's-salâh" deme. Namazlarınızı evlerinizde kılın, de.

İnsanlar bu davranışı (onun bu sözünü) yadırgar gibi oldular.

Bunun üzerine Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- şöyle dedi:

- Bunu benden daha hayırlı olan biri (Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-) yaptı. Cuma namazı farz olduğundan dolayı size sıkıntı vermek istemedim. O zaman çamurlu ve kaygan zemin üzerinde yürüyecektiniz (Şayet müezzinin: "Hayye ale's-salâh" demesine engel olmasaydım, onu işiten herkes hemen namaza gelir ve bu da ona zorluk verirdi. Bunun için müezzine: "Namazlarınızı evlerinizde kılın" diyerek insanların, yağmurun, farzı, ruhsata (izine) çeviren bir özür (mazeret) olduğunu bilmelerini istedim)." (Buharî; hadis no: 901. Müslim; hadis no: 1128)

Müslim'in rivâyetinde ise şu fazlalık vardır:
(( أَمَرَ ابْنُ عَبَّاسٍ مُؤَذِّنَهُ فِي يَوْمِ جُمُعَةٍ فِي يَوْمٍ مَطِيرٍ : إِذَا قُلْتَ أَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللَّهِ فَلا تَقُلْ حَيَّ عَلَى الصَّلاةِ، قُلْ: صَلُّوا فِي بُيُوتِكُمْ، فَكَأَنَّ النَّاسَ اسْتَنْكَرُوا، قَالَ: فَعَلَهُ مَنْ هُوَ خَيْرٌ مِنِّي، إِنَّ الْجُمْعَةَ عَزْمَةٌ، وَإِنِّي كَرِهْتُ أَنْ أُحْرِجَكُمْ فَتَمْشُونَ فِي الطِّينِ وَالدَّحَضِ.)) [ رواه مسلم ]

"İbn-i Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- yağmurlu bir gün olan Cuma gününde müezzinine şöyle emretti:

- (Ezân okurken) "Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah", dedikten sonra "Hayye ale's-salâh" deme. Namazlarınızı evlerinizde kılın, de.

İnsanlar bu davranışı (onun bu sözünü) yadırgar gibi oldular.

Bunun üzerine Abdullah b. Abbas -Allah ondan ve babasından râzı olsun- şöyle dedi:

- Bunu benden daha hayırlı olan biri (Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-) yaptı. Cuma namazı farz olduğundan dolayı size sıkıntı vermek istemedim. O zaman çamurlu ve kaygan zemin üzerinde yürüyecektiniz." (Müslim)

Kar, buz ve soğuk hava da yağmur hükmündedir.

Eğer karanlık bir gecede soğuk rüzgâr olursa, bu bir özür (mazeret) sayılır. Çünkü bu, yağmurun beklendiği bir zamandır."

Karın, insanların pek çoğuna eziyet vermediği,onları işlerine gitmekten alıkoymadığı ve günlük ihtiyaçlarını gidermelerine engel olmadığı bilinen bir şeydir. Dolayısıyla kar, bu kimselerin Cuma namazını terk etmeleri için bir özür (mazeret) sayılmaz. Eğer kar onlara eziyet verir ve mescide gitmek onlara zorluk verirse, bu takdirde bu durum onlar için bir özür (mazeret) sayılır.

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Şeyh Muhammed Salih el-Muneccid

3 Aralık 2016 Cumartesi

Selefin Şiddetle Sakındırdığı Kelâm İlmi!

İbn-i u’l-Kayyim selefin şiddetle sakındırdığı kelâm ilminin ne olduğu
hususunda hocasının ve kendisinin görüşlerini şöyle dile getiriyor:

“Şeyhimiz şöyle demiştir: Bu ümmetin selefinin ve imamlarının, hem kendisinin ve ashabının yerilip kınanmasında ve onun yasaklanmasında hem de erbâbının câhil kılınıp, bid’atçi ve sapık ilan edilmesi hususlarında ittifak ettikleri kelâm, üzerine sıfatları, uluvvu ve Arş’a istivâyı inkar meselelerini kurdukları, onlar sayesinde Kur’ân’ı yaratılmış kıldıkları ve yine onlar sayesinde Allah’ın ahiret yurdunda görüleceğini, Kur’ân’la konuştuğu gibi doğrudan kullarıyla konuştuğunu, her gece dünya göğüne indiğini ve kıyamet günü kulların arasında hüküm vermek için geleceğini inkar ettikleri bu bâtıl yollardır. Kelâmcılar bu konularda doğru olmayan birtakım yollar edinmişler ve yalan içeren birtakım meselelerle istidlâl
yapmışlardır. Böylece bu doğru olmayan yollar, onları öyle meselelerle zorunlu olarak karşı karşıya bırakmıştır ki, sonunda onlar yüzünden Kitap ve Sünnet’in naslarıyla açık akla muhalefet etmek zorunda kalmışlardır.”

es-Savâıku’l-Mürsele (4/1266-1267)

26 Kasım 2016 Cumartesi

Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllah)'tan Mektub!

Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllah) bir mektubunda şöyle der:

"Şimdi, ben Sana Allah'a karşı takvalı olmayı, O'nun emrinde orta yolu tutmayı, Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve se llem)'in sünnetine uymayı ve sünnetinin yürürlüğe girdikten sonra
bidatçıların  uydurdukları şeyleri  terketmeni tavsiye ediyorum.
Sana gereken sünnete sımsıkı sarılmaktır. Zira sünnet, Allah'ın
izniyle senin için bir güvencedir. Hem şunu  bil ki,  insanların  ortaya  attığı  ne kadar bid'at varsa mutlaka ondan önce onun aleyhine delil olacak bir şey geçmiştir. 

Sahabenin seçtikleri yolu sen de kendin(e) seç. Zira onlar bir bilgiye sahiplerdi. Onlar, bilerek (Kur'an ve Sünne tin durduğu yerde) durmuşlardır. İşin özüne nüfuz eden bir basiretle de bu gibi işlere (bid'atlara) dalmaktan kurtulmuşlardır ve muhakkak ki onlar, işleri kavramakta (başkalarından) daha kuvvetlidirler. Sahip oldukları lütuf ve fazilet sebebiyle dini meseleler de (örnek alınmaya) daha layıktırlar."
      
Şeyh el-Elbani, Sahihu Suneni Ebi Davud, No: 4612. 'Sahih   Maktu'


25 Kasım 2016 Cuma

Diğer Yollardan Kastedilen, Bid'at Ehlinin Yollarıdır!


