29 Kasım 2015 Pazar

Yüce Allah’ın Yoluna Nasıl Davet Edilir?

Yüce Allah’ın Yoluna Nasıl Davet Edilir?

Yüce Allah buyurdu ki:

"Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et! Onlarla en güzel yolla mücadeleni yap."
(en-Nahl, 16/125)

İbn Kesîr bu âyetin tefsirinde diyor ki:

Yüce Allah Rasûlü Muhammed Salallahu aleyhi vesellem'e insanları Allah'ın yoluna hikmetle davet etmesini emir buyurmaktadır.

İbn Cerir dedi ki: Hikmet Allah'ın peygamberine indirdiği kitap ve sünnettir. Güzel öğüt ve kitapta bulunan kişiyi kötülüklerden alıkoyan ve insanların başlarına gelen olayları hatırlatmaktır.

İşte insanlara Allah'ın azabından sakınmaları için bunları hatırlat!

"Onlarla en güzel yolla mücadeleni yap" da onlardan tartışma ve mücadeleye gerek duyanlarıyla en güzel şekilde yumuşaklıkla ve güzel hitapla mücadele et ve tartış.

Yüce Allah'ın: "Aralarından zulmedenler müstesna olmak üzere kitap ehliyle ancak en güzel yolla mücadele edin." (el-Ankebut, 29/46) buyruğunda olduğu gibi.

Yüce Allah ona yumuşak davranmasını emretmektedir. Nitekim Musa ve Harun -ikisine de selam olsun-'u Firavun'a gönderdiği zaman da şu buyruğuyla aynı şekilde emir vermiştir:

"Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar." (Taha, 20/44)195

İbnu'l-Kayyim az önceki âyetin tefsirinde diyor ki:

Yüce Allah davetin mertebelerini insanların mertebelerine göre tayin etmiştir:

a. Hakka karşı inad etmeyen, haktan yüz çevirmeyen, zeki ve hakkı kabul eden bir kimse hikmet yoluyla davet edilir.

b. Hakkı kabul etmekle birlikte bir çeşit gafleti ve gecikmesi olan kimseyse güzel öğütle davet edilir. Bu da teşvik ve korkutma ile birlikte verilen emir ve nehiy ile olur.

c. İnad edip inkar eden kimseye karşı ise en güzel yolla mücadele edilir.

İşte bu âyetin anlamı ile ilgili doğru olan anlama şekli budur. Yunan mantığının esiri olanların zannettikleri gibi değildir. Çünkü onlara göre hikmet açık kıyastır ve bu havasa yapılan davet çeşididir. Güzel öğüt ise hitap kıyasıdır. Bu da avamın davetidir. En güzel yolla mücadele ise cedeli kıyastır. Bu da önermeleri kabul edilen
tartışma kıyası yoluyla tartışanların kanaatlerini reddetmektir. Ancak böyle bir açıklama tarzı batıldır ve bu felsefe esaslarına göre bina edilmiştir. Müslümanların usullerine ve dinin kaidelerine -sözkonusu edilme yerleri
burası olmayan- pek çok bakımdan aykırıdır.

Miftahu Dari's-Saade, I, 193

28 Kasım 2015 Cumartesi

Tagut Nedir?

Tagut Nedir?

"Tagut" kelimesi Kur’an-ı kerimde sekiz yerde, sekiz defa zikredilmiştir.

Bunlar:

"Bakara: 256, Bakara: 257, Nisa: 51, Nisa: 60, Nisa; 76, Maide: 60, Nahl: 36, Zümer: 17" ayetleridir.

"Tagut" kelimesi; taga, yetgı, tugyan, yetgu tugyanenden türemiştir. Haddini aşmış, yükselmiş, küfürde ileri gitmiş, isyanda haddini aşmış manalarına gelir. Bu özelliklere sahip olan herkes tagut olarak isimlendirilir.

"Tagal mau ve’l bahr"; su ve deniz yükseldi denildiğinde, denizin dalgaları yükseldi manasına gelir.

Haddini aşan her şeye tagut denir.

"Tagut" kelimesi, hem tekil ve çoğul hem de dişi ve erkek için kullanılır.

Fa’lut kalıbında yani; "tagyut" şeklindedir. Fakat (ye) harfi (gayn) harfinden önce gelmiş ve fethalı (üstünlü) okunmuştur. Ondan önceki harf de fethalı (üstünlü) olduğu için bu (ye) harfi (elif) harfine çevrilmiş ve "tagut" kelimesi oluşmuştur.

Tagutun çoğulu; "tavagit" dir. Hadiste şöyle geçer:

"Babalarınız ve tagutlar (tavagi - tavagit) adına yemin etmeyin!"

Hadisteki "tavagi" kelimesi, "tagiyenin" çoğuludur. Bunlar ise müşriklerin ibadet ettikleri putlar ve başkalarına verdikleri isimlerdir. Devs tagiyesi, Hesam tagiyesi denildiğinde Devs ve Hesam kabilelerinin taptığı putlar kastedilirdi.

"Tavagi"; küfürde haddini aşan manasına da gelir. Bu durumda, Devs ve Hesam’ın büyükleri ve ileri gelenlerine itaat kastedilir. (Lisanul Arap c: 15 s: 7)


Ebu İshak şöyle dedi:

"Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen her şey cibt ve taguttur... Allah-u Teâlâ bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

"Onlar, taguta ve cibte inanıyorlar." (Nisa: 51)

Ezheri şöyle dedi:

"Ayetteki cibt ve tagut Hayy b. Ahtab ve Ka’b b. Eşref’tir.... Bu mana tagutun lügat manasına zıt değildir. Çünkü o ikisinin emrine tabi olduklarında Allah-u Teâlâ'dan başka o ikisine itaat etmiş olmaktadırlar."

Şu’be, Ata ve Mücahid şöyle dediler:

"Cibt; sihirdir. Tagut ise; şeytan, kahin ve dalalette baş olan herkestir."

El Ahfeş:

"Taguta kulluk etmekten kaçınarak..." (Zümer: 17) ayeti hakkında şöyle dedi:

"Tagut putlardan olabildiği gibi cin ve insanlardan da olabilir." ( Bu açıklamaların hepsi Lisan’ul Arap’ta geçmektedir.)

Vahidi şöyle dedi:

"Bütün arapça dil alimleri tagutu, "Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen herşey" olarak tarif etmişlerdir."

Nevevi şöyle dedi:

"Leys, Ebu Ubeyde ve El Kesai "tagut" hakkında şöyle dediler:

"Tagut; Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen her şeydir." (Şerh Sahihi Müslim c: 3 s: 18)

Cevheri şöyle dedi:

"Tagut, şeytan ve dalalette baş olan herkestir."

Rahman’ın Kullarının Nitelikleri!

Rahman’ın Kullarının Nitelikleri


1- Yüce Allah buyurdu ki: "Rahmanın kulları yeryüzünde ağır ve vakur yürürler." (el-Furkan, 25/3)

Onların niteliklerinden birisi de yeryüzünde sükunetle, vakarla ve alçak gönüllülükle yürümeleri, büyüklendikleri için ayaklarını yerlere vurmayışları da vardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen hiçbir zaman yeri de yaramazsın, boyca da asla dağlara erişemezsin." (el-İsra, 17/37)

İbn Kesîr dedi ki: "Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme" yani zorbaların yürüyüşü gibi böbürlenerek ve sağa sola eğilip bükülerek yürüme! Çünkü sen yürüyüşünle yeri delemezsin. "Boyca da asla dağlara erişemezsin" yani eğilip bükülmekle, öğünmekle, kendini beğenmekle bu kadar uzayamazsın. Aksine bu şekilde hareket eden kimse maksadının tam zıttı ile dahi cezalandırılabilir. (Büyüklenenler kıyamet gününde zerrecikler misali edileceklerdir.)

2- "Cahiller onlara hitap ettiklerinde: 'Selam' der geçerler." (el-Furkan, 25/63)

Yani beyinsizler kötü sözlerle kendilerine hitap edecek olursa benzeri ile ona karşılık vermezler. Aksine onlar eziyet ve günahtan yana esenlikli
olan sözler söylerler. Kötülüğü en güzeliyle savmak maksadıyla bu onların "selamun aleykum" şeklinde selam ifadesiyle de olabilir, yumuşak sözlerle de olabilir. Affetmek yahut bağışlamakla ve öfkeyi yutmakla da olabilir.1

3- "Onlar ki gecelerini Rablerine secde ve kıyam ile geçirirler." (el-Furkan, 25/64)

Gecenin bir kısmında namaz kılarlar, kıyamda dururlar ve dua ederler. Nitekim yüce Allah onların nitelikleriyle ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Yanları yataklarından uzak kalır. Rablerine korkarak ve ümit ederek dua ederler. Onlara verdiğimiz rızıktan infak da ederler."
(es-Secde, 32/16)

Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

"Her kim geceleyin uyanır ve seslice:
"Bir ve tek ve ortağı bulunmaksızın Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Mülk (egemenlik ve tasarruf) yalnız onundur. Her türlü hamd sadece onadır. O herşeye güç yetirendir. Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. Yalnız ona hamdederim. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç yetirilemez, takat getirilemez" dedikten sonra: "Allah'ım, bana mağfiret buyur, der yahutta dua ederse duası kabul olunur. Eğer abdest alır, namaz kılarsa namazı kabul olunur."2

Ben bu duayı okudum, duam kabul edildi.

4- "Onlar ki: 'Rabbimiz bizden cehennem azabını geri çevir. Çünkü gerçekten onun azabı kesin bir helâk oluştur' derler. 'Gerçekten o ne kötü bir durak ve ne kötü bir yerdir!'"
(el-Furkan, 25/65-66)

Onların niteliklerinden birisi de Rablerine cehennem azabını kendilerinden uzak tutması için dua etmeleridir. Çünkü cehennem azabı ebedi bir helâk oluştur. Orada kalmak ve orada bulunmak ne kötüdür! âyet-i kerimeden
Allah'a cehennem ateşinden korktukları için ibadet etmediklerini söyleyen mutasavvıfların kanaatleri reddedilmektedir.

5- "Ve onlar ki, mallarını infak ettiklerinde israf da etmezler. Cimrilik de etmezler. Bunun arasında orta bir yol tutarlar." (el-Furkan, 25/65)

Yüce Allah onları orta yolu tutmakla nitelendirmektedir. Onlar yaptıkları harcamalarında israf etmedikleri gibi,
cimrilik ederek kendilerini de, aile halklarını da darda bırakmazlar. Aksine onlar orta yolludurlar.
Taberi âyetin tefsirinde şunları söyler:
"Yüce Allah'ın burada nafakada (harcamada) israftan kastettiği yüce Allah'ın kullarına mübah kıldığı sınırı aşarak ileri gitmektir. Cimrilik etmek (iktar) ise Allah'ın emrettiğinden daha az harcamaktır. Kavam (orta yol) ise ikisi arasında
olandır." Bu âyetin anlamını yüce Allah'ın şu buyruğu da açıklamaktadır:

"Elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma)! Onu büsbütün de açma (israf etme)! Yoksa kınanır, yaptığına pişman olur kalırsın." (el-İsra, 17/29)

Yüce Allah cimriliği yererek, israfı yasaklayarak, iktisatlı olmayı da emrederek buyuruyor ki: Sen kimseye hiçbir şey vermeyen, hayrı engelleyen bir cimri olma. Takatinden fazlasını, gelirinden yukarısını vererek harcamada aşırı gitme, israf yapma! Çünkü sen cimrilik edersen kınanmış bir kimse olursun. İnsanlar seni kınar, seni yererler ve seni gerekli görmezler. Takatinden fazla açık elli olursan, bu sefer sen hareket edemeyen (el-
hasîr) gibi kalır, harcayacak bir şey bulamazsın. -Hasir, ise yürümekten âciz kalan, zayıflığı ve acizliği dolayısıyla yerinde duran bineğe denilir.- İşte İbn Abbas ve el-Hasen bu âyet-i kerimede kastedilen cimrilik ve israf(ın yasaklanması) amacıyla zikredildiğini belirterek açıklamışlardır.3

6- "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilâha dua etmezler." (el-Furkan, 25/68)

Bu gerçekten önemli bir niteliktir. Onların Allah'ı tevhid ettiklerini, ona bütün ibadetlerinde özellikle dualarında hiç kimseyi ortak koşmadıklarını ortaya koymaktadır. Çünkü dua bir ibadettir. Ayrıca Allah'tan başka ölülere -
isterse peygamber ya da veli olsunlar- dua etmek ameli boşa çıkartan şirk çeşitlerindendir.

"Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem'e hangi günah daha büyüktür diye sorulunca: "O seni yaratmışken Allah'a eş koşmandır" diye
cevap vermiştir.4

7- "Hak ile olması dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler."
(el-Furkan, 25/68)

Onların bir başka niteliği de Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeyişleridir. Kız çocukları diri diri gömmek ve başka çeşitler de bu kabildendir. Ancak öldürülmesinin haramlığını ortadan kaldıran hak ile olması müstesnadır. İrtidad eden, başkasını öldüren, yeryüzünde fesad çıkartanlar gibi. Bunlar hak ile öldürülürler.

8- "Zina da etmezler." Rahman’ın kulları zinaya yaklaşmazlar. Çünkü o bir hayasızlıktır ve kötü bir yoldur. O hem kişiye, hem topluma zararlıdır. Çünkü çeşitli hastalıklara sebeb olur, aileyi darmadağın eder ve daha başka tehlikeleri vardır.