AbdUllah ibn Mes'ud (radıyAllahu anh)'tan, dedi ki:

"Allah Resulu (sallAllahu aleyhi ve sellem) eliyle yere bir çizgi çizerek şöyle buyurdu:

'İşte Allah'ın dosdoğru yolu bu dur.' Bu çizginin sağına ve soluna çizgi çizip: 'İşte bu yollardan üzerinde bir şeytan bulunup ta ona çağırmayan hiç birisi yoktur.' buyurdular: 'Şübhesiz bu benim dosdoğru yolumdur, ona tabi
olun; (diğer degişik) yollara tabi olmayın (ki) sizi O'nun
yolundan ayırmasın.' ayetini okudular." {*En'am 153}

{Hadisi Hakim rivayet etmiş ve sahih olduğunu, Buhari ve Müslim'in tahric etmediklerini söylemiştir.}

İmam Şatibi El-İ'tisam isimli eserinde der ki:

"Ayette geçen Sıratı Müstakim (dosdoğru yol) Allah'ın çağırdığı yoldur ve sünnettir. Diğer yollar ise Sıratı Müstakim'den sapan ihtilaf ehlinin yoludur ki bunlar bid'atçılardır. Diğer yollardan kastedilen, günahkarların yolları değildir. Zira masiyetler birer masiyet oluşları yönüyle şeriate benzemek üzere sürekli gidilen bir yol ortaya koymazlar. Bu nitelik, sadece sonradan uydurulan bid'atlara hastır."

{Şatibi El-İ'tisam}

24 Kasım 2016 Perşembe

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- Yiyeceğini (rızkını) Nasıl Kazanıyordu?


                                         Hamd, yalnızca Allah'adır.

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- eliyle kazandığından yerdi. Hayatının ilk yıllarında koyun gütmek sûretiyle çobanlık yapmıştı.

Nitekim Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

(( مَا بَعَثَ اللَّهُ نَبِيًّا إِلاَّ رَعَى الْغَنَمَ، فَقَالَ أَصْحَابُهُ: وَأَنْتَ؟ فَقَالَ: نَعَمْ، كُنْتُ أَرْعَاهَا عَلَى قَرَارِيطَ لأَهْلِ مَكَّةَ.)) [ رواه البخاري ]

“Hiçbir nebi yoktur ki koyun gütmemiş olsun! Evet, ben de bir miktar kırat[1]karşılığında Mekke halkının koyunlarını güderdim."[2]

Nebimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- ayrıca amcası Ebu Tâlib ile ticâret yapmıştı.

Yine, siyer kitaplarında bilindiği üzere (evlenmeden önce) Hatice -Allah ondan râzı olsun- ile de ticâret yapmıştı.

Daha sonra Allah Teâlâ, savaşmadan veya savaşarak kâfirlerden elde edilen ganimet mallarıyla onun ihtiyacını gidermiştir ki, ganimet, kazançların en şereflisi ve en kıymetlisidir.

Nitekim Abdullah b. Ömer'den -Allah ondan ve babasından râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( بُعِثْتُ بَيْنَ يَدَيْ السَّاعَةِ بِالسَّيْفِ حَتَّى يُعْبَدَ اللَّهُ وَحْدَهُ لَا شَرِيكَ لَهُ وَجُعِلَ رِزْقِي تَحْتَ ظِلِّ رُمْحِي.)) [ رواه أحمد وصححه العراقي في تخريج إحياء علوم الدين، وصححه الألباني في صحيح الجامع ]

"Ben, şirk koşulmadan yalnızca Allah’a ibâdet edilsin diye kıyâmetin eşiğinde kılıçla gönderildim. Benim rızkım mızrağımın gölgesinde kılındı."[3]

Hâfız İbn-i Hacer -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"Bu hadis, mızrağın fazîletine, ganimetin bu ümmet için helal kılındığına ve Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in rızkının ganimette kılındığına, başka bir kazançta kılınmadığına işâret etmektedir.

Bunun içindir ki bazı âlimler bu konuda şöyle demişlerdir:

-Ganimet, kazançların en fazîletlisidir."[4]

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Şeyh Muhammed Salih el-Muneccid

[1] Kırat: Dinar veya dirhemden bir parçadır.

[2] Buhârî, hadis no: 2143

[3] Ahmed, 9/126. Hâfız el-Irâkî, "İhyâu Ulûmi'd-Dîn"in tahricinde, c: 2, s: 352'de hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. Elbânî de "Sahîhu'L-Câmi'", hadis no: 5142'de hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

[4] "Fethu'l-Bârî", c: 6, s: 98.

19 Kasım 2016 Cumartesi

Çorablara Mesh Etmenin Caiz Olması!

Şeyh İbn Useymin rahimehullah, Fetavasında (4/167) şöyle demiştir:

ﺍﻟﻘﻮﻝ ﺍﻟﺮﺍﺟﺢ ﺃﻧﻪ ﻳﺠﻮﺯ ﺍﻟﻤﺴﺢ ﻋﻠﻰ ﺍﻟﺠﻮﺭﺏ ﺍﻟﻤﺨﺮﻕ ﻭﺍﻟﺨﻔﻴﻒ ﺍﻟﺬﻱ ﺗﺮﻯ ﻣﻦ ﻭﺭﺍﺋﻪ ﺍﻟﺒﺸﺮﺓ ﻷﻧﻪ ﻟﻴﺲ ﺍﻟﻤﻘﺼﻮﺩ ﻣﻦ ﺟﻮﺍﺯ ﺍﻟﻤﺴﺢ ﻋﻠﻰ ﺍﻟﺠﻮﺭﺏ ﻭﻧﺤﻮﻩ ﺃﻧﻪ ﻳﻜﻮﻥ ﺳﺎﺗﺮﺍً ﻓﺈﻥ ﺍﻟﺮﺟﻞ ﻟﻴﺴﺖ ﻋﻮﺭﺓ ﻳﺠﺐ ﺳﺘﺮﻫﺎ، ﻭﺇﻧﻤﺎ ﺍﻟﻤﻘﺼﻮﺩ ﺍﻟﺮﺧﺼﺔ ﻋﻠﻰ ﺍﻟﻤﻜﻠﻒ ﻭﺍﻟﺘﺴﻬﻴﻞ ﻋﻠﻴﻪ ﺑﺤﻴﺚ ﻻ ﻧﻠﺰﻣﻪ ﺑﺨﻠﻊ ﻫﺬﺍ ﺍﻟﺠﻮﺭﺏ ﺃﻭ ﺍﻟﺨﻒ ﻋﻨﺪ ﺍﻟﻮﺿﻮﺀ ﺑﻞ ﻧﻘﻮﻝ : ﻳﻜﻔﻴﻚ ﺃﻥ ﺗﻤﺴﺢ ﻋﻠﻴﻪ . ﻫﺬﻩ ﻫﺐ ﺍﻟﻌﻠﺔ ﺍﻟﺘﻲ ﻣﻦ ﺃﺟﻠﻬﺎ ﺷﺮﻉ ﺍﻟﻤﺴﺢ ﻋﻠﻰ ﺍﻟﺨﻔﻴﻦ ﻭﻫﺬﻩ ﺍﻟﻌﻠﺔ ﻳﺴﺘﻮﻱ ﻓﻴﻬﺎ ﺍﻟﺨﻒ ﻭﺍﻟﺠﻮﺭﺏ ﺍﻟﻤﺨﺮﻕ ﻭﺍﻟﺴﻠﻴﻢ ﻭﺍﻟﺨﻔﻴﻒ ﻭﺍﻟﺜﻘﻴﻞ
"Tercih edilen görüş delik ve altından cildi gösteren ince çoraba meshin caiz olmasıdır. Zira çorap ve benzerlerine meshin caiz olmasından maksat, ayağın örtülmesi değildir. Zira ayak, örtülmesi gereken bir avret değildir. Ruhsatın maksadı ancak mükellefe bu çorabı veya mesti abdest alırken çıkarmaması hakkındaki kolaylaştırmadır. Bilakis bunların üzerine mesh etmen yeterlidir deriz. Bu, dinde mestlere meshin kendisi sebebiyle meşru kılındığı illettir. Bu konuda mest, delikli veya sağlam çorap, ince veya kalın çorap hepsi birdir."

17 Kasım 2016 Perşembe

Gıybet Ve Gıybetin Kardeşleri!



Ebu Nuaym el-İsbehani, Hilyetu’l-Evliya’da  (9/291-293) Ahmed b. Asım’dan şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 “Kişi gıybet yapmakla ne bir övgüye mazhar olur, ne liderliğe yükselebilir, ne de yiyecek, giyecek ve mal gibi dünyalık şeylere ulaşabilir. Akıl sahibi kişilerin yanında zararda, genelin gözünde düşük, emanet sahibi kişilerin yanında hain, cahillerin gözünde ise rezil biridir. Böylesi bir kişiye de ancak onun gibi olan birisi tahammül edebilir. Hem dünya, hem de ahirette onun kadar zararda olanını, onun kadar az faydalanını, onun kadar cahilliğini ortaya serenini, onun kadar çok vebal altında olanını görmüş değilim. Takva sahibi kişiler ondan nefret eder, fasıklar kendisinden sakındırır, akıl sahipleri de ondan uzak durur.

Gıybet, üç boyutu içinde barındıran bir isimdir ki, dördüncü boyutu en tehlikeli boyutudur.

Birincisi, kalbinde başkasının kusurlarını görmen, ama bayağı korkulardan dolayı bunu dile getirmemendir.

İkincisi, bu kusurları dile getirmen, ancak hakkında konuştuğun kişinin adını zikretmemendir.

Üçüncüsü, kalbinde bu kusurları görüp affetmen, ama yine de dile getirmemendir.

Kişinin kusurlarını söylerken onun adını da zikretmen açıkça gıybete girmektir ki böylesi bir şeyi kişi ne kendi kendine, ne de meclis arkadaşları arasında asla dile getirmemelidir. Kişi bunları adet haline getirdiği zaman bunun bir üstü olan iftira seviyesine çıkar ve artık olmamış şeyleri de olmuş gibi anlatmaya başlar. Bu şekilde de hem iftiracı, hem gıybetçi, hem dedikoducu, hem yalancı, hem de isyancı birisi olur çıkar ve bu zikredilen şeylerden birini yapmaktan artık çekinmez hale gelir. Bütün bunlar da kesin bilgiyi (yakini) yok edip şüpheyi getirecek şeylerdir.

Bilmelisin ki gıybetin çıkış noktası kişinin kendini kusursuz görmesi ve kendi kendine çok güvenmesidir. Zira kişide sende olmayan bir şeyi gördüğün veya sende olan bir şeyin benzerini onda görmediğin içindir ki gıybetini yaparsın. Birinin gıybetini yapıyorsan bu, gıybetini yaptığın kişinin kusurlarından daha fazla kusurları kendinde taşıdığın içindir. Kendi kusurlarının çokluğunu belki bilmiyorsundur veya belki de biliyorsundur. Bu kusurlarına rağmen yapacağın gıybeti ancak senin gibi olan birisi hoş görüp onaylar. Gıybetini yapıp değerini düşürmek isteğin kişinin kusurlarında daha fazla kusurlara sahip olduğunu bilseydin, başkasının gıybeti yapmaktan uzak durur, sendeki kusurlar dururken başkasını kusurlarından dolayı ayıplamaktan utanırdın. Ancak sendeki kusurları biliyorsan ve bu kusurlarda ısrar ediyorsan o zaman suçun başkaların suçundan daha büyük demektir. Yapacağın gıybeti onaylayıp bu konuda sana yardımda bulunan kişi de, kendi kusurlarını görmede kalp gözü, senin kalp gözünden daha kör olan birisidir. Öyle olmasa idi bu şeylerin onun önünde zikretme cüretini göstermezdin.

Büyük belalardan nasıl sakınıyorsan, gıybetten de aynı şekilde sakın! Zira gıybet kişinin kalbine yerleştiğinde ve kişi böylesi bir şeyin kalbine yerleşmesine rıza gösterdiğinde gıybet kalpte diğer kardeşleri için de yer açacaktır. Gıybetin kardeşleri de dedikodu, zulüm, kötü zan, iftira ve yalandır.

Gıybetten sakın! Zira gıybet, kendisini yapan kişiyi dünyada mahcup, ahirette rezil duruma düşürür. Yüce Allah’ın Kitab’ında da gıybet haramdır.

Gıybet yapan kişi yalan da söyler, iftirada atar. Çünkü bu ikisi, imandan uzak şeylerdir. Yüce Allah da Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin diliyle müminin malını, canını ve hakkında kötü bir zannı başka bir mümine haram kılmıştır.

Haram kılınan kötü zan da dile getirilmeyen ve kalpte olan kötü zandır. Artık kişi kendi kusurlarını bırakıp başkasının kusurlarına yönelik kalbinde kötü bir zan taşıması ve bunu dile getirmesi durumunda vebal ne kadar olur? Böylesi bir durumda kişi kendi kusurlarına razı olmuş demektir. Nefsin, başkasının kusurlarına yönelik bir harekette bulunacaksa bu hareketi önce kendi kusurlarına yönelt. Zira ihlaslı olan hangi âlime gidip nereye yerleşmen, nerede oturman gerektiğini sorsan, sana: “Her nerede olursan ol Allah’a karşı takva içinde ol ve başkalarıyla uğraşma, kendine bak!” diyecektir.


Ravi der ki: “Ebu Abdillah’a bu konuda bana daha fazla şeyler söylemesini istedim; ama başka bir şey anlatmadı.”