"Kim bunları işlerse ceza(ları) ile karşılaşır. Kıyamet gününde onun azabı kat kat verilir. O azabda ebediyyen hor ve hakir bir halde kalır."
(el-Furkan, 25/68-69)

Allah'tan başkasına dua etmek, canı öldürmek ve zina gibi sözü geçen büyük günahlardan herhangi birisini işleyen bir kimse kıyamet gününde bir ceza olmak üzere azabının tekrar tekrar edilmesi ve zelil ve hakir olarak o azabta ebedi kılınması gibi bir ceza ile karşı karşıya kalacaktır.
"Ancak" bütün yaptıklarından dünyada yüce Allah'a "tevbe edenler müstesnadır." Şüphesiz yüce Allah şartlarına uygun olarak tevbe edenin tevbesini kabul eder.

9- "Ve onlar ki yalan şahitlik yapmazlar."
(el-Furkan, 25/72)

Taberi dedi ki: Görüşler arasında doğruya en yakın olan şöyle denilmesidir:
Şirk, şarkı, yalan ve buna benzer ve "zûr (yalan)" adının verildiği herbir şeye şahid olmayan, tanıklık etmeyen kimselerdir. Çünkü Allah onların genel niteliği itibariyle yalan şahitlikte bulunmadıklarını belirtmektedir.
Dolayısıyla haber ya da fiil olarak kabul edilmesi gereken bir delil bulunmadıkça bunlardan herhangi bir şeyin tahsis edilmemesi gerekir.

Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur:

"Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” diye üç defa sordu. Bizler haber ver ey Allah'ın Rasûlü dedik. Şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşmak, anne-babaya haksız muamelede bulunmak." O sırada yaslanmış
iken oturdu ve şöyle buyurdu: "Dikkat edin bir de yalan söz, dikkat edin bir de yalan şahitlik." Bu sözü o kadar    tekrarladı ki, keşke sussa diye temenni ettik.5

10- "Lağve (boş ve batıl şeylere) rastladıklarında da şereflice yüz çevirip geçerler."
(el-Furkan, 25/72)

Ondan yüz çevirerek hilm ile onu geride bırakır, giderler. Taberî der ki: Bu hususta görüşler arasında bence doğruya en yakın olan şöyle demektir: Yüce Allah övdüğü bu mü'minlere dair haber vererek onların boş söz ve işler yanından şereflice yüz çevirip geçtiklerini bildirmektedir. Lağv (boş iş ve söz) arapçada aslı ve hakikati
bulunmayan, batıl olan ya da çirkin görülen herbir söz ve fiilin adıdır. İnsanın bir diğer insana gerçekle ilgisi olmayan batıl sözlerle sövmesi lağvdir. Çirkin kabul edilen bazı yerlerde nikâhtan sarih ifadelerle sözkonusu etmek de lağvdendir. Aynı şekilde müşriklerin tanrılarını tazim etmeleri de, o tazim ettikleri varlığın tazim ettikleri şekilde bir hakikati olmadığından ötürü, batıl işlerdendir. Şarkı dinlemek de din ehli arasında çirkin
görülen işlerdendir. O halde bütün bunlar lağv kapsamı içerisine girerler. Dolayısıyla lağv diye adlandırılması gereken herhangi bir şey için bunun bir kısmı kastedilmiş, bir kısmı kastedilmemiştir demenin açıklanabilir bir
tarafı yoktur. Çünkü rivayet edilen bir haber ya da akli bakımdan böyle bir tahsisin yapıldığına dair bir delalet bulunmamaktadır.

11- "Onlar ki Rablerinin ayetleriyle kendilerine öğüt verildiğinde onlara karşı sağır ve kör kimseler olarak yıkılmazlar." (el-Furkan, 25/73)

İbn Kesîr dedi ki: Bu da mü'minlerin nitelikleri arasında yer alır:

"Gerçek mü'minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, ayetleri karşılarında okunduğu zaman (bu) onların imanını arttırır ve onlar ancak Rablerine güvenip dayanırlar."
(el-Enfal, 8/2)

Ama kâfir böyle değildir. O Allah'ın kelamını dinlediği takdirde ondan etkilenmez. Halinde herhangi bir değişiklik olmaz. Aksine o küfrü, azgınlığı, bilgisizliği ve sapıklığı üzerinde devam eder gider.

Yüce Allah'ın: "Bunlara karşı sağır ve kör kimseler olarak yıkılmazlar" buyruğu ile ilgili olarak Şabi'ye bir topluluğu secde halinde görmekle birlikte (neden) secde ettiklerini duymayan bir kimse onlarla birlikte secde eder mi diye soruldu, o şu: "Onlar ki Rablerinin âyetleriyle kendilerine öğüt verildiğinde..." buyruğunu okudu.

Yani onlarla birlikte secde etmez. Çünkü o secde emri üzerinde düşünme imkanını bulmamıştır. Mü'min bir kimsenin ise rastgele başkalarına uyan bir kimse olmaması gerekir. Aksine o yaptığı işi basiret, kesin kanaat ve açık seçik bir sebebe dayanarak yapmalıdır.

Katade yüce Allah'ın: "Onlar ki Rablerinin âyetleri ile kendilerine öğüt verildiğinde bunlara karşı sağır ve kör kimseler olarak yıkılmazlar" âyetinin tefsiri hakkında şunları söylemektedir:

Yüce Allah buyuruyor ki: Onlar hakka karşı sağır ve kör değildirler. Onlar Allah'a yemin ederim ki haktan geleni akleden ve onun kitabından,
duyduklarından yararlanan kimselerdir."6

12- "Ve onlar ki: 'Rabbimiz eş ve çocuklarımızdan bize gözlerimizin aydınlığı olan (salih kimse)ler ver...' derler." (el-Furkan, 25/74)

İbn Kesîr dedi ki: Bu buyrukla Allah'tan sulblerinden ve soylarından geleceklerden Allah'a itaat eden, O'na hiçbir varlığı ortak koşmaksızın bir ve tek olarak ibadet eden kimseler çıkarması için dua edenleri kastetmektedir.

a. İbn Abbas dedi ki: Allah'a itaat olan işleri yaparak dünyada da, âhirette de gözlerini aydınlatacak kimseleri kastetmektedirler.

b. İkrime dedi ki: Onlar bu sözleriyle güzellik ya da güzel görünümü kastetmiyorlardı. Onlar soylarından geleceklerin itaatkar olmalarını isterler.

c. Hasan-ı Basri'ye bu âyet-i kerime hakkında soru sorulması üzerine şöyle cevap vermiştir: Bu yüce Allah'ın müslüman kuluna eşinin, kardeşinin, candan yakın arkadaşının Allah'a itaat ettiğini göstermesidir. Allah'a yemin olsun ki müslüman için Allah'a itaat eden bir evlat yahut bir torun yahut bir kardeş yahut candan bir arkadaş
görmekten daha çok gözünü aydınlatacak hiçbir şey yoktur.

13- "Bizi takva sahiplerine önder yap." Yani bizimle başkalarının hidâyeti bulacağı önder kimseler kıl.

İbn Kesîr dedi ki: İbn Abbas, el-Hasen ve es-Süddi şöyle demişlerdir: Sen bizleri hayra giden yolda bize uyulan önderler kıl.

Başkaları da: Sen bizleri hidâyete çağıran, hidâyete ileten, hayra çağıran kimseler kıl, diye açıklamışlardır.

"İşte bunlar sabretmelerinden ötürü cennetin yüksek köşkleri ile mükafatlandırılacaklar ve onlar orada esenlik dileği ve selam ile karşılanacaklardır." (el-Furkan, 25/75-76)

İbn Kesîr dedi ki: Yüce Allah mü'min kullarının sözü edilen güzel niteliklerini, sözlerini ve güzel fiillerini sözkonusu ettikten sonra "işte bunlar" yani bu niteliklere sahip olanlar kıyamet gününde cennet demek olan "yüksek köşkler" ile mükafatlandırılacaklarını belirtmektedir. Bu ise "sabretmelerinden ötürü" yani bütün bunları
yerine getirecekleri için olacaktır.

"Ve onlar orada cennette "esenlik dileği ve selam ile karşılanacaklardır." Yani orada onlara selam verilecek, ikramlarda bulunulacak, saygı ve ihtiram ile karşılanacaklardır. Selam (esenlik) onlar içindir ve onlara üzerinize selam olsun denilecektir. Çünkü melekler onlara herbir kapıdan girecek ve: Sabretmenizden ötürü selam sizlere, âhiret yurdunun akıbeti ne güzeldir diyeceklerdir.

"Onlar orada ebedi kalıcıdırlar" buyruğu orada ikamet edecekler, başka bir yere götürülmeyecekler, ölmeyecekler ve oradan ayrılmayacaklardır, demektir.
"O ne güzel karargah ve ikamet yeridir" buyruğu ise görünüşü itibariyle ne güzel bir yerdir, dinlenilecek ve konaklanılacak ne hoş bir mekandır, demektir.7

1. Bk. Kasımi tefsiri
2. Buhârî ve başkaları.
3. Bk. İbn Kesîr, III, 37.
4. Buhârî ve Muslim.
5. Buhârî ve Muslim
6. İbn Kesîr, III, 329
7. III, 333

Kâfirlere Benzemeye Çalışmanın Yasak Oluşu

Kâfirlere Benzemeye Çalışmanın Yasak Oluşu


Yüce Allah buyuruyor ki:

"Ey iman edenler! 'Râinâ' demeyin. 'Unzurnâ' deyin ve dinleyin. kâfirler için ise çok acıklı bir azap vardır." (el-Bakara, 2/104)

Hafız İbn Kesîr âyetin tefsirinde diyor ki:
Yüce Allah mü'min kullarına söz ve fiillerinde kâfirlere benzemeye çalışmalarını yasaklamaktadır. Şöyle ki yahudiler konuşmalarında küçültücü maksatlar ile birden çok anlama gelme ihtimali bulunan ifadeler
kullanıyorlardı. -Allah'ın laneti üzerlerine olsun- Bundan dolayı onlar "bizi dinle, bize de kulak ver" demek istediklerinde. "Raina" diyorlar ve bununla ahmaklık ve bilgisizlik anlamına gelen "er-ra’ûna"yı kastediyorlardı.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yahudilerden kelimeleri yerlerinden (silip) tahrif edenler vardır. Dillerini eğip bükerek, dine de saldırarak: 'İşittik (fakat) isyan ettik. İşit, işitmez olası ve raina' derler. Eğer onlar: 'Dinledik ve itaat ettik. İşit ve bizi de gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha iyi ve daha doğru olurdu. Fakat Allah küfürleri yüzünden kendilerini
lanetlemiştir. Onların ancak pek azı iman ederler." (en-Nisâ, 4/46) diye buyurmaktadır.

Onların selâm verdikleri vakit ölüm demek olan "es-sâm" kelimesini kullanarak "es-sâmu aleyküm" dediklerine dair hadisler rivayet edilmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı yüce Allah bizlere: "Ve aleyküm (sizin de üzerinize olsun)" diye karşılık vermemizi emretmiştir. Bizim onlara yaptığımız beddualarımız kabul olunur ama onların bize yaptıkları kabul olunmaz. Maksat yüce Allah'ın mü'minlere söz ve fiilleri itibariyle kâfirlere benzemeye çalışmayı yasakladığıdır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! 'Raina' demeyin. 'Unzurnâ: Bize de bak' deyin ve dinleyin. Kâfirler için ise çok acıklı bir azap vardır."

Sahih bir senedle Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

"Ben kıyametten az önce kılıç ile gönderildim. Ta ki ona hiçbir ortak koşulmaksızın bir ve tek olarak Allah'a ibadet olunsun. Rızkım mızrağımın gölgesi altında takdir edilmiştir. Zelil olmak ve küçüklük ise benim emrime muhalefet edenler hakkındadır ve her kim bir kavme benzemeye çalışırsa o da onlardandır."

(Hadis sahih olup, Ahmed ve başkaları tarafından rivayet edilmiştir.)


Bu hadiste sözlerinde, fiillerinde, elbiselerinde, bayramlarında, ibadetlerinde ve daha başka bizim için meşru kılınmamış ve bizim aynı şeyleri devam ettirmemiz kabul edilmemiş diğer bütün hususlarda kâfirlere benzemeye çalışma hakkında ağır bir nehiy ve tehdit bulunmaktadır.
Daha sonra senediyle kaydedildiğine göre Abdullah b. Mesud kendisine gelen ve: Bana tavsiyede bulun diyen bir adama şunları söylemiştir: Sen yüce Allah'ı: "Ey iman edenler" diye buyurduğunu duyduğun yerde ona
kulağını ver, dikkatle dinle. Çünkü şüphesiz ki o ya emrettiği bir hayırdır yahutta yasakladığı bir şerdir.

İbn Cerir dedi ki: Bizce doğru olan şudur: Şanı yüce Allah mü'minlere peygamberlerine "râinâ" demelerini yasaklamaktadır. Çünkü bu yüce Allah'ın peygamberine söylenmesini hoş karşılamadığı bir sözdür.

20 Kasım 2015 Cuma

Mevlid-i Nebevî'yi Kutlamak Bidat'dır!

Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan ve onlara katılmadığından dolayı kendisini ayıplayan âilesine nasıl davranmalıdır?

Soru: Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan ve benim İslâm'ımın yeni bir İslâm olduğunu, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmediğimi söyleyen âile fertlerimin aksine ben, Mevlid-i Nebevî'yi kutlamıyorum.
Bu konuda bir öğüt verir misiniz?

Cevap: Hamd, yalnızca Allah'adır.

Birincisi:

Kıymetli kardeşim!

İnsanlar arasında yaygın hâle gelen gelenek bid'atlarından birisi olan Mevlid-i Nebevî'yi kutlamayı terk etmekle güzel bir davranış gösterdiniz.
Senin, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ittibâ etmeni ayıplayan kimselere hiç aldırma! İslâm hidâyeti üzere dosdoğru yolda yürümeye devam etmen gerekir. Allah Teâlâ'nın kendi kavmine göndermiş olduğu hiçbir elçi (peygamber) yoktur ki kavmi onunla alay etmiş, onun akıl ve dînini ayıplamış olmasınlar.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( ﻛَﺬَﻟِﻚَ ﻣَﺎ ﺃَﺗَﻰ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻣِﻦْ ﻗَﺒْﻠِﻬِﻢْ ﻣِﻦْ ﺭَﺳُﻮﻝٍ ﺇِﻟَّﺎ ﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﺳَﺎﺣِﺮٌ ﺃَﻭْ ﻣَﺠْﻨُﻮﻥٌ (( ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺬﺍﺭﻳﺎﺕ ﺍﻵﻳﺔ : 52 ]

"İşte böyle. Onlardan öncekilere ne zaman bir elçi geldiyse mutlaka ona: Büyücü veya deli, dediler.(Kureyş'in, peygamberi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i yalanlayıp: O şâirdir,sihirbazdır,delidir, dedikleri gibi,Kureyş'ten önce elçilerini yalanlayan topluluklar da Kureyş'in yaptığının aynısını yaptılar. Bundan dolayı Allah Teâlâ onlara azabını tattırmıştır.)" (Zâriyât Sûresi: 52)

Allah Teâlâ'nın peygamberlerinde senin için pek güzel örnekler vardır. Bu sebeple başına gelen ezâlara sabretmelisin ve ecrini Rabbinden beklemelisin.

İkincisi:
Sana nasihatımız şudur:
Onlarla münakaşa etmekten ve tartışmaktan uzak durmalısın. Eğer içlerinden dinleyen ve istifâde etmek isteyen akıl sahibi birisini bulursan, Mevlid-i Nebevî'nin hakikatini, hükmünü ve onu geçersiz kılan delilleri göstermek için onunla tartışabilir, ona sünnete uymanın fazîletini ve dînde bid'at çıkarmanın kötülüğünü açıklayabilirsin. Böyle kimseleri gördüğün zaman, onlarla diyalog sırasında ve onlara nasihat ederken sana fayda verecek birtakım şeyleri sunuyorum:

1. Bu kimselerle diyaloga, onların son sözlerinden başlayalım.

Sana söyledikleri son sözleri de şuydu: "Senin İslâm'ın, yeni bir İslâm'dır".

Onlara deriz ki:

- Kimin dîni ve İslâm'ı daha eski? Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan mı, yoksa kutlamayan mı?

Hiç şüphe yok ki akıl ve insaf sahibi birisinin cevabı: Mevlid-i Nebevî'yi kutlamayanın İslâm'ı ve dîni daha eskidir, olacaktır. Dolayısıyla sahâbe -Allah onlardan râzı olsun-, tâbiîn, etbâu't-tâbiîn ve onlardan sonra Mısır'daki Ubeydîlerin asrına kadar gelenler bu Mevlidi kutlamamışlardır.Mevlidi kutlama olayı, bunlardan sonra olmuştur.

O halde yeni İslâm'ın sahibi kimdir?

2. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i en çok sevenlerin kim olduğuna bakalım. Sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- mi? Yoksa onlardan sonra sonraki asırlarda olanlar mı?

Hiç şüphe yok ki akıl ve insaf sahibi birisinin cevabı:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i en çok seven ve en büyük sevgi besleyenler, sahâbedir -Allah onlardan râzı olsun-, olacaktır. O halde sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğumunu (Mevlid-i Nebevî'yi) kutladılar mı? Yoksa böyle bir şeyi terk mi ettiler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum gününü kutlayan bu kimseler, Peygamberleri Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmekte nasıl sahâbeyle yarışabilecekler?

3. Onlara şunu soralım: Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek ve O'na muhabbet beslemek ne demektir?

Hiç şüphe yok ki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek ve O'na muhabbet beslemek akıl ve insaf sahibi birisinin yanında şu anlama gelir: O'nun sünnetine uymak ve O'nun izlediği yoldan gitmektir. Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan bu kimseler, peygamberlerinin sünnetine sıkı sıkıya bağlı kalsalar ve ittibâ yolunu izleselerdi, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i seven sahâbeye ve peygamberlerine tâbi olanlara yeten Kur'an ve sünnet, onlara da yeterdi.Her türlü hayrın, ilk müslümanlara tâbi olmakta olduğunu, her türlü şerrin de onlardan sonra dînde bid'at çıkaranlarda olduğunu mutlaka öğrenecektir.

Kadı İyad -Allah ona rahmet etsin-, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmenin alâmetleri bölümünde şöyle demiştir:

"Bilmelisin ki, kim bir şeyi severse, ona mutabık kalmayı tercih eder. Böyle yapmazsa, sevgi ve muhabbetinde samimî olmaz. Sadece sevdiğini iddiâ eden kimse olur. Bu sebeple Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmekte samimiyet; bunun alâmeti kendi üzerinde ortaya çıkan sevgidir. Bu alâmetlerin ilki ise; O'nu örnek almak, O'nun sünnetini kullanmak, O'nun söz ve fiillerine uymak, emirlerini dinlemek ve yasaklarından kaçınmak, yoklukta ve bollukta, hoşa giden ve gitmeyen her şeyde O'nun âdâbıyla âdâblanmaktır.

Bunun delili Allah Teâlâ'nın şu sözüdür:

(( ﻗُﻞْ ﺇِﻥْ ﻛُﻨﺘُﻢْ ﺗُﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟﻠّﻪَ ﻓَﺎﺗَّﺒِﻌُﻮﻧِﻲ ﻳُﺤْﺒِﺒْﻜُﻢُ ﺍﻟﻠﻪُ ((... ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺁﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ ﻣﻦ ﺍﻵﻳﺔ : 31 ]

" (Ey Rasûl!) De ki: Allah’ı (gerçekten) seviyorsanız, bana tâbi olun (gizli ve açık bana îmân edin) ki Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmrân Sûresi: 31)

Yine O'nun şeriatını tercih edip başkasından üstün tutmak, hevâ, istek ve arzusunu şeriata uygun hâle getirmek için onu şeriate teşvik etmek ve yöneltmektir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

(( ﻭَﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺗَﺒَﻮَّﺅُﻭﺍ ﺍﻟﺪَّﺍﺭَ ﻭَﺍﻟْﺈِﻳﻤَﺎﻥَ ﻣِﻦ ﻗَﺒْﻠِﻬِﻢْ ﻳُﺤِﺒُّﻮﻥَ ﻣَﻦْ ﻫَﺎﺟَﺮَ ﺇِﻟَﻴْﻬِﻢْ ﻭَﻟَﺎ ﻳَﺠِﺪُﻭﻥَ ﻓِﻲ ﺻُﺪُﻭﺭِﻫِﻢْ ﺣَﺎﺟَﺔً ﻣِﻤَّﺎ ﺃُﻭﺗُﻮﺍ ﻭَﻳُﺆْﺛِﺮُﻭﻥَ ﻋَﻠَﻰ ﺃَﻧﻔُﺴِﻬِﻢْ ﻭَﻟَﻮْ ﻛَﺎﻥَ ﺑِﻬِﻢْ ﺧَﺼَﺎﺻَﺔٌ ﻭَﻣَﻦ ﻳُﻮﻕَ ﺷُﺢَّ ﻧَﻔْﺴِﻪِ ﻓَﺄُﻭْﻟَﺌِﻚَ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﻤُﻔْﻠِﺤُﻮﻥَ (( ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺤﺸﺮ ﺍﻵﻳﺔ : 9 ]

"Bir de önceden Medine'yi kendilerine yurt edinen ve (muhâcirlerin hicretinden önce) îmân eden kimseleredir -ki onlar kendilerine hicret edenleri sever ve onlara verilen şeylerden (ganimet mallarından) dolayı içlerinde hiçbir çekememezlik duymazlar. Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimrilik ve bencilliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir." (Haşr Sûresi: 9)

Allah Teâlâ'nın rızâsını üstün tutup, kulların hiddet ve gazabına tercih etmektir.
Kim bu vasıflara sahip olursa, Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e olan sevgisi kâmil olur. Kim de bazı şeylerde bu sevgiye aykırı hareket ederse, sevgisi eksik olur. Fakat bu durum, onu, sevgi ve muhabbetin dışına çıkarmaz." (eş-Şifâ bi Ta'rîfi Hukûki'l-Mustafâ; c: 2, s: 24-25)

4. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum tarihine bakalım. Bu tarih hakkında bir şey sâbit olmuş mudur? Buna karşılık Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in vefat tarihi sâbit olmuş mudur?

Hiç şüphe yok ki akıl ve insaf sahibi birisinin cevabı:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum tarihinin sâbit olmamış, fakat vefat tarihi yakînen sâbit olmuştur, olacaktır.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hayatını anlatan siyer kitaplarına baktığımız zaman, siyer yazanların, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'İn doğumu hakkında şu görüşlere ayrılmakta olduklarını görmekteyiz:

1. Rebiü'l-Evvel ayının ikinci gecesi.

2. Rebiü'l-Evvel ayının sekizinci günü.

3. Rebiü'l-Evvel ayının onuncu günü.

4. Rebiü'l-Evvel ayının onikinci günü.

5. Zübeyir b. Bekkâr şöyle demiştir:

"Ramazan ayında doğmuştur."
Şayet Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğumundan bir şey kaynaklanmış olsaydı, sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- kendisine bunu sorarlar veya Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bizzat kendisi onlara bunu haber verirdi.Bütün bunlar olmamıştır.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in vefatına gelince, hicretin onbirinci yılında Rebiü'l-Evvel ayının onikinci gecesi olduğunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur.

Sonra bu bid'atçıların, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum gününü ne zaman kutladıklarına bakalım.
Bu bid'atçılar, bu kutlamayı, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum gününde değil de O'nun vefat gününde yapmaktadırlar!!!

Nitekim soylarını değiştirerek kendilerini Fâtıma'ya -Allah ondan râzı olsun- nisbet ederek "Fâtımîler" olarak adlandıran batınî Ubeydîler, câhil müslümanlara bid'atlarını yutturdular. Onlar da bunu çok saf bir şekilde kabul ettiler. Oysa onlar (Ubeydîler), Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in vefat ettiği günde sevinç ve mutluluk duymak isteyen zındık ve inkârcı bir topluluktu. İşte bunun için Mevlid-i Nebevî bid'atını icat ederek bunun için kutlamalar düzenlediler. Oysa onlar, bununla sevinç ve mutluluklarını göstermek istediler.Bunun için de bu kutlamalara katılan saf müslümanlara, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e sevgi ve muhabbetlerini göstermek istedikleri vehmini vermişlerdi. İşte Ubeydîler, çirkin emellerinde ve hilelerinde bu şekilde başarılı oldular. Yine, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmenin anlamını, mevlid kasideleri okumak, arpa, şeker ve tatlılar dağıtmak ve erkeklerle kadınların birbirine karıştığı, kadınların açılıp saçıldığı, her türlü fısk-ı fücûrun işlendiği çalgılı-türkülü oyunlar ve danslar düzenlemek şeklinde tahrif etmekte başarılı oldular. Bunun dışında bu meclis ve halkalarda bid'at olan tevessüller ve şirk olan sözler de söylenir hâle geldi.

Üçüncüsü:

Soruyu soran kardeşim!
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ittibâ etmekte sabırlı olmalısın. O'nun sünnetine aykırı hareket edenlerin sayıca çok olması seni aldatmasın. Sana ilim talep etmeni ve insanlara fayda vermeye gayret etmeni tavsiye ederiz. Bu gibi davranışların, seninle âilen arasında ayrılığa sebep olmasın. Çünkü onlar, bu kutlamaları câiz, hatta müstehap görenlerin fetvâlarını taklit etmektedirler. Bid'atı reddederken onlarla yumuşak huylu olmalısın. Onlara en güzel sözlerini, fiillerini ve ahlakını göstermeye çalışmalısın. Onlara, davranış ve ibâdetinle, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine uyduğunu (ittibâ ettiğini) göstermelisin.
Allah Teâlâ'nın seni muvaffak kılmasını niyaz ederiz.

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Şeyh Muhammed Salih el-Muneccid

17 Kasım 2015 Salı

Selef'i - Salihin Yolunu Takip Etmek


Rasulullah  ﷺ şöyle  buyurdu:

“Şüphesiz  İsrail oğulları  yetmiş  iki  fırkaya  bölündüler.  Benim  ümmetim  de  yetmiş  üç  fırkaya ayrılacak,  biri  dışında  hepsi  de  ateşte  olacaktır.”  Dediler  ki:  “O  (kurtulan)  hangisidir  ey  Allah’ın rasulü?”  Şöyle  buyurdu:  “Bugün  benim  ve  ashabımın  üzerinde buluğunduğumuz  yolda olanlar!”

Tirmizi  (2641) el-Elbani  Sahihu’l-Cami’de  (9474)  hasen olduğunu  söylemiştir.