Ebu Muaz Seyfullah Erdoğmuş

Kunut Duâsı Sırasında Elleri Kaldırmanın Hükmü

Soru:

Kunut  duâsı  sırasında  ellerin  kaldırılması  sünnet midir? Deliliyle birlikte zikreder misiniz?


Cevap:

Evet,  kunut  duâsı  sırasında  insanın  ellerini kaldırması sünnettir. Çünkü Rasûlullah -sallallahu  aleyhi ve   sellem-'in,  felaket  zamanlarında  farz  namazlarda kunut yaptığında ellerini kaldırdığı rivâyet edilmiştir.Yine sahih olarak rivâyet olunduğuna göre mü’minlerin emiri Ömer   b.   Hattab -Allah  ondan  râzı  olsun-da   vitir namazının kunutunda ellerini kaldırmıştır. Ömer -Allah ondan  râzı  olsun-,  kendisine  uymamızın  emredildiği Raşit halifelerden birisidir. Buna  göre  ister  imam  olsun,  ister  imama  uyan olsun, isterse tek başına namaz kılsın, vitir kunutunda ellerin kaldırılması  sünnettir. Sen de ne zaman kunut yaparsan, ellerini kaldır.

Muhammed b. Salih el-Useymîn



14 Kasım 2016 Pazartesi

NAMAZ KILAN, ORUÇ TUTAN VE GECE NAMAZINA KALKAN, FAKAT EŞİNE VE KOMŞULARINA KÖTÜLÜK EDEN KİMSE!


Soru:

Namazlarını mescitte kılan, gece namazına kalkan, Pazartesi ve Perşembe günleri orucu ile her ayın 13., 14. ve 15. günlerinde oruç tutan, fakat bununla birlikte hergün eşi, komşusu, eşinin tanıdıkları ve başka kimselerle sürekli tartışan ahlaksız kimse hakkında ne dersiniz?


Cevap:

Hamd, yalnızca Allah'adır.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in insanlar arasında gerçekleşmesi için gönderildiği en büyük gâyelerden birisi de, güzel ahlaktır.
Nitekim Allah Teâlâ, ehl-i kitaptan birtakım kimselerin dışında, yeryüzünde yaşanlara bakarak onlara ve onların içerisinde bulundukları şirk, cehâlet ve kötü ahlaka gazap ettikten sonra, insanlar arasında hak dîni ve adâletli hayatı ayakta tutması için, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i göndermiştir.

Peygamberimiz Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-, peygamber olarak gönderilişindeki gâyelerden birisi olan bu büyük gâyeyi, İslâm şeriatının getirdiği bütün inanç ve hükümleri, güzel ahlakı, adâleti ve ihsanı ayakta tutmaktır. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-, peygamber olarak gönderilişindeki gâyelerden birisinin ancak bu hedef için olduğunu belirtmiştir. Bunun için de, işiten herkesin kalbine yerleştirmek için bunu hasr/sınırlandırma edâtı "İnnemâ" ile ifâde etmiştir.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( ﺇِﻧَّﻤَـﺎ ﺑُﻌِﺜْﺖُ ﻷُﺗَﻤِّﻢَ ﻣَﻜَﺎﺭِﻡَ ﺍﻷَﺧْﻼﻕِ ‏) ‏) ‏[ ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺣﻤﺪ ﻓﻲ ﺍﻟﻤﺴﻨﺪ ﻭﺣﺴﻨﻪ ﺍﻷﻟﺒﺎﻧﻲ ﻓﻲ ﺍﻟﺴﻠﺴﻠﺔ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ]
"Ben, ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim."
(İmam Ahmed Müsnedi; c: 2, hadis no: 318. Elbânî de, 'Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha'; hadis no: 45'te hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.)

Hiç şüphe yok günümüzde bazı müslümanların karşı karşıya kaldıkları ve sıkıntı çektikleri en büyük problemlerden birisi de, ibâdetlerle ahlak yönlerinin birbirlerinden ayrılmasıdır. Öyle ki bazı insanların yaptıkları ibâdetler, geleneklere veya bazı şekillerden ibâret olup nefis ve kalplerdeki tesirine önem vermeksizin yapılan âyinlere benzer hâle gelmiştir. Oysa ki -en önemli ibâdetler olan- İslâm'ın dört rüknünün gâyelerinden birisi de nefisleri terbiye etmek ve ahlakı güzelleştirmektir.
Örneğin namaz hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
ﺍﺗْﻞُ ﻣَﺎ ﺃُﻭﺣِﻲَ ﺇِﻟَﻴْﻚَ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻜِﺘَﺎﺏِ ﻭَﺃَﻗِﻢِ ﺍﻟﺼَّﻼﺓَ ﺇِﻥَّ ﺍﻟﺼَّﻼﺓَ ﺗَﻨْﻬَﻰ ﻋَﻦِ ﺍﻟْﻔَﺤْﺸَﺎﺀِ ﻭَﺍﻟْﻤُﻨْﻜَﺮِ ﻭَﻟَﺬِﻛْﺮُ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺃَﻛْﺒَﺮُ ﻭَﺍﻟﻠَّﻪُ ﻳَﻌْﻠَﻢُ ﻣَﺎ ﺗَﺼْﻨَﻌُﻮﻥَ ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﻌﻨﻜﺒﻮﺕ ﺍﻵﻳﺔ : ٤٥ ]

"(Ey Peygamber!) Kitab'tan (Kur'an'dan) sana vahyedilenleri oku (ve ona göre hareket et) ve namazı da dosdoğru kıl. Zira namaz, (sahibini) her türlü hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. (Çünkü namazı, rükünlerine ve şartlarına riâyet ederek noksansız kılan kimsenin kalbi nurlanır, îmânı artar, iyilik yapma gayreti güçlenir ve kötülük yapma isteği azalır veyahut hiç kalmaz). Şüphesiz ki Allah'ı anmak, (her şeyden) daha büyüktür. Allah, (iyilik veya kötülük olarak) yapmakta olduğunuz (her şeyi) bilir." (Ankebût Sûresi: 45).

Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:
(( ﻗَﺎﻝَ ﺭَﺟُﻞٌ : ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠﻪِ ! ﺇِﻥَّ ﻓُﻠَﺎﻧَﺔَ ﻳُﺬْﻛَﺮُ ﻣِﻦْ ﻛَﺜْﺮَﺓِ ﺻَﻠَﺎﺗِﻬَﺎ ﻭَﺻِﻴَﺎﻣِﻬَﺎ ﻭَﺻَﺪَﻗَﺘِﻬَﺎ ﻏَﻴْﺮَ ﺃَﻧَّﻬَﺎ ﺗُﺆْﺫِﻱ ﺟِﻴﺮَﺍﻧَﻬَﺎ ﺑِﻠِﺴَﺎﻧِﻬَﺎ . ﻗَﺎﻝَ : ﻫِﻲَ ﻓِﻲ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ .
ﻗَﺎﻝَ ﻳَﺎ ﺭَﺳُﻮﻝَ ﺍﻟﻠﻪِ ! ﻓَﺈِﻥَّ ﻓُﻠَﺎﻧَﺔَ ﻳُﺬْﻛَﺮُ ﻣِﻦْ ﻗِﻠَّﺔِ ﺻِﻴَﺎﻣِﻬَﺎ ﻭَﺻَﺪَﻗَﺘِﻬَﺎ ﻭَﺻَﻠَﺎﺗِﻬَﺎ، ﻭَﺇِﻧَّﻬَﺎ ﺗَﺼَﺪَّﻕُ ﺑِﺎﻟْﺄَﺛْﻮَﺍﺭِ ﻣِﻦْ ﺍﻷَﻗِﻂِ، ﻭَﻻ ﺗُﺆْﺫِﻱ ﺟِﻴﺮَﺍﻧَﻬَﺎ ﺑِﻠِﺴَﺎﻧِﻬَﺎ، ﻗَﺎﻝَ : ﻫِﻲَ ﻓِﻲ ﺍﻟْـﺠَﻨَّﺔِ . ‏) ‏) ‏[ ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺣﻤﺪ ﻓﻲ ﺍﻟﻤﺴﻨﺪ ﻭﺻﺤﺤﻪ ﺍﻟﻤﻨﺬﺭﻱ ﻓﻲ ﺍﻟﺘﺮﻏﻴﺐ ﻭﺍﻟﺘﺮﻫﻴﺐ ﻭﺍﻷﻟﺒﺎﻧﻲ ﻓﻲ ﺍﻟﺴﻠﺴﻠﺔ ﺍﻟﺼﺤﻴﺤﺔ ]
"Bir adam:
- Ey Allah'ın elçisi! Falanca kadın, çokça nâfile namaz kılması, nâfile oruç tutması ve sadaka vermesiyle anılır. Fakat o, diliyle komşularına eziyet eder. (Bu kadın hakkında ne dersiniz?) diye sordu.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
- O (kadın), cehennemdedir, buyurdu.
Adam devamla:
- Ey Allah'ın elçisi! Filanca kadın da az nâfile oruç tutması, az sadaka vermesi, az nâfile namaz kılması ve kurutulmuş yoğurttan bir parça sadaka vermesiyle anılır. Fakat diliyle komşularına eziyet etmez.(Bu kadın hakkında ne dersiniz?) diye sordu.
Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:
- O (kadın), cennettedir, buyurdu."
(İmam Ahmed Müsnedi; c: 2, hadis no: 440. Münzirî de 'et-Terğîb ve't-Terhîb' s:3/321'de, Elbânî ise, 'Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha'; hadis no: 190'da hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.)

Örneğin farz oruç da böyledir.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- güzel ahlakın,kabul olunan orucun semeresi olduğunu, bu semereyi bulamayanın, tuttuğu orucunun Allah Teâlâ katında kendisine hiçbir fayda vermeyeceğini açıklamıştır.

Nitekim Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
(( ﻣَﻦْ ﻟَﻢْ ﻳَﺪَﻉْ ﻗَﻮْﻝَ ﺍﻟﺰُّﻭﺭِ ﻭَﺍﻟْﻌَﻤَﻞَ ﺑِﻪِ، ﻓَﻠَﻴْﺲَ ﻟِﻠﻪِ ﺣَﺎﺟَﺔٌ ﻓِﻲ ﺃَﻥْ ﻳَﺪَﻉَ ﻃَﻌَﺎﻣَﻪُ ﻭَﺷَﺮَﺍﺑَﻪُ . ‏) ‏) ‏[ ﺭﻭﺍﻩ ﺍﻟﺒﺨﺎﺭﻱ ]
"Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi terketmezse, Allah'ın, o kimsenin yemesini ve içmesini bırakmasına ihtiyacı yoktur."
(Buhârî, hadis no: 1903).

Örneğin zekât da böyledir. Zirâ zekât, nefsi tezkiye etmek ve onu, günahların kirlerinden ve kalbin âfetlerinden temizlemektir.

Nitekim Allah -azze ve celle- bu konuda şöyle buyurmaktadır:
ﺧُﺬْ ﻣِﻦْ ﺃَﻣْﻮَﺍﻟِﻬِﻢْ ﺻَﺪَﻗَﺔً ﺗُﻄَﻬِّﺮُﻫُﻢْ ﻭَﺗُﺰَﻛِّﻴﻬِﻢْ ﺑِﻬَﺎ ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺘﻮﺑﺔ : ١٠٣ ]
"(Ey Peygamber!) Onların mallarından belirli bir miktar sadaka (zekât) al ki bununla (günahlarının pisliğinden) onları temizleyesin ve onları (münafıkların konumundan ihlaslı kimselerin konumuna) yüceltesin. (Günahlarının bağışlanması için) onlara duâ et. Çünkü senin duâ (ve istiğfarı)n, onlar için bir rahatlık (ve rahmettir). Allah, her şeyi hakkıyla işiten ve (kullarının hallerini) hakkıyla bilendir." (Tevbe Sûresi: 103).

Aynı şekilde İslâm'ın beşinci rüknü olan hac da böyledir.

Nitekim Allah -azze ve celle- bu konuda şöyle buyurmaktadır:
ﺍﻟْﺤَﺞُّ ﺃَﺷْﻬُﺮٌ ﻣَﻌْﻠُﻮﻣَﺎﺕٌ ﻓَﻤَﻦْ ﻓَﺮَﺽَ ﻓِﻴﻬِﻦَّ ﺍﻟْﺤَﺞَّ ﻓَﻼ ﺭَﻓَﺚَ ﻭَﻻ ﻓُﺴُﻮﻕَ ﻭَﻻ ﺟِﺪَﺍﻝَ ﻓِﻲ ﺍﻟْﺤَﺞِّ ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺒﻘﺮﺓ ﺍﻵﻳﺔ : ١٩٧ ]
"Hac, bilinen aylardadır (bu aylar, Şevvâl, Zilkâde ve Zilhicce ayının ilk on günüdür). Kim o aylarda kendine haccı gerekli kılarsa (ihrama niyet ederse), hac sırasında eşiyle cinsel ilişkiye girmek, (günah işlemek sûretiyle) Allah'a itaattten çıkmak ve (öfke ve nefrete götüren) tartışmak yoktur (haramdır). Ne iyilik işlerseniz, Allah onu bilir. (Kendinize, hac yolculuğu için yemek ve içecek, âhiret yurdu için de sâlih amellerden) azık edinin. Biliniz ki azığın en hayırlısı, takvâdır. Ey akıl sahipleri! Yalnızca benden korkun." (Bakara Sûresi: 197).

Eğer bizler, İslâm şeriatında güzel ahlakın önemini belirten Kur'an ve sünnetten delilleri getirmeye çalışırsak, burada yazmaya sayfalar yetmez.

Nitekim değerli âlim İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- "Medâricu's-Sâlikîn" adlı eserinde bir bölüm açmış ve o bölümü şöyle adlandırmıştır:
"Dînin hepsi güzel ahlaktır.Sende güzel ahlakı ziyâdeleştiren, dînde seni daha çok ziyâdeleştirmiş olur."
Bununla birlikte İslâm'ın rükünlerinin temel gâyelerinden birisinin nasıl güzel ahlak olduğunu düşünmemiz yeterlidir. Bu sebeple güzel ahlakta bu gâyenin ne kadar büyük öneme sahip olduğuna dâir bir delil ve bunu korumanın zorunluluğu vardır. Allah -azze ve celle-'nin birliğine inanan her müslümanın bunu gözönünde bulundurması gerekir.

(Soruyu soran kardeşim!) Size düşen görev; eşine ve komşularına eziyet veren kimseye Allah Teâlâ'dan korkmasını ve Allah -azze ve celle-'nin onun yaptıklarından râzı olmadığını kendisine hatırlatmanızdır. Hatta Allah -azze ve celle-'nin komşusuna, eşine ve akrabalarına eziyet eden kimseye gazap ettiğini ve kılmış olduğu gece namazı ile nâfile orucun, kalbine, ahlakına ve duyu organlarına etkisinin nerede olduğunu kendisine hatırlatmanız gerekir.
Kendisine nasihat ederken yumuşak bir üslup kullanın.Onun ibâdete gayretli olması, inşaallah ondaki hayra delâlet eder.

Ebu Hureyre'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:
(( ﺟَﺎﺀَ ﺭَﺟُﻞٌ ﺇِﻟَﻰ ﺍﻟﻨَّﺒِﻲِّ ﺻَﻠَّﻰ ﺍﻟﻠﻪُ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَﺳَﻠَّﻢَ ﻓَﻘَﺎﻝَ : ﺇِﻥَّ ﻓُﻠَﺎﻧًﺎ ﻳُﺼَﻠِّﻲ ﺑِﺎﻟﻠَّﻴْﻞِ، ﻓَﺈِﺫَﺍ ﺃَﺻْﺒَﺢَ ﺳَﺮَﻕَ . ﻗَﺎﻝَ : ﺇِﻧَّﻪُ ﺳَﻴَﻨْﻬَﺎﻩُ ﻣَﺎ ﻳَﻘُﻮﻝُ . ‏) ‏) ‏[ ﺭﻭﺍﻩ ﺃﺣﻤﺪ ﻓﻲ ﺍﻟﻤﺴﻨﺪ ]
"Bir adam, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e gelerek:
- Falanca kimse gece (nâfile) namaz kılıyor, fakat sabah olunca hırsızlık yapıyor, dedi. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurdu ki:
- Şüphesiz onun söylediği şey (gece kıldığı namazı), onu hırsızlıktan alıkoyacaktır."
(İmam Ahmed Müsnedi; c: 2, hadis no: 447).
el-Heysemî, 'Mecmeu'z-Zevâid'; c: 2, s: 261'de hadis hakkında şöyle demiştir:
"Hadisin râvileri sikattır."
Şuayb el-Arnaût ve Âdil Merşed, 'İmam Ahmed'in Müsned'inin tahkiki c: 15, s: 483'de şöyle demişlerdir:
"Hadisin isnadı sahih, râvileri ise sahihayn râvileri gibi sikattır."

Yine de en iyisini Allah Teâlâ bilir.

Şeyh Muhammed Salih el-Muneccid

10 Kasım 2016 Perşembe

Takva Üç Mertebedir!


1. Kalbin ve azaların haram ve günahlardan korunması,
2. Bunların kerih görülen şeylerden (mekruhlardan) korunması,
3. Malayani işlerden ve gereksiz konulardan korunması.

- İlk maddeye gelirsek, bu, kula hayatını vermektedir.
- İkincisine gelirsek; bu da kulun sağlığını ve kuvvetini sağlamaktadır,
- Üçüncüsü ise; kula sevinç, neşe ve ferahlık kazandırmaktadır.

Hakkın susturulması her müdafaa edildikçe Haklı tartışmacıya destek çıkan az olur.

İbn Kayyım. [El-Fevaid]

Kim Fetva Verebilir.

İmam Şafii'ye istinaden şöyle nakledilir:

''Allah'ın dininde şu şartlara haiz olmayan bir kişinin fetva vermesi helal değildir:

Allah'ın kitabını nasihi, mensuhu, muhkemi, müteşabihiyle bilecek, yine bunların Mekki'sini Medeni'sini, te'vilini, tenzilini ve kendilerinden ne murad edildiğini bilecektir.

Bundan sonra ise Allah Rasulü (sallallahu aleyhi ve sellem)'in hadislerini nasihi, mensuhuyla bildiği gibi, Kur'an hakkında bilmesi gerekenlerin aynısını hadis hakkında da bilecektir.

Ayrıca lûğatı iyi bilmesi gerektiği gibi, şiiri de Kur'an ve Sünnet'in anlaşılmasında kendisine ihtiyaç duyulacak kadar bilmelidir ve bildiklerinide insaflı bir şekilde kullanmalıdır.

Bundan sonra da farklı beldelerde yaşayan alimlerin ihtilaflarını gözeten ve zikredilen bu vasıfların kendisinde bir mizaca dönüştüğü kimselerden olması gerekmektedir.''

Bu şartlara haiz olmayan yahut bu şartlara haiz olanların diliyle konuşmayan kimseler size ''şu haram, şu helal'' derse; ondan kaçın.

İbn Kayyim, İ'lamu'l-Muvakkiyn 1/46

9 Kasım 2016 Çarşamba

Kur'an'ı Hızlı Okumanın Ve Namazı Hızlı Kılmanın Hükmü

Ben, hızlı namaz kılan birisiyim. Yani ben, Fatiha sûresi ile diğer kısa sûreleri hızlı bir şekilde okuyorum.Namazdaki hareketlerim aynı şekilde hızlıdır. Bu davranışım câiz midir?



Cevap:

Hamd, yalnızca Allah'adır.

Sünnet olan; Kur'an okuyan kimsenin, ister Fatiha sûresi olsun, isterse başka bir sûre olsun, Kur'an'ı okurken onu tertilli olarak okuması, okuduğunu iyice düşünüp akıl etmesi için de kıraatında acele etmemesidir. Dolayısıyla Kur'an okuyan kimse için sünnet olan; okuduğunun anlamını iyice düşünerek ve akıl ederek okuması, tertilli okuması ve acele etmemesidir.