Huzeyfe  رضي الله عنهم  şöyle  demiştir:

“Ey  kurrâlar  topluluğu,  Allah’tan  korkun! Sizden  öncekilerin  yoluna  tutunun.  Yemin  ederim  ki  onlara  tabi  olursanız  oldukça  öne geçersiniz.  Şayet  terk  ederek  sağa  ve sola ayrılırsanız  uzak  bir  sapıklığa düşersiniz.”

İbn  Abdilberr, Camiu Beyani’l-İlm  ve Fadlih (3/184)

Ömer  b.  El-Hattab (Faruk)   رضي الله عنهم İbn  Abbas   رضي الله عنهم ya  şöyle demiştir: 

“Bu  ümmet  peygamberleri  ve  kıbleleri  bir  olduğu  halde  nasıl  ihtilaf  ederler?” 

İbn Abbas  radıyallahu  anhuma  dedi  ki:  “Ey  Müminlerin  emiri!  Kur’an  ancak  bizim  üzerimize indi  ve biz  onu okuduk.  İnen ayetleri  öğrendik.  Şüphesiz  bizden sonra Kur’an’ı  okuyan  ve hangi  konuda  indirildiğini  bilmeyen  kimseler  olacaktır.  Bunun  üzerine  onlar  bu  konuda görüş  bildirecekler.  Görüş  bildirdikleri  zaman  da  ihtilaf  edecekler  ve  ihtilaf  ettikleri  zaman birbirleriyle savaşacaklardır…”

El-Kasım  b.  Sellam, Fadailu’l-Kur’an  (103)

Şeyhulislam  İbn  Teymiyye رحمهالله تعالى  şöyle  demiştir: 

“Her  kim  Kur’anı  veya  hadisi  sahabe  ve tabiin  tarafından  bilinmeyen  bir  şekilde  açıklarsa  o  kimse  Allah’a  iftira  etmiş,  Allah’ın ayetleri  konusunda  haktan  yüz  çevirmiş  ve  sözü  yerinden  çıkarmıştır.  Bu  zındıklık  ve ilhad kapısını  açmaktır.  Bunun  da  batıl  olduğu İslam  dininde zorunlu olarak  bilinir.”

Mecmuu’l-Fetava (13/243)

Şatıbî  رحمهالله تعالى  şöyle  demiştir:

“Bu  yüzden  şer’î  delile  bakan  herkesin öncekilerin  anlayışını  ve  onların  üzerinde  bulundukları  uygulamayı  gözetmesi  gerekir. İlim  ve amel  bakımından  en  doğruya ulaştıranı  ve en  sağlamı  budur.

El-Muvafakat  (3/77)

İbnu’l-Kayyım  رحمهالله تعالى şöyle  demiştir: 

“Rasulullah  sallallahu  aleyhi  ve  sellem ashabının  sünnetini  kendi  sünnetine  bağlamış  ve  kendisinin  sünnetine  tabi  olmayı emrettiği  gibi  her  ikisine  birlikte  uymayı  da  emretmiştir.  Bu  emri  öyle  mübalagalı  bir ifadeyle söylemiştir  ki  azı  dişlerle  sarılmayı  emretmiştir.”

İ’lamu’l-Muvakki’in (4/140)

Ömer  b.  Abdilaziz  رحمهالله تعالى şöyle  demiştir: 

“Rasulullah  sallallahu  aleyhi  ve sellem  sünnetler  koydu.  Ondan  sonraki  idareciler  de  sünnetler  koydular.  Bunlara tutunmak,  Allah’ın  kitabına  tabi  olmaktır,  Allah’a  itaati  mükemmelleştirmektir,  Allah’ın dininde  kuvvettir.  İnsanlardan  hiçbiri  onu  bozamaz,  değiştiremez  ve  ona  aykırı  bir   görüşte  bulunamaz.  Onun  yolunda  giden  hidayet  bulmuştur.  Ondan  yardım  isteyen yardım  görür.  Kim  de  onu  terk  ederek  müminlerin  yolundan  başkasına  uyarsa  Allah  onu döndüğü  yerde  bırakır  ve cehenemme  sokar.  O  ne  kötü  bir  dönüş  yeridir.”

Hilyetu’l-Evliya (6/324)

15 Kasım 2015 Pazar

Abdulkadir Geylaniden (r.h) Altın Nasihatlar



Allah’ın ve Rasulallah ﷺ’ın emirlerine uyun; şahsi arzularınıza ve hissiyatınıza mağlup olarak bid’at yoluna sapmayın ! İtaat edin; türlü ve bozuk yollara ayrılmayın!...

Allah’ı tevhid edin; hiçbir zaman şirk koşmayın!... Hakkı tenzih edin; itham etmeyin...

Doğruluk karşısında şüpheye düşmeyin; tasdik edin. Hep birden kardeş olun, aranıza düşmanlık sokmayın. Doğruluktan nefret etmeyin, daima Hak yolu ve yolcularını arayın, usanmayın...

Sonuna kadar çalışın; bekleyin ümitsizliğe
düşmeyin... Daima doğru yolda toplanın, sevişin aranıza sevimsizlik girmesin...

Yaptığınız kötülükleri bırakın; tövbe edin; bir defa yaptığınız hatayı ikinci defa
yapmayın!..

İçinizi dışınızı temiz tutun. Uğursuz, çıkmaz, karanlık bataklıklara
düşmeyin...

Rabbınızın taatı ile ruhunuzu bezeyin. O’nun kapısından ayrılmayın.
Ondan yüz çevirmeyin. Tövbenizi bozmayın...

Gece gündüz Allah’a yalvarmaktan
bıkmayın. Çünkü rahmet kapıları ancak bu yolda açılır. Hakiki saadeti buyolda bulmanız mümkündür. Şu bataklık aleminden ulvi ruhani aleme bu yoldan gitmeniz mümkündür. Hak’ka vuslat bu yoldadır. Rahat, huzur ve selamet evine buradan girilir. Öyle bir selamet evi ki, her çeşit binek orada, gözün görmediği her türlü
hoşluk oradadır...

Bu nimetlerden bıkmaz, usanmaz, bol bol yer içersiniz. O yerde sizin arkadaşlarınız Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olur.. Allah cümlemize nasib etsin...

Abdulkadir Geylani Futuhu'l-Gayb

14 Kasım 2015 Cumartesi

Zalim Ve Cahil İdareçilere Destek Olan Helak Olur!

Ebu  Said el Hudri radıyallahu anh şöyle rivayet ediyor :

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem aramızda ayağa kalkdı ve bize şu hutbede bulundu :

Dikkat edin!  Yakında davet olunur ve icabet ederim. Sizlere benden sonra bildikleri şeyleri söyleyen, ve bildikleri şeyleri yapan idareçiler gelecektir.  Onlara itaet geçerli bir itaettir.  Bunlar bir süre böyle davam ederler.  Bunlardan sonra üzerinize bilmediklerini söyleyen, ve bilmediklerini işleyen idareçiler gelir.  Onlara akıl  veren, yardımçı olan ve ya destek olanlar helak olurlar ve başqalarını da helak ederler. Bedenlerinizle onlarla beraber olun, ancak amellerinizle  onlardan ayrılın. İyilik yapanın iyilik yapdığını, kötülük yapanın da kötülük yapdığını söyleyerek şahidlik edin.

Hasen.  Beyhaki  Zühdü'l-Kebir, Tebarani  Mucemu'l-Evsat,  Şeyx Elbani  Silsiletu's sahihada hasen olduğunu belirtmiştir.

12 Kasım 2015 Perşembe

Bizden Olmayanlar


Türkçe dilinde yazılmış ilk ve tek etraflı menhec kitabı "Bizden Olmayanlar" geçtiğimiz aylarda Dâru's-Sunne Mescidi tarafından yayınlandı.

Kısa zamanda olumlu ve olumsuz birçok tepkiler alan kitap, Sâlih Selefîn itikâdî ve amelî menhecini Kur'ân ayetleri, hadis-i şerifler, sahabe, tabiin ve sünnet imamlarının sözlerinden deliller ile ortaya koyarken, bâtıl mezheplere sapmış birçok Müslümanın sahih akideyle tanışmasına vesile olmuş, diğer taraftan da üstünlüğüne şahitlik edilmiş ilk üç asır Müslümanlarının yaşam tarzını yanlış lanse etmeye çalışanları deşifre ettiğinden bazı grupların tepkisiyle karşılaşmıştır.
Yabancı kaynaklardan beslenen kimi yayın kuruluşları tarafından kitap ve yazarı aleyhinde servis edilen karalama eylemleri, birçok kitapçıyı ürküttüğünden sınırlı bazı kitap satış merkezlerinde satışa sunulan "Bizden Olmayanlar" kitabına www.sahihkitap.com sitesi üzerinden sipariş verebilirsiniz.

Peki "Bizden Olmayanlar" kitabı ne anlatmak istiyor, konusu nedir?

Müellifi, kitabın içeriği hakkında da ayrıntılı bahsettiği mukaddimesinde şöyle demektedir:

Muhakkak ki dinde hak ile bâtıl arasında kesin çizgiler vardır. Hak ile bâtılın safları birbirinden ayrıdır. Hakka tâbi olmak isteyenler net çizgilere uyarak bâtıldan teberri etmeli, ateşten sakındığı gibi ondan sakınarak uzak durmalıdır. Nitekim Enes radıyallahu anh’ın rivayet ettiği hadiste Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ﺛَﻼَﺙٌ ﻣَﻦْ ﻛُﻦَّ ﻓِﻴﻪِ ﻭَﺟَﺪَ ﺣَﻼَﻭَﺓَ ﺍﻹِﻳﻤَﺎﻥِ : ﺃَﻥْ ﻳَﻜُﻮﻥَ ﺍﻟﻠَّﻪُ ﻭَﺭَﺳُﻮﻟُﻪُ ﺃَﺣَﺐَّ ﺇِﻟَﻴْﻪِ ﻣِﻤَّﺎ ﺳِﻮَﺍﻫُﻤَﺎ، ﻭَﺃَﻥْ ﻳُﺤِﺐَّ ﺍﻟﻤَﺮْﺀَ ﻻَ ﻳُﺤِﺒُّﻪُ ﺇِﻟَّﺎ ﻟِﻠَّﻪِ، ﻭَﺃَﻥْ ﻳَﻜْﺮَﻩَ ﺃَﻥْ ﻳَﻌُﻮﺩَ ﻓِﻲ ﺍﻟﻜُﻔْﺮِ ﻛَﻤَﺎ ﻳَﻜْﺮَﻩُ ﺃَﻥْ ﻳُﻘْﺬَﻑَ ﻓِﻲ ﺍﻟﻨَّﺎﺭِ
“Şu üç şey kimde bulunursa imanın tadını bulur: Allah ve rasulünü, bu ikisi dışındaki herşeyden daha fazla seven, bir kimseyi sadece Allah için seven ve Allah kendisini ondan kurtardıktan sonra küfre dönmekten tıpkı ateşe atılmaktan nefret ettiği gibi nefret eden.” [1]

Bâtıldan ve bâtıl ehlinden nefret etmeyen, bâtıla hoşgörü duyan, zikrettiğimiz kesin çizgileri koymayan kimse hakkın ehlinden olamaz.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “ Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun .” (Tevbe 119)

Ali radıyallahu anh de şöyle demiştir: “Şayet bir kimse bütün ömrünü oruçla ve namazla geçirse, sonra (Mekke’de) rükn ile makam arasında öldürülse, kıyamet günü elbette Allah onu, doğru yol üzerinde olduklarını düşündüğü kimselerle beraber haşreder.” [2]

Ali radıyallahu anh’ın bu sözü, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şu hadisine muvafıktır: Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh dedi ki: “Bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e geldi ve: “Ey Allah’ın rasulü! Bir topluluğu seven fakat onlara katılamayan kimse hakkında ne dersin?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “ Kişi sevdiğiyle beraberdir .” [3]

Muhakkak ki bu hadise göre; nebîleri, sadıkları, şehitleri, velîleri, salihleri seven onlarla beraber olduğu gibi, Allah ve rasul düşmanlarını, kafirleri, müşrikleri, münafıkları, bid’at ehlini, fasıkları seven de onlarla beraberdir. Şüphesiz hakkın tarafında olmak için hakkı bilmek, batıldan uzaklaşmak için de batılı bilmek zorunludur.
Ömer b. el-Hattâb radıyallahu anh şöyle demiştir: “Kabe’nin rabbine yemin ederim ki, Arapların (müslümanların) ne zaman helak olacağını anladım. İşlerinin başına Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e sahabelik yapmamış ve Cahiliyye’yi bilmeyen kimseler gelirse, İslam’ın bağları birer birer çözülür.” [4]

Haris b. Havt el-Leysî, Ali radıyallahu anh'e şöyle dedi: “Aişe, Talha ve Zubeyr'in (Allah hepsinden razı olsun) batıl üzerinde toplanacaklarını mı zannediyorsun?" Ali radıyallahu anh dedi ki: " Ey Haris! İş sana karışık gelmiş! Aşağı bakarsan yukarıyı göremezsin. Hak ve batıl kişilerle tanınmazlar! Sen hakkı öğren, hakkın ehlini de bilirsin. Batıl'ı öğren, onun da kimden geldiğini anlarsın!" [5]

Bâtıl bilindikten sonra da ondan uzaklaşılması zorunludur:
Amr b. el-Haris’ten: “Birisi İbn Mes’ud radıyallahu anh’ı bir düğün yemeğine davet etti. İbn Mesud radıyallahu anh oraya gidince eğlence sesi işitti ve girmeden geri döndü. Neden döndüğü sorulunca şöyle dedi: Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim: “ Kim bir topluluğun kalabalığını artırırsa onlardandır. Kim bir topluluğun amelinden razı olursa onu işleyene ortak olur .” [6]

Abdurrahman b. Ziyad şöyle dedi: “Ebu Zerr el-Gıfari radıyallahu anh bir düğün yemeğine davet edildi. Oraya gittiğinde eğlence sesleri işitti ve geri döndü. Ona: “Girmeyecek misin?” denilince: “Ben bazı sesler işittim. Kim bir topluluğun kalabalığını artırırsa onun ehlinden olur. Kim bir amelden razı olursa onu işleyene ortak olur” dedi.” [7]

Enes b. Malik radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Kim bir topluluğun karartısını (kalabalığını) artırırsa onlardandır. ”[8]

Urs b. Umeyra el-Kindî radıyallahu anh’den: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “ Yeryüzünde bir günah işlenildiğinde orada bulunup da bundan nefret eden orada bulunmamış gibidir. Kim de orada olmadığı halde razı olursa, ona şahit olmuş gibidir.” [9] Aynısı İbn Mes’ud radıyallahu anh’den rivayet edilmiştir. [10]

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

ﻭَﺇِﻥْ ﻛَﺎﺩُﻭﺍ ﻟَﻴَﻔْﺘِﻨُﻮﻧَﻚَ ﻋَﻦِ ﺍﻟَّﺬِﻱ ﺃَﻭْﺣَﻴْﻨَﺎ ﺇِﻟَﻴْﻚَ ﻟِﺘَﻔْﺘَﺮِﻱَ ﻋَﻠَﻴْﻨَﺎ ﻏَﻴْﺮَﻩُ ﻭَﺇِﺫًﺍ ﻟَﺎﺗَّﺨَﺬُﻭﻙَ ﺧَﻠِﻴﻠًﺎ * ﻭَﻟَﻮْﻟَﺎ ﺃَﻥْ ﺛَﺒَّﺘْﻨَﺎﻙَ ﻟَﻘَﺪْ ﻛِﺪْﺕَ ﺗَﺮْﻛَﻦُ ﺇِﻟَﻴْﻬِﻢْ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﻗَﻠِﻴﻠًﺎ * ﺇِﺫًﺍ ﻟَﺄَﺫَﻗْﻨَﺎﻙَ ﺿِﻌْﻒَ ﺍﻟْﺤَﻴَﺎﺓِ ﻭَﺿِﻌْﻒَ ﺍﻟْﻤَﻤَﺎﺕِ ﺛُﻢَّ ﻟَﺎ ﺗَﺠِﺪُ ﻟَﻚَ ﻋَﻠَﻴْﻨَﺎ ﻧَﺼِﻴﺮًﺍ
“Müşrikler neredeyse seni, başkasını bize iftira etmen için sana vahyettiğimizden uzaklaştırarak fitneye düşürecekler ve işte o zaman seni dost edineceklerdi. Eğer seni sağlam tutmamış olsaydık, neredeyse onlara azıcık meyledecektin. O takdirde de sana, hayatın da, ölümün de kat kat azabını taddırırdık; sonra sen, bize karşı kendine bir yardımcı da bulamazdın .” (İsra 73-75)

Bu ayetler açıkça gösteriyor ki, müşriklerin tevhid ehlini dost edinmeleri ancak tevhid ehlinin onlara meylederek fitnelerine düşmelerinden sonra olur. Bu durumda azıcık bir meyil bile Allah Azze ve Celle’nin gazabını çekmektedir. Müşriklerin, fasıkların ve bid’at ehlinin arasına girip, beraberce yaşamak mutlaka böylesi bir meyle sebep olur. İnsanın tabiati buna karşı duramaz. Allah Azze ve Celle, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in dahi kendisinin sebat ettirmesi sayesinde onlara meyletmediğini belirtmiştir. Şeklen isyan ehline benzemek, ya onlara meyletmenin bir sebebi olur yahut da onlara meyletmenin sonucudur.
Yine Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “ Onlar, senin kendilerine yumuşak davranmanı arzu ettiler. O zaman onlar da sana yumuşak davranacaklardı.” (Kalem 9)

Mucahid rahimehullah bu ayet hakkında dedi ki: “Onları ilahlarına bıraksaydın, onlar da seni üzerinde bulunduğun hakka bırakacak ve kendilerine meylettireceklerdi.”[11]

Bu çalışmamda Kitap ve sünnette varid olan, bâtıl ehline benzemekten yasaklama ifade eden nasları toplamaya çalıştım. Bu nasların bazısı kâfir ve müşriklere, bazısı cahiliyye ehline, bazısı münafıklara, bazısı şeytana, bazısı bid’at ehline ve bazısı da fasıklara benzemekten yasaklamaktadır. Bu benzeme türlerinin hükümleri de birbirinden farklıdır. Kitabın girişinde genel kapsamlı olarak bâtıl ehline benzemekten yasaklayan nasları ve işleyenler hakkında: “bizden değildir” denilen fiillerin ne anlama geldiğine dair açıklamalar ekledim.
Allah Azze ve Celle’den bu çalışmamı, hak ile bâtıl arasındaki çizginin netleştirilmesine vesile ve bana ahiret azığı kılmasını dilerim.

Tevfik Allah’tandır.

Ebû Muâz Seyfullah Erdoğmuş el-Çubukâbâdî

28 Ramazan 1433 / 17 Ağustos 2012 Çubuk/Ankara

---------------------------------------------------------

[1] Sahih. Buhari (16) Muslim (43)
[2] Hasen. Darimi (318)
[3] Sahih. Buhari (6169) Muslim (2640)
[4] Sahih mevkuf. Hakim (4/475) Ebu Nuaym Hilye (7/243) İbn Sa’d (6/129) İbn Ebi Şeybe (6/410) Beyhaki, Şuab (6/69) İbnu’l-Ca’d, Musned (1/344)
[5] Hasen mevkuf. Ya'kûbî, Tarih (s.192), Tûsî, el-Emali (134) Belazurî Ensabu'l-Eşraf (2/239 no: 296 ve 2/274 no: 358), el-Muhtar, Nehcu'l-Belaga (262) Meclisî Biharu'l-Envar (22/105).
* Kadı Abdulcebbar Tesbitu Delailu'n-Nubuvve adlı kitabında (1/211) muallak olarak Ali radıyallahu anh'den rivayet etmiş, Ebu'l-Muzaffer es-Sem'anî (Tefsirinde), Ragıb el-İsfehani (ez-Zeria'da) Gazali (el-Munkız, İhya ve Mizanu'l-Amel'de), Zemahşeri Keşşaf'ta, İbnu'l-Cevzi Telbisu İlbis'te muallak olarak Ali radıyallahu anh'ten nakletmişler, ilim ehli bu sözün anlamının doğruluğunu tasdikleyerek telakki bi'l-kabul ile kabul etmişlerdir.
[6] Sahih. Deylemi (5621) eş-Şenterini, ez-Zahire Fi Mehasini Ehli’l-Cezire (4/777) Zehebi, Teşbihu’l-Hamis (s.17) Ebu Ya’lâ’dan naklen: Fethu’l-Bari (13/37) Zeylai Nasbu’r-Raye (4/346) Metalibu Aliye (1660) Busayrî İthaf (3297/1) Ali b. Ma’bed’in Kitabu’t-Taat ve’l-Ma’siyet’inden naklen; İbn Hacer, ed-Diraye (1015) Keşfu’l-Hafa (2588)
[7] Munkatı. İbnu’l-Mubarek, Kitabu’z-Zuhd (42) Begavi Şerhu’s-Sunne (9/149) ez-Zeylaî Nasbu’r-Raye (4/346) Abdurrahman b. Ziyad ile Ebu Zerr radıyallahu anh arasında inkıta vardır.
[8] Hasen ligayrihi. Hatib Tarih (10/40) İbn Ebi Asım, es-Sunne (1464) Ebu Amr el-Buhayri, Fevaidu’l-Muntabe Li’l-Mahledî (el yazma no:788) el-Elbani ed-Daife (4608) isnadında el-Haris b. en-Numan ve Said b. Umare zayıftır. İbn Mes’ud radıyallahu anh hadisi ile hasen derecesine çıkmaktadır.
[9] Hasen. Ebu Davud (4345-46) Taberani (17/139) Ebu Nuaym Tarihu İsbehan (1/169) İbn Kani Mucem (850) Fesevi Meşyeha (171)
[10] Sahih mevkuf. İbn Ebi Şeybe (7/484) Beyhaki (7/266) el-Uşeyb Cüz (no:27) İbn Dust, Emaliyu’n-Neccad (el yazma no: 8) Busayri, İthaf (3297/2)
[11] Taberi, Tefsir (23/53

10 Kasım 2015 Salı

Sünnet'in Esasları Nelerdir?

İmam  Ahmed  şöyle  dedi: 

“Bize  göre  sünnetin  esasları  şunlardır:

Rasulullah  sallallahu  aleyhi  ve  sellem’in  ashâbının  üzerinde  bulundukları yola  sarılmak 
ve onlara  uymak,  bid’atleri  terk  etmek,  her  bid’ati  sapıklık olarak  bilmek…”

Sahih  maktu.  El-Lâlekâî,  Usulu  İtikadi  Ehli’s-Sunne  (1/156)  İbn  Ebi  Ya’lâ, Tabakat  (1/241)  İbn  Kudame,  Tahrimu’n-Nazar  Fi  Kutubi’l-Kelam  (s.45)  İbn Kudame  Zemmu’t-Te’vil  (no:71)  İbn  Muflih,  el-Âdabu’ş-Şer’iyye  (1/221)  Zehebî,  elArş  (s.6).

9 Kasım 2015 Pazartesi

Bidat Ehliyle Oturan Hakkı Batıl'dan Ayıramaz!

Mubeşşir b.  İsmail el-Halebi dedi ki :

"el-Evzai'ye : " Bir adam : "Ben sünnet ehliyle de, bidat  ehliyle de otururam"  diyor " denildi. 

El-Evzai dedi ki : " Bu adam  hak ile batili eşitlemek istiyor. " 
İbn Batta dedi ki : " El-Evzai  doğru söylemiştir.  Ben derim ki : bu adam  hakkı batıldan,  küfrü imandan ayıramaz. Bunun gibileri  hakkında ayet inmiş ve el-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem'den sünnet gelmiştir.

Allah Teala şöyle buyurmuştur :
"İman edenlerle karşılaştıkları zaman  'iman ettik'  derler.  Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise 'Biz sizinle beraberik'  derler.
(Bakara 14)

Sahih.  İbn  Batta, el-İbane (2/456 no: 430)

7 Kasım 2015 Cumartesi

Meclis Adapları


“Herhangi bir topluluk, eğer oturdukları meclisten Allah’ı zikretmeden kalkarlarsa, eşek leşi bulunan bir meclisten kalkmış gibi olurlar. Kazançları da pişmanlık olur.”

Ebû Dâvûd, Edeb 25.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah  sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kim bir mecliste oturur ve orada bir sürü faydasız ve mânasız sözlerle vakit öldürür de, o meclisten kalkmadan önce, Sübhâneke Allahümme ve bihamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbu ileyke: Allahım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ve hamdinle tesbih ederim. Senden başka bir ilâh olmadığını kesinlikle belirtirim. Senden bağışlanmamı diler ve sana tövbe ederim, derse, o mecliste yapmış olduğu hataları bağışlanır.”

Tirmizî, Daavât 39.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah  sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Herhangi bir topluluk oturdukları meclisten Allah’ı zikretmeden kalkarlarsa, merkep leşi yanından kalkmış gibi olurlar. O meclis de onlar için bir pişmanlık olur.”

Ebû Dâvûd, Edeb 25.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî  sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir cemaat oturduğu mecliste Allah’ı anmaz ve peygamberlerine salât ve selâm getirmezlerse, bu meclis onlar için bir nedâmet olur. Allah dilerse onlara azâb eder, dilerse mağfiret eder.”

Tirmizî, Daavât 8.

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah  sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir kimse bir mecliste oturur da orada Allah Teâlâ’nın ismini anmazsa, Allah’a karşı eksik bir iş yapmış, bir günah işlemiş olur. Bir kimse yatağa yatar da orada Allah Teâlâ’yı zikretmezse, yine eksik bir iş yapmış, bir günah işlemiş olur.”

Ebû Dâvûd, Edeb 25

3 Kasım 2015 Salı

Tek Ayakkabı İle Yürümenin Nehyi!


* Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

‘Biriniz tek bir ayakkabı ile yürümesin. Ayakkabılarının ya her ikisini birden çıkarsın veya her ikisini birden giyinsin’ buyurdu.”

Buhari 5901, Müslim 2097/68,

* Ebu Razîn şöyle dedi:

“Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) bizim yanımıza çıka geldi ve eli ile alnına vurarak şöyle dedi:

−Dikkat edin, sizler kendinizin hidayete ermeniz ve benim de dalalete düşmem için mi benim Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’e yalan isnat ettiğimi konuşuyorsunuz?! Dikkat edin şahadet ederim ki ben, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’den işittim:

−‘Birinizin takunyasının tasması koptuğu zaman, onu tamir ederek düzeltmedikçe diğer teki ile yürümesin’ buyuruyordu.”