Nitekim Allah Subhânehu ve Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( ... وَرَتِّلِ الْقُرْآنَ تَرْتِيلاً )) [ سورة المزمل من الآية: 4 ]

"... ve Kur'an'ı tertil ile (kelimelerin hakkını vererek, tane tane) oku." (Müzzemmil Sûresi: 4)

Yine Allah -azze ve celle- şöyle buyurmuştur:

((كِتَابٌ أَنزَلْنَاهُ إِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا آيَاتِهِ وَلِيَتَذَكَّرَ أُوْلُوا الأَلْبَابِ )) [ سورة ص الآية: 29]

"(Ey Rasûl!) Biz sana feyizli ve bereketli bir kitap indirdik ki insanlar onun âyetlerini iyice düşünsünler ve akıl sahipleri (Allah'ın kendilerini sorumlu tuttuğu şeyleri) hatırlasınlar." (Sâd Sûresi: 29)

Bazı harfleri veya âyetleri ihlal eden hızlı okuyuş, câiz değildir. Aksine Kur'an okuyan kimsenin, doğru ve açık bir şekilde okuyabilmesi için kıraatında yavaş olması ve anlamını düşünüp akıl edebilmesi için tane tane okuması gerekir.

Bir kimse, kıraatında bazı harfleri telaffuz etmiyorsa ve bazı harfleri değiştiriyorsa, bu kıraat câiz değildir. Aksine harfleri ve kelimeleri tam olarak noksansız bir şekilde edâ edebilmesi için yavaş yavaş ve tertilli okuması gerekir.

Aynı şekilde namazında da böyle olması gerekir. Buna göre rükûda, secdede, iki secde arasındaki oturuşta ve rükûdan sonraki ayakta duruşta acele etmemelidir.Aksine teenî ile ve mutmain olacak bir şekilde kılmalıdır. Namaz kılan kimsenin böyle yapması, kendisine farzdır. Çünkü namazda mutmain olmak, yerine getirilmesi gereken farzdır. Secdede başını, karganın yemini gagalaması gibi indirip kaldırmak ve namazda acele etmek, namazı bozar.

Soruyu soran kimseye rükû sırasında mutmain oluncaya kadar beklemesini, acele etmemesini ve üç defa veya daha fazla şu duâyı okumasını tavsiye ederiz.

(( سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ.))

"Çok büyük Rabbimi tüm noksanlıklardan tenzih ederim."

Bu duâdan sonra şu duâyı da okur:

(( سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ. اَللَّهُمَّ اغْفِرْ ليِ))

"Allahım! Sana hamd ederek, seni tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Allahım! Beni bağışla."

Başını rükûdan kaldırdıktan sonra mutmain oluncaya kadar ayakta bekler.Bu sırada şu duâyı okur:

(( رَبَّنَا وَلَكَ الْحَمْدُ، حَمْداً كَثِيراً طَيِّباً مُبَارَكاً فِيهِ، مِلْءَ السَّمَاوَاتِ وَمِلْءَ الأَرْضِ وَمِلْءَ مَا بَيْنَهُمَا، وَمِلْءَ مَا شِئْتَ مِنْ شَيْءٍ بَعْدُ))

"Rabbimiz! Riyâdan uzak ve bereketi kesilmeyen çokça hamd, yalnızca sanadır. Gökler dolusu, yerle gökler arasındaki mesafe dolusunca ve bundan sonra dilediğin şeyler dolusunca (hamd yalnızca sanadır)."

Namaz kılanın bu şekilde söylemesi, kendisi için daha fazîletlidir.

(( رَبَّنَا وَلَكَ الْحَمْدُ))

"Rabbimiz! Hamd, yalnızca sanadır."

Rükûdan doğrulduktan sonra bu duâyı okumak, doğru olan görüşe göre vâciptir.

Eğer bu duâya (Rabbimiz! Hamd, yalnızca sanadır) şunu ekleyerek okursa, daha kâmil ve daha fazîletli olur:

((...حَمْداً كَثِيراً طَيِّباً مُبَارَكاً فِيهِ، مِلْءَ السَّمَاوَاتِ وَمِلْءَ الأَرْضِ وَمِلْءَ مَا بَيْنَهُمَا، وَمِلْءَ مَا شِئْتَ مِنْ شَيْءٍ بَعْدُ))

"... Riyâdan uzak ve bereketi kesilmeyen çokça hamd, yalnızca sanadır. Gökler dolusu, yerle gökler arasındaki mesafe dolusunca ve bundan sonra dilediğin şeyler dolusunca (hamd yalnızca sanadır)."

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'den bu duânın üzerine şu fazlalık da gelmiştir:

(( مِلْءَ السَّمَاوَاتِ وَمِلْءَ الأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا، وَمِلْءَ مَا شِئْتَ مِنْ شَيْءٍ بَعْدُ، أَهْلَ الثَّنَاءِ وَالْمَجْدِ، أَحَقُّ مَا قَالَ الْعَبْدُ. وَكُلُّنَا لَكَ عَبْدٌ. اَللَّهُمَّ لاَ مَانِعَ لِمَا أَعْطَيْتَ، وَلاَ مُعْطِيَ لِمَا مَنَعْتَ، وَلاَ يَنْفَـعُ ذَا الْجَدِّ مِنْكَ الْجَدُّ ))

"Gökler dolusu, yerle gökler arasındaki mesafe dolusunca ve bundan sonra dilediğin şeyler dolusunca (hamd yalnızca sanadır) ey övgü ve şeref sahibi! Bir kulun -ki hepimiz senin kulunuz- söylediği şu söze en lâyık olan sensin:

- Allahım! Senin verdiğine mâni olacak, senin mâni olduğuna da verecek kimse yoktur. Makam sahibinin sahip olduğu şeyler, senin katında kendisine hiçbir fayda vermez."

Bu duâ en kâmil olanıdır.

Aynı şekilde secde ettiği zaman secdede de acele etmemelidir. Alın, burun, iki avucun iki, iki diz ve iki ayak parmaklarının ucu olmak üzere yedi aza üzerine secde etmelidir. Mutmain olacak şekilde ve acele etmeden secde etmelidir.

Secdede üç defa şu duâyı okumalıdır:

(( سُبْحَانَ رَبِّيَ الأَعْلَى. سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، اللَّهُمَّ إغْفِرْ ليِ))

"En yüce olan Rabbimi tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Allahım! Sana hamd ederek seni tüm noksanlıklardan tenzih ederim. Allahım! Beni bağışla."

Ardından kolayına gelen şu duâyı da okur.