Müslim 2098/69

ŞİÂ MENSUBUNA NASİHAT

ŞİÂ MENSUBUNA NASİHAT

Yazan

EbuBekr el-Cezâirî

Tercüme

Muhammed Şahin

İTHÂF

Fikri ve vicdânı hür, hakkı ve hayrı seven, doğruyu bilmek ve öğrenmek arzusunda olan her şiâ mensubuna!
Özet olarak yazdığım bu kitapçığı her şiâ mensubuna ithâf ediyor ve ondan sadece bunu okumasını, okurken de ona nasihat etmekten başka bir amacımın olmadığına inanmasını ümit ederim.
Vesselâm…

Ebubekir el-Cezâirî
Mescid-i Nebevî Vaizi

ÖNSÖZ

Allah’ın adıyla.Hamd, Allah’adır.Salât ve selâm, Allah’ın elçisi peygamberimiz Muhammed’e, âline ve ashâbına olsun.
Açıkça söylemek gerekirse ben, -ki hakkın söylenmesi gerekir- ehli beyt şiâsını, ehli beyti sevmekte aşırıya gidip onları savunan, dînin bazı tâli meselelerinde yakın veya uzak yorumlar nedeniyle ehli sünnete muhâlefet eden bir topluluk olarak biliyordum.
Bu nedenle, bazı kardeşlerin onları fâsık ilân etmelerine, kimi zaman da onları İslâm dâiresinden çıkarmalarına (tekfîr etmelerine) kızıyor,hatta çok üzülüyordum.Lâkin bu durum fazla uzun sürmedi ki kardeşlerimizden birisi ehli beyt şiâsı hakkında doğru hüküm verebilmem için onlara âit olan bir kitabı okumamı tavsiye etti.
Kitabın seçimi olarak da şiâ mezhebinin isbâtı konusunda sözüne en çok itibar edilen bir kimse olan Küleynî’nin “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabı oldu.

Küleynî’nin kitabını okuyup ilmî gerçeklerle neticeye vardıktan sonra, şiâya karşı duygusal dav-randığımdan dolayı beni hatalı gören, ehli sünnetle doğru veya yanlış sebeplerle İslâm dînine mensup olduklarını söyleyen bu topluluk arasında var olan bazı kırgınlıkların giderilmesini ümit ederek onlara şirin görünmek istediğimden dolayı beni ayıplayıp bu durumu hoş karşılamayan kardeşlerimden özür dilememi gerekli kıldı.
İşte, şiâ mezhebinin isbâtı konusunda şiânın güvendiği en önemli kitaptan derlediğim gerçekleri takdim ediyor ve bütün şiâ toplumunu, bu gerçekleri samimîyet ve insafla düşünmeye, ardından da şiâ mezhebi ve bu mezhebe mensup olmak konusunda hüküm vermeye çağırıyorum.
Eğer bu mezhebin hak olduğuna ve ona mensup olmanın doğru olduğuna hüküm verirse,şiâ mezhebine mensup olan herkes,mezhebini yaşamaya devam etsin.
Yok, eğer bu mezhebin temelsiz ve bâtıl olduğuna, bu mezhebe mensup olmanın çirkin olduğuna hüküm verirse, her şiâ mensubuna düşen görev; kendi kendine nasihat ederek kurtuluşunu istemek için bu mezhebi terkederek ondan uzaklaşmasıdır.
Milyonlarca müslümana yeten Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim ve elçisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünneti, ona da yeter.
Yine, gerçek ortaya çıktıktan sonra bir müslümanın katı bir taklitçilik veya milliyetçilik taassubu gütmesinden veyahut dünyevî menfaatını korumak uğruna bâtılda ısrar etmesinden Allah-azze ve celle-’ye sığınırım.
Böyle yapan kimse, hem kendisini aldatmış, hem de nifak ve hilekâr bir yol edinmiş olur.Böylelikle evlâtlarını, kardeşlerini ve kendisinden sonra gelecek nesilleri haktan yüz çevirerek bâtıla, sünnetten uzaklaştırarak bidata, gerçek İslâm dîninden çirkin mezhebine ileterek fitneye sebep olmuş olur.

Ey Şiâ Mensubu!
Aşağıda sayacağım ilmî gerçekler, inandığın mezhebinin esâsı ve dîninin kâideleridir.Seni ve kavmini, İslâm adına İslâm’dan, hak adına haktan uzaklaştırmak için, sana ve senden önceki nesillere bu esâs ve kâideleri koyan hilekâr ve kâtil eller, azgın ve şerli nefislerdir.

Ey Şiâ Mensubu!
İşte, inandığın mezhebin temel taşı ve şiânın ana kaynağı durumunda olan “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın içerdiği yedi gerçeği sana takdim ediyorum.Bu gerçeklere bir göz atıp iyice düşünmelisin.
Allah Teâlâ’dan, bu gerçekleri okuduktan sonra sana, hakkı hak olarak göstermesini ve onu inanç olarak yaşamanda sana yardımcı olmasını, yaşarken de her türlü zorluklara karşı dayanma gücünü vermesini dilerim.
Şüphesiz ki Allah Teâlâ’dan, başka hakkıyla ibâdet edilecek bir ilâh yoktur.Ve O’ndan başka her şeye yücü yeten de yoktur.

BİRİNCİ GERÇEK

Tevrât, Zebûr ve İncîl gibi ilâhî kitapların birer nüshâsının Ehli Beyt âlimlerinde bulunduğun-dan Ehli Beyt ve şiâsı Kur’ân-ı Kerîm’e ihtiyaç duymamaktadırlar (!) :

Ey Şiâ Mensubu!
Bu gerçeği pekiştiren ve senin de inanmanı gerektiren olay; “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitapta haber verilen husustur.
Kitabın yazarı Küleynî bu konuda şöyle der :
“İmamların ellerinde, Allah tarafından indirilmiş kitapların hepsi bulunmaktadır.İmamlar, değişik dillerde olmasına rağmen bu kitapları okuyup anladıklarına dâir bölüm ”(
[1] )

Küleynî, bu hususta Ebu Abdillah’dan( [2] ) rivâyet edilen iki hadîsi delîl göstermektedir.Buna göre, Ebu Abdillâh, -güyâ - İncîl, Tevrât ve Zebûr’u Süryânice okuyormuş !!!
Yazarın bu sözünün arkasında yatan niyeti bellidir.Bu ise ehli beyt ve onun şiâsının bu konuda imamlara tâbi olduğudur. Dolayısıyla imamlar,önceki peygamberlere inen kitapları bildik-erinden Kur’ân’a ihtiyaç duymayabilirler.
Bu inanç,şiâyı İslâm ve müslümanlardan ayıran çok büyük bir tehlikedir.Hiç şüphe yok ki, angi sebeple olursa olsun Kur’âna ihtiyaç olmadığına inanmak, insanı İslâm dâiresinden çıkarıp müslümanlardan uzaklaştırır.Şiânın bu düşünce ve inancı, İslâm ümmetini inanç esâsları, ahkâm ve âdâbı konusunda birbirine bağlayan ve onları tek bir ümmet yapan Kurân’dan yüz çevirmek demek değil midir ?
Yine, tahrif olunarak hükmü ortadan kaldırılan kitapları okuyarak onlara önem vermek ve içindeki-lere göre yaşamak, Kurân’dan yüz çevirmek demek değil midir ?
Kurân’dan yüz çevirmek, İslâm dîninden çıkış ve küfür sayılmaz mı ?
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-, Hz. Ömer’in-Allah ondan râzı olsun- elinde Tevrât’tan bir sayfa gördüğünde onu yırtmış ve ona: “Size, berrak ve tertemiz Kur’ânı getirmedim mi?” dediği halde, tahrif olunmuş ve hükmü ortadan kaldırılmış kitapları okumak nasıl câiz olur ?
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- Hz. Ömer’in-Allah ondan râzı olsun- Tevrât’tan koparılan o sayfaya bakması-na dahi râzı olmuyorsa, temiz ehli beytten birisinin, eski kitapların hepsini toplaması ve değişik dillerde olmasına rağmen onlara yönelip onları okuması hiç düşünülebilinir mi? Hem bunları niçin yapsın ki ?
Acaba o kitaplara bir ihtiyacı olduğundan dolayı mı, yoksa bunun ardında istediği başka bir şey mi vardır?
Allah’a yemin olsun ki bunun ardında yatan amaç; İslâmı ve müslümanları ortadan kaldırmak için âlemlerin Rabbi olan Allah’ın elçisinin ehli beytine yapılan iftiradan başka bir şey değildir.
Son olarak, şiâya mensup herkesin şunu bilmesi gerekir ki hangi sebeple olursa olsun bir insanın Kur’anın tamamına veya bir kısmına ihtiyaç olmadığına inanması, onun İslâm dîninden çıkması ve mürted olması demektir.Bu inanç, sâhibini İslâm dîni ve müslümanlarla olan bağını koparır.
O Kur’an ki, Allah Teâlâ onu hiçbir noksanlık veya fazlalık olmaksızın müslümanların gönüllerinde günümüze kadar koru-duğu ve sonsuza dek öyle kalacak olan, vahîy emîni Cebrâîl -aleyhisselâm-’ın Allah Teâlâ tarafından, peygamberlerin efendisi Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’e indirdiği, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-, ashâbı ve onlardan sonra gelen milyonlarca müslümanın tevâtür yoluyla günümüze kadar okudukları bir kitaptır.
Nitekim Allah Teâlâ Kur’anı koruma görevinin kendisinde olduğunu belirterek şöyle buyurmaktadır :
[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺤﺠﺮ ﺍﻵﻳﺔ 9: ]
“Şüphesiz ki Zikr’i (Kur’an’ı) (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’e) biz indirdik ve onu (bir değişikliğe uğratılarak ilâve edilmekten veya noksanlaştırılmaktan veyahut da bir kısmının kayba uğratılmasından) koruyacak olan da yalnızca biziz.” [3]

İKİNCİ GERÇEK
Sahâbeden Hz. Ali-Allah ondan râzı olsun- ve ehli beyt imamlarından başka hiç kimsenin Kur’an’ı toplayıp ezberlemediği inancı (!) :
Küleynî, adı geçen kitabında bu inancı zikretmiş ve kendisinin de bu inanca sâhip olduğunu belirterek şu olayı delîl göstermiştir:
“Câbir b. Yezîd el-Cû’fî’den rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der: Ebu Câfer-aleyhisselâm-’ı şöyle derken işittim:Kur’an’ın tamamını topladığını iddiâ eden yalancıdır. Kur’an’ı nâzil olduğu gibi Ali b. Ebî Tâlib ve ondan sonra gelen imamlardan başka hiç kimse toplayıp ezberlememiştir.” [4]

Ey Şiâ Mensubu!
Şimdi bilmelisin ki -Allah Teâlâ , beni ve seni hak dînine ve dosdoğru yoluna iletsin- bu inanç yani ehli beyt imamların-dan başka müslümanlardan hiç kimsenin Kur’anı toplayıp ezberlemediğine inanmak; bozuk ve bâtıl bir inançtır.
Bu inancı yerleştiren kimsenin niyeti; ehli beyt ve şiâsı dışın-daki müslümanları tekfir etmektir.Böyle inanmak ve düşünmek; bu inancın ne kadar bozuk ve bâtıl, aynı zamanda ne kadar şerli olduğunu göstermektedir.Bunun şerrinden Allah’a sığınırız.

Bu inancın bozuk ve bâtıl olduğunu şöyle izâh edebiliriz:

1. Osman b. Affân, Ubeyy b. Ka’b, Zeyd b. Sâbit ve Abdullah b. Mesud-Allah onlardan râzı olsun- gibi sahâbenin mushafları ve Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbından yüzlercesinin Kur’anı ezberleyip topladıkları halde, onları yalanlamak; onların günâhkâr ve sözlerinde adâletsiz olduklarını gerektirir.Temiz ehli beytten hiç kimse bunu söylemez.Bunu, ancak fitne çıkararak müslümanların arasını açmak isteyen,İslâm düşmanları söylerler.

2. Ehli beyt şiâsının dışındaki müslümanların genelinin Kur’anın bir kısmıyla amel edip diğer kısmını terkettiklerinden dolayı dalâlette olmaları ki bunun küfür ve dalâlet olduğunda hiç şüphe yoktur.Çünkü müslümanlar, Allah’ın indirdiği Kur’anın hepsiyle değil de bir kısmıyla Allah’a ibâdet etmiş sayılmakta-dırlar.Buna göre, müslümanların sâhip olup da yaşayamadıkları Kur’anın diğer kısmında akâid, ibâdetler, âdâb ve ahkâm ile ilgili âyetlerin olması mümkündür.

3. Bu inanç, Allah’ın şu sözünü yalanlamayı gerektirir:
[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺤﺠﺮ ﺍﻵﻳﺔ 9: ]
“Şüphesiz ki Zikr’i (Kur’an’ı) (Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’e) biz indirdik ve onu (bir değişikliğe uğratılarak ilâve edilmekten veya noksanlaştırılmaktan veyahut da bir kısmının kayba uğratılmasından) koruyacak olan da yalnızca biziz.” [5]

Allah Teâlâ’yı yalanlamak ise küfürdür. Hem de ne küfür!!!

4. Allah’ın kitabını müslümanların hepsine değil de yalnızca kendi şiâsından dilediklerine has kılıp saklamak ehli beyte câiz midir?
Ehli beytin münezzeh olduğu bu hareket, Allah Teâlâ’nın rahmetini gizleyip, ona tek başına sâhip olmak ve onu gasbetmek demek değil midir?
Allahım! Biz bilmekteyiz ki elçin Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem- ve ehli beytin bu yalanından uzaktır.
Allahım! Elçin Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ehli beytine yalan isnad edip onlara iftirâ edenlere lânet et.

5. Bu inanç, sadece şiânın hak sâhibi ve hak üzere olduğunu gerektirir.Çünkü şiâ; -iddiâlarına göre- Kur’anın noksansız olarak tamamına sadece kendileri sâhiptirler.Böylece onlar, Allah Teâlâ’nın indirdiğinin tamamıyla Allah’a ibâdet etmekte, diğer müslümanlar ise Kur’anın çoğundan ve ondaki hidâyetten mahrum olduklarından dolayı dalâlettedirler.

Ey Şiâ Mensubu!
Bu gibi saçmalıkları aklı selim birisi söylemekten münezzeh olduğu halde İslâm’a ve müslümanlara mensup birisi nasıl söylesin.
Şüphesiz ki Allah Teâlâ, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- vefât etmeden Kur’anın inişini kemâle erdirip açıklamasını tamamlamış, müslümanlar da onu gönüllerinde ezberleyerek yazıya dökmüşlerdir.
Böylece Kur’an, müslümanlar arasında yayılarak hepsine ulaşmış ve herkes tarafından ezberlen-miştir.Kur’anın toplanıp ezberlenmesi konusunda ehli beyt ile diğer müslümanlar arasında hiçbir fark yoktur.
O halde nasıl olur da; “Kur’anı ehli beyt’ten başka hiç kimse toplayıp ezberlememiştir.Bunu iddiâ eden yalancıdır” denilebilir ?
Bunu söyleyene meydan okunsa ve kendisine şu soru sorulsa hâli nice olur dersiniz:
“Ehli beyt şiâsına has olan bu Kur’an’dan bize bir sûre veya bir kaç sûre gösterebilir misin ? ”
Allahım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih ederim ki bu, büyük bir iftirâdır.

ÜÇÜNCÜ GERÇEK
Geçmiş peygamberlerden geriye kalan taş ve âsâ gibi eserlere bütün müslümanların değil de yalnızca ehli beyt ve şiâsının sâhip olması (!) :
Bu gerçeği doğrulayıp isbât eden olay yine, “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın yazarı Küleynî’nin rivâyet ettiği kıssadır.
Küleynî şöyle der:
“Ebu Basîr, Ebu Câfer-aleyhisselâm-’dan rivâyet ettiğine göre, Ebu Câfer şöyle der: Mü’minlerin emîri Ali-aleyhis-selâm- karanlık bir gecede mırıldanarak dışarı çıkıp şöyle demeye başlar: Hım… Hım... Karanlık bir gece…İmam Ali,üzerinde Âdem’in gömleği,parmağında Süleyman’ın yüzüğü ve elinde Musa’nın âsâsı olduğu halde huzurunuza çıktı.”
Küleynî yine şöyle rivâyet eder:
“Ebu Hamza, Ebu Abdillah-aleyhis-selâm-’ı şöyle derken işittim der: Musa’nın levhâları ile âsâsı bizdedir. Bizler, peygamberlerin vârisleriyiz!” [6]

Ey Şiâ Mensubu!
Bu inanç, özellikle de bu üçüncü gerçekte belirtilen inanç, birçok konuda son derece bozuk ve çirkin hükümleri kabul etmeni gerektirir ki senin gibi akıl sâhibi birisinin bunlardan uzaklaşması ve bunları kabul etmemesi gerekir.
Bu bozuk ve çirkin hükümleri şöyle sıralamak mümkündür :

1. Hz.Ali’nin-Allah ondan râzı olsun- şu sözünü yalanla-maktır: O’na: “Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- siz ehli beytine özel bir şey ayırdı mı?” diye sorulduğunda,o;“ Şu kılıcımın kınındaki şeyden başka bir şey ayırmadı.” demiş ve içerisinde dört şey yazılı bulunan sayfayı çıkarmıştır. [7]

2. Bu sözü Hz. Ali’ye-Allah ondan râzı olsun- nisbet ettiklerinden dolayı ona iftira etmişlerdir.

3. Bu inanç, sâhibinin ne kadar aşağılayıcı bir davranış içerisinde bulunduğunu, bu inancının ne kadar saçma olduğunu, akıl yönünden de noksan olduğunu ve kendisine dahi saygısız olduğunu göstermektedir.
Örneğin Küleynî’ye:
“Hz. Süleyman’ın yüzüğü, Hz.Musa’nın âsâsı veya Musa’ya indirilen levhâlar nerededir?” diye sorulsa hiçbir cevap veremez ve iddiâ ettiği şeyler-den hiç birisini getirmeye gücü yetmez.Bundan da anlaşılmaktadır ki kıssa baştan sona kadar yalan ve düzmecedir.
Bundan daha açık olarak şöyle söylenebilir:
“O halde-iddiâ ettiğin- Hz.Musa’nın âsâsı ile Hz.Süleyman’ın yüzüğü gibi mucizeler ehli beyt şiâsının elindeydi de tarih boyunca senden önceki ehli beyt şiâsı, birçok ezâ ve cefâya maruz kalmasına rağmen, niçin düşmanlarını yoketmek için bunları kullanmadılar?

4. Bu yalan dolu rezâletin arkasında yatan hedef; şiânın hidâyet, kendilerine düşmanlık eden ehli sünnet müslümanla-rının dalâlet üzere olduklarını ispatlamak içindir.Bundan da kastın; İslâm ümmetinden ayrı bir durumda bulunan şiânın, bu topluluğun ileri gelenleri ile bunların gerisindeki art niyetli ve çirkin arzulu insanların, İslâmı yıkmak ve müslümanların birliğini parçalamak uğruna bir hayatı gerçekleştirmek için bu mezhebi kalıcı kılmasıdır.
Bu bozuk ve şerli bir gâyeyi gerçekleştirmek için inanılan bu inanç ne kötü bir inanç, buna inanan veya râzı olan insan da ne kötü insandır.

DÖRDÜNCÜ GERÇEK
Bütün müslümanların değil de sadece ehli beyt ve şiâsının ilâhî ve nebevî bilgilere sâhip oldukları inancı (!) :
Bu gerçeğin kaynağı da yine “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın yazarı Küleynî’dir. [8]

Küleynî şöyle der:
“Ebu Basîr’den rivâyet olunduğuna göre, o şöyle der: Ebu Abdillah-aleyhisselâm-’ın huzuruna girdim. O’na: Canım sana fedâ olsun.Senin şiân Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in Ali-aleyhisselâm–’a ilimden bin kapı öğrettiğini, her kapıdan da bin kapı açıldığını söylüyorlar” dedim.
Bunun üzerine,Ebu Abdillah-aleyhisselâm- ona şöyle dedi: “Yâ Ebâ Muhammed! Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem– Ali-aleyhisselâm-’a bin kapı öğretti.Her kapıdan da O’na bin kapı açılır.”
Ebu Basîr: “Bu, benim söylediğim söz gibidir ” dedim.
Ebu Abdillah: “Yâ Ebâ Muhammed! Bizde bir câmia vardır ki onun ne olduğunu bilirler mi? ”dedi.
Ebu Basîr:“Canım sana fedâ olsun!Câmia nedir?” diye sordum.
Ebu Abdillah: “Câmia, uzunluğu Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’in dirseği gibi yetmiş dirsek boyunda olan bir sahifedir.Ali -aleyhisselâm-, o sahifeyi ağzından çıkan sözleri, helâl ve haramı, insanların ihtiyaç duyacakları her şeyi, hatta vurma sonucu vücutta bırakılan bir çiziğin diyetini dahi sağ eliyle yazmıştır.”

Ebu Basîr: “Allah’a yemîn ederim ki ilim dediğin işte budur! dedim” dedi.
Ebu Abdillah:“O öyle bir ilimdir ki önceki gibi değildir” dedi.
Ardından bir süre sustuktan sonra şöyle devam etti: “Bizde, ‘Cefr’ vardır.Cefrin ne olduğunu bilirler mi?
“Cefr:Deriden yapılmış öyle bir kaptır ki onda peygamberlerin, vasîyet edenlerin ve İsrâil oğullarından gelmiş geçmiş bütün âlimlerin ilimleri vardır.”
Ebu Basîr: “Allah’a yemîn ederim ki ilim dediğin işte budur! dedim” dedi.
Ebu Abdillah:“O öyle bir ilimdir ki önceki gibi değildir” dedi.
Ardından bir süre sustuktan sonra şöyle devam etti: “Bizde Fâtıma-aleyhesselâm- mushafı (Kur’anı) vardır. Fâtıma mushafının ne olduğunu bilirler mi? ”
Ebu Basîr: “Fâtıma mushafı nedir? dedim” dedi.
Ebu Abdillah: “O öyle bir mushaftır ki sizin şu Kur’anınızın üç katı kadardır!Allâh’a yemin ederim ki o mushafta sizin Kur’anı-nızdan bir harf dahi yoktur.”
Ebu Basîr: “Allah’a yemîn ederim ki ilim dediğin işte budur! dedim ” dedi.
Ebu Abdillah: “O öyle bir ilimdir ki önceki gibi değildir” dedi.
Ardından bir süre sustuktan sonra şöyle devam etti: “Bizde öyle bir ilim vardır ki geçmişte olmuş,şu anda olan ve kıyâmete kadar olacak olayların ilmi vardır!” [9]

Şimdi, bu bâtıl inancın gerçek sonucunu şöyle sıralamak mümkündür:

1. Allah Teâlâ’nın kitabına ihtiyaç duymamak apaçık küfürdür.

2. Bütün müslümanların değil de sadece ehli beyt şiâsının her türlü bilgilere sâhip olması ki bu hareket, Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e nisbet edilen apaçık bir ihânettir.Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e ihânet nisbet etmenin küfür olduğunda şüphe yoktur, tartışma da kabul etmez.

3. Hz.Ali’nin-Allah ondan râzı olsun- şu sözünü yalanla-maktır: “Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-, biz ehli beytine bir şey ayırmadı.”
Bir müslümana yalan isnâd etmek nasıl haram olup asla câiz değilse, Hz. Ali’ye-Allah ondan râzı olsun- yalan isnâd etmek de haramdır ve asla câiz değildir.

4. Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’e yalan isnâd etmek ki bu, Allah katında günâhların en büyüğü ve en çirkinidir.Çünkü Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmaktadır:
“Bana yalan isnâd etmek, sizden birinize yalan isnâd etmek gibi değildir.Her kim, bana bilerek yalan isnâd ederse, Cehenneme girsin.”

5. Hz. Fâtıma’ya-Allah ondan râzı olsun- has olup bu Kur’anın üç katına denk olan Fâtıma mushafı olduğunu ve bu mushafta elimizdeki Kur’andan bir harf dahi olmadığını söyleyerek Hz. Fâtıma’ya iftirâ etmektir.

6. Bu inanç sâhibinin, ilâhî ve nebevî bilgilere sâhip olduğundan dolayı kendisinin hidâyet, diğer müslümanların ise bundan mahrum olarak dalâlet üzere olduklarına inanmasıyla kendisinin müslümanlardan olması veya müslümanların cemaatından sayılması mümkün değildir.

7. Son olarak, Allah Teâlâ’nın ondan başkasını dîn olarak asla kabul etmeyeceği İslâm dînine böyle saçma-sapan, bâtıl ve çirkin yalan nisbet edilebilinir mi ?
Oysa Allah Teâlâ bu konuda öyle buyurmaktadır:
[ ﺳﻮﺭﺓ ﺁﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ ﺍﻵﻳﺔ 85: ]
“Her kim, İslâm dîninden başka bir dîn isterse, o dîn ondan asla kabul edilmeyecektir. Ve o, âhirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [10]
O halde, Ey Şiâ Mensubu!
Bu büyük bataklıktan hep birlikte kurtulmak için benimle beraber şöyle söyler misin:
“Allahım! Biz, kullarını saptırmak, İslâmı yoketmek ve elçin Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ümmetini parçalamak için sana, peygamberine ve temiz ehli beytine iftira edenleri terkedip onlardan uzaklaşıyoruz.”

BEŞİNCİ GERÇEK
Musa Kâzım’ın, şiâ için kendisini fedâ ettiği inancı :
Bu gerçeği de yine Küleynî “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabında zikretmektedir.
Küleynî, adı geçen kitabında şöyle rivâyet eder:
“Ebu Hasan Musa Kâzım, -şiânın on iki imamının yedincisidir- şöyle der: Allah Teâlâ şiâya hiddetlenince, kendimi veya şiâyı fedâ etmem konusunda beni serbest kıldı.Ben de kendimi fedâ ederek onları ölümden kurtardım.” [11]

Ey Şiâ Mensubu!
Şimdi, buna inanmanı gerektiren, inandıktan sonra da içerdiği söz ve anlam bakımından doğrulamanı zorunlu kılan bu hikâyenin kaynağı nedir ?
Musa Kâzım-Allah ona rahmet etsin- kendisine tâbi olanları (şiâyı) kurtarma uğruna, Allah’ın şiâyı bağışlayıp cennete hesapsız girdirmesi için kendisini fedâ ederek canına kıyacak ve Allah Teâlâ da buna râzı olacak!!!