(( اَللَّهُمَّ اغْفِرْ ليِ ذَنْبِي كُلَّهُ، دِقَّهُ وَجِلَّهُ، وَأَوَّلَهُ وَآخِرَهُ، وَعَلانِيَتَهُ وَسِرَّهُ))

"Allahım! Günahlarımın hepsini; küçüğünü ve büyüğünü, ilkini ve sonunu, âşikarını ve gizlisini bağışla."

Bu, meşrû olan duâdır.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşturÇ

(( أَقْرَبُ ماَ يَكوُنُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ وَهُوَ ساَجِدٌ، فَأَكْثِروُا الدُّعاَءَ)) [ رواه مسلم ]

"Kulun, Rabbine en yakın olduğu an, secdede olduğu andır. Bu sebeple secdede çokça duâ edin." (Müslim)

Yine şöyle buyurmuştur:

((…أَماَّ الرُّكوُعُ فَعَظِّموُا فِيهِ الرَّبَّ،وَأَماَّ السُّجوُدُ، فَاجْتـَهِدُوا فيِ الدَعَاءِ، فَقَمِنٌ أَنْ يُسْتَجاَبَ لَكُمْ)) [ رواه مسلم ]

"Rükûda Rabbi (Allah’ı) yüceltin, secdede ise çokça duâ etmeye gayret edin. Çünkü secdede yapılan duâ, kabul olunmaya daha lâyıktır." (Müslim)

Bu sebeple mü'minin secdesinde acele etmemesi, aksine mutmain olacak şekilde secde etmesi gerekir.Çünkü bu, yerine getirilmesi gereken namazın rükünlerinden birisidir. Bununla beraber namaz kılan kimsenin, namazın rükünlerini yerine getirirken daha ağır hareket etmesi ve acele etmemesi, secdesinde "Subhâne Rabbiye'l-A'lâ" duâsını tekrar etmesi kendisine meşrû kılınmıştır. Rükûda "Subhâne Rabbiye'l-A'lâ" duâsını bir defa okuması, vâciptir. Fakat bu duâyı üç veya beş veyahut da yedi defa okursa, daha fazîletlidir.

Yine iki secde arasında mutmain olacak şekilde beklemeli ve acele etmemelidir. İki secde arasında bütün eklemleri yerlerine dönünceye kadar belini doğrultmalı ve şu duâyı okumalıdır:

(( رَبِّ اغْفِرْ ليِ، رَبِّ اغْفِرْ ليِ، رَبِّ اغْفِرْ ليِ. اَللَّهُمَّ اغْفِرْ ليِ، وَارْحَمْنِي، وَاهْدِنِي، وَاجْبُرْنِي، وَعَافِنيِ وَارْزُقْنيِ، وَارْفَعْنيِ))

"Rabbim! Beni bağışla. Rabbim! Beni bağışla. Rabbim! Beni bağışla. Allahım! Beni bağışla, bana merhamet et, beni doğru yola ilet, beni islah eyle, bana âfiyet ver, bana rızık ver ve beni yücelt."

Bu duâların hepsi Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'den gelmiştir. Bu sebeple müslümanın Peygamberi -sallallahu aleyhi ve sellem-'i örnek almalı, O'nun sünnetine göre hareket etmeli ve namazın bütün rükünlerinde acele etmemelidir. Zirâ namaz, dînin direğidir ve namazın yeri ve önemi çok büyüktür.

Soruyu soran kimseye buna önem vermesini, bu konuda Allah Teâlâ'dan korkmasını, her işinde Allah Teâlâ'nın rızâsını gözetmesini, namazını mutmain olacak şekilde ve acele etmemek üzere tam kılmasını tavsiye ederiz.

Aynı şekilde kıraatını da mutmain olacak şekilde harfleri tane tane okumalı ve acele etmemeli, aksine okuduğundan istifâde edecek şekilde akıl ederek ve düşünerek açık okumalıdır.

Allah Teâlâ'dan herkesi hayırlı amellerde muvaffak kılmasını dileriz."

Abdulaziz b. Baz; "Nuru'n Ale'd-derb Fetvâları"; c: 2, s: 272

8 Kasım 2016 Salı

Allah Bu Dîni, Ehl-i Hadis İle Korumuştur!

Ehl-i Hadis, canlarını ortaya koydular, çölleri, diyarları aştılar, Allah Resûlu sallallahu aleyhi ve sellem'in hadîsini talep etmek, hıfzetmek ve muhafaza etmek için, Allah'ın koruyacağını bize haber verdiği bu dîni İslam için yurtlarından, eşlerinden, çocuklarından uzakta gurbetlere düştüler. Allah bu dîni, Ehl-i hadis ile korumuştur:

"Muhakkak ki Zikr'i biz inzâl ettik ve muhakkak ki, onu muhafaza edecek olan elbette biziz." [Hicr 9]

Allah'ın bu dîni, Ehl-i Hadis vasıtası ile koruduğu hususunda kimsenin şüphe ve tereddüt beslemediğine
inanıyorum.

Şu beyitlerin sahibi Muhammed bin İsmail el-Emîr r.h ne kadar güzel söylemiştir:

Selam olsun Ehl-i Hadîs'e Şüphesiz ki ben, daha beşikten itibaren hadis sevgisi ile büyüdüm

Ehl-i Hadis canlarını Ahmed'in Sünnet'i uğruna ortaya
koydular Onun Sünnet'inin berraklığı için tüm güçleri ile çaba sarf ettiler
Ehl-i hadisten kasdım, Ahmed'in Sünnet'inin Selef'leridir. Bu kasîdede maksadım onlardır. Onlar ki, Buhari, Müslim, Ahmed gibi ilim ve çabada
gayret gösterenlerdir.
Onlar suyu çekilmeyen deniz gibidirler.
Onlara bu yolda medet Allah'tan gelir.
Onlar ki, ilm-i Muhammed'in denizinden içtiler, içirdiler.
Onların şol diğer mezheplere uğrağı yoktur.

Yine Hafız es-Sûri de şöyle demiştir:

Hadis ile inatlaşan ve Hadis Ehlini ve Hadis Talib'ini ayıplayan kimseye sor ki
Bunu bir ilme binaen mi diyorsun yoksa cehaleten mi? Ki cehalet, sefih kimsenin huyudur. Dîni sapma ve eğriliklerden koruyan Ehl-i Hadis hiç
ayıplanır mı?

Her âlim ve fakih, Ehl-i Hadis'in rivayetlerine müraacat etmiştir.
Allah bu dîni onlar ile korumuştur. Onlar
Allah yolunda, kınayanın kınamasından korkmazlardır.

[ ŞEYH MUKBİL B. HÂDİ EL-VÂDİ'Î
"Ehli Sünnet'e Nasîhatım" ]