Ey Şiâ Mensubu!
Allah Teâlâ, beni ve seni sevdiği ve râzı olduğu şeylerde muvaffak kılsın, inanç, söz ve davranışının düzgün olması için bu iftirayı iyice düşünmelisin. Haktan uzak olması, doğrulukla hiçbir alakasının olmamasından dolayı buna iftiradan başka bir şey demiyorum.Bu iftirayı iyice düşündükten sonra ona inanan bir insanın ne kadar büyük günâhlar işlemeyi gerekli kıldığını görürsün.
Allah’ı Rab, İslâmı dîn, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’i nebî ve rasûl olarak bildiğin sürece bu günâhların hiçbirisinin sana nisbet edilmesine veya senin ona nisbet edilmene asla râzı olmazsın.
Bu büyük günâhlar şunlardır :

1. Allah Teâlâ’nın:
[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﻧﻌﺎﻡ ﻣﻦ ﺍﻵﻳﺔ 93: ]
“Allah’a yalan isnâdında bulunarak O’na iftirâ edenden daha zâlim kim olabilir ” [12]
buyurduğu halde, O’nun Musa Kâzım’a vahyederek şiâya hiddetlendiğini ve Musa Kâzım’a,ya kendisini ya da şiâsını fedâ etmesi konusunda serbest kıldığını, Musa Kâzım’ın da şiâyı kurtarmak uğruna kendisini fedâ ettiğini iddiâ etmek, yemin ederim ki Allah Teâlâ’ya yapılan en büyük iftirâdır.

2. Musa Kâzım’a-Allah ona rahmet etsin- yalan isnâdında bulunarak bu sözle ona iftirâ etmektir.Allah’a yemin ederim ki Musa Kâzım bu iftiradan uzaktır.

3. Musa Kâzım’ın peygamber olduğuna inanmaktır. Allah’a yemin ederim ki Musa Kâzım, ne bir nebî ne de bir rasûldür.Allah’ın Musa Kâzım’a hiddetlendiğini, kendisini veya şiâsını fedâ etmesi konusunda muhayyer kıldığını haber vermesi, Musa Kâzım’ın da şiâsı için kendisini fedâ ederek ölmeye râzı olduğunu söyleyen kimsenin bu sözünden Musa Kâzım’ın peygamber olduğu açıkça anlaşılır!!!
Bilindiği gibi müslümanlar, Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’den sonra peygamber olduğuna veya geleceğine inanan kimsenin, Allah Teâlâ’nın şu sözünü yalanladığından dolayı kâfir olduğunda hemfikirdirler.
[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻷﺣﺰﺍﺏ ﺍﻵﻳﺔ 40: ]
“Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-, sizden hiç birinizin babası değildir.Lâkin O, Allâh’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusu-dur. (O’ndan sonra kıyâmete kadar peygamber gelmeyecektir.) ” [13]

4. Hıristiyanların Hz. İsâ’nın insanlığı kurtarma uğruna çarmıha gerilerek kendisini fedâ ettiğine inandıkları gibi, şiânın da bu gerçeğe inanarak hıristiyanlıkla aynı inancı paylaşmış olmasıdır ki –güya- İsâ-aleyhisselâm- insanların işledikleri günâhlara keffâret olması için kendisini fedâ ederek çarmıha gerilmeye râzı olmuş, dolayısıyla onları Allah’ın gazâbı ve acıklı azabından kurtarmak için kendisini fedâ etmiştir.Şiâ da aynı şekilde buna inanmaktadır.Zira dediğimiz gibi şiâ, Allah Teâlâ’nın Musa Kâzım’ın şiâsını helâk edeceğini dolayısıyla ya şiâsını ya da kendisini öldürüp fedâ etmesi konusunda Musa Kâzım’ı serbest kıldığını, Musa Kâzım’ın da Allah’ın şiâya hiddetlenip azap etmemesi için kendisini fedâ ederek şiâyı kurtarmaya râzı olduğuna inanmaktadır.
O halde, şiâ ile hıristiyanlar inanç olarak birdirler.
Hıristiyanlar, Allah Teâlâ’nın kitabı Kur’anın açık ifâdesiyle kâfirdirler.Bir şiâ mensubu, îmân ettikten sonra kâfir olmaya hiç râzı olur mu ?
Ey Şiâ Mensubu!
Andolsun ki seni öyle bir iş için hazırlamışlar ki bir bilebilsen,
Başıboş kalmış hayvan gibi onlara av olmaktan kendini uzak tut.

Ey Şiâ Mensubu!
Son olarak sana şunu tavsiye ediyorum:
Bu saçma-sapan ve bâtıl şeylerden uzaklaşıp kendini kurtar.Allah Teâlâ’nın dosdoğru yolu olan gerçek mü’minlerin yolunu tut.

ALTINCI GERÇEK
Şiâ imamlarının günâh işlemedikleri (ismet), onlara vahiy geldiği ve kendilerine itaat edilmesi gerekliliği konularında -Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’e helâl olan dörtten fazla kadınla evlenme dışında- Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ile aynı konumda oldukları inancı (!) :
Şiâ imamlarının Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ile aynı konumda olduğu inancını yine “el-Kâfî fî Usûli’d-dîn” adlı kitabın yazarı Küleynî iki şekilde rivâyet etmiştir.
Birinci rivâyette Küleynî şöyle der:
“Mufaddal,Ebu Abdillah’ın yanındayken ona şöyle der: “Canım sana fedâ olsun.Bana söyler misin? Allah, kullarının bir insana itaat etmesini farz kıldığı halde, o insana semâdan vahyin gelmesini engeller mi?
Ebu Abdillâh: “Hayır, Allah kullarının bir insana itaat etmesini emrettikten sonra o insandan semânın haberini -vahyi- engellemekten kullarına daha cömert, daha merhametli ve daha şefkâtlidir.” [14]
Bu rivâyetin gösterdiği anlam şudur:
Allah’ın, insanların hepsine Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’e itaat etmelerini farz kıldığı gibi, şiâ imamlarına da mutlak olarak itaat etmelerini farz kılmış olmasıdır.Buna göre şiâ imamlarına vahiy gelmekte,onlar sabah-akşam gökten haber almak-tadırlar.Böylelikle şiâ imamları, nebî ve rasûldürler veya aynen onlar gibidirler.Onlardan hiçbir farkları yoktur.
Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’den sonra peygamber olduğuna ve ona vahiy geldiğine inanmak, İslâm’dan dönmek olup müslümanların oybirliğiyle küfürdür.İnancıyla iftihar eden bir şiâ mensubu nasıl olur da kendisine iftirâ eden ve İslâm’dan uzak bir şekilde kâfir olarak yaşamayı zorunlu kılan bir inanca inanır. Onun amacı bu bâtıl inanca inanmak değildir.Çünkü şiâ mensubu bir kimse, îmân edip müslüman olmak ve müslüman-lardan olmaktan başka bir şeyi düşünemez.
Allahım! Bu insanları senden koparan ve senin yolundan saptıran kâtil elleri kes!

İkinci rivâyette Küleynî şöyle der :
“Muhammed b.Sâlim’den rivâyet olunduğuna göre o şöyle der : Ebu Abdillah-aleyhisselâm-’ı şöyle derken işittim:“İmamlar, Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-’in konumundadırlar.Ancak onlar, peygamber değillerdir.Yine Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e helâl olan dörtten fazla kadınla evlenmek onlara helâl değildir.Bunun dışındaki konu-larda onlar,Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in konumundadırlar.” [15]
Bu rivâyet, görünüşte bazı çelişkilerle dolu olmasına rağmen birinci rivâyetteki gibi, imamların masum olduklarını, onlara itaat etmenin gerekliliğini ve onlara vahiy indiğini onaylamaktadır.Çünkü “İmamlar, -dörtten fazla kadınla evlenmek dışında-, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ile aynı konumdadırlar” sözü, onlara vahiy geldiği, onların masum oldukları, onlara itaat etmenin farz olduğu ve Peygamber-sallallahu aleyhi ve sellem-’e verilen her türlü kemâliyet ve özelliklerin onlara da verildiğini açıkça göstermektedir.

Ey Şiâ Mensubu!
Bu iftirâ ve süslü yalanın altında yatan gerçek hedef şudur:
İslâmı ve müslümanları yok etmek, şiâyı İslâm ve müslümanlardan ayırmaktır.Çünkü şiânın yanında, -güya- müslümanlardaki Kur’an-ı Kerîm ve Sünneti Nebevîye’den daha üstün olan ve bu ikisine ihtiyaç duymayacakları Fâtıma mushafı,Cefr,Câmia, geçmiş peygamberlerin ilimleri ve masum imamlara inen vahiy vardır.O imamlar ki dörtten fazla kadınla evlenmek dışında Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- ile aynı konumdadırlar.Ayrıca bunun dışında, bu inanca sâhip olan şiâyı İslâm’dan soyutlayan ve hamura düşen kılın hamurdan kolayca ayıklandığı gibi onları müslümanlardan ayıklayan daha nice sebepler de vardır.
İslâm adına İslâm ümmetinden kıymetli bir parçasını koparıp, birçok insanı ehli beyte yardım adına ehli beytin yolundan uzaklaştıran şerli ruhlara Allah lânet etsin.

YEDİNCİ GERÇEK
Ehli beyt ile birlikte Selman, Ammâr ve Bilâl gibi pek az sayıda sahabenin dışında, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-’in ölümünden sonra ashâbının dînden dönerek kâfir oldukları inancı (!) :
Şiânın ileri gelen fakih ve âlimleri neredeyse bu konuda ittifak etmişlerdir.Çünkü bu konuda yazdıkları eserleri böyle söylemekte ve kitapları açıkça bunu dile getirmektedir.İnançları gereği farz olan takiyye dışında çoğunlukla bunu îlân etmeyen hiç kimse yoktur.
Bu gerçeği pekiştirmek amacıyla şu delîlleri sunuyoruz: “Ravdatu’l-Kâfî ” adlı kitabın da yazarı olan Küleynî, bu kitabın 202. sayfasında şöyle diyor:
“Hanan’dan, O babasından, O da Ebu Câfer’den rivâyet ettiğine göre, Ebu Câfer şöyle der: “Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in vefâtından sonra üç kişi -Mikdâd, Selmân ve Ebu Zer- dışında insanlar dînden döndüler.”
“es-Sâfî ” adlı tefsir kitabında -ki bu kitap, şiânın en meşhûr ve en kıymetli tefsîr kitaplarından olup en çok itibâr edilen bir eserdir- bu konuda pek çok rivâyet zikredilmiş, bu rivâyetlerin çoğu da bu inancı yani “Ehli beyt ile birlikte Selman, Ammâr ve Bilâl-Allah onlardan râzı olsun- gibi pek az sayıda sahabenin dışında, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ölümünden sonra ashâbının dînden dönerek kâfir oldukları inancını” teyid etmektedir.
Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in-Allah her ikisinden de râzı olsun- şiâ kitaplarında, şiânın onları tekfir etmeleri konusunda sayılamayacak kadar pek çok rivâyetler vardır.
İşte bunlardan birisinde Küleynî adı geçen kitabının 20. sayfasında şöyle diyor:
“Ebu Câfer’e, Ebubekir ve Ömer hakkında sordum. Ebu Câfer: Tevbe etmeden ve mü’minlerin emîri Ali’ye yaptıklarını hatırlamadan dünyadan ayrıldılar.Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üzerine olsun, dedi !!!”
Aynı kitabın 107. sayfasında şöyle rivâyet etmektedir:
“Ebu Câfer:Bana, Ebubekir ve Ömer’i mi soruyor-sun?Yemîn ederim ki Ebubekir ve Ömer münâfık oldular, Allah’ın kelâmına karşı çıktılar ve Rasûlullah ile alay ettiler.Bu sebeple onlar, kâfirdirler.Allah’ın, meleklerin ve insanların hepsinin lâneti onların üzerine olsun.”!!!

Ey Şiâ Mensubu!
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbına kâfir olup dînden döndüler demek hiç akıl kârı mıdır ?
Onlar ki Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in havârî-leri,dîninin yardımcıları ve O’nun şeriatını omuzlarında taşıyan kimselerdir.
Onlar ki Allah Teâlâ’nın Kur’anda kendilerinden râzı olduğunu belirttiği, peygamberi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’in lisânıyla da onları cennetle müjdelediği, dînini onlarla koruduğu, müslümanları onlarla güçlü kıldığı ve kıyâmete kadar dünyada isimlerinin kalıcı olmasını sağladığı kimselerdir.

Ey Şiâ Mensubu!
Rabbine yemîn ederek bana söyler misin?
Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbını tekfîr edip onlara lânet okumak ve onlardan uzaklaşma-nın bir hedef ve gâyesi yok mudur ?
Tabiî ki vardır Ey Şiâ Mensubu!
Öyle bir hedefi var ki hem de ne hedef! Yine öyle bir gâyesi var ki hem de ne gâye!!!
Allah’a yemin ederim ki bu hedef ve gâye şudur:
Yahûdîlik, mecûsîlik ve diğer her türlü şirk ve putperestliğin düşmanı olan İslâm dînini ortadan kaldırma hedef ve gâyesidir!!!
İşte bu, İslâm’ın temelini ortadan kaldırdığı, tahtını yerle bir edip kalıntılarını ortadan kaldırdığı, Allah Teâlâ’nın izniyle de sonsuza dek öyle kalacak olan, mecûsî kisrâ devletini yeniden kurma hedef ve gâyesidir.
Müslümanların ikinci halîfesi Hz. Ömer’in-Allah ondan râzı olsun- mecûsi bir genç tarafından öldürülmesi, sana cevap olarak yetmez mi?
Fitne bayrağını üçüncü halîfe Hz. Osman’ın-Allah ondan râzı olsun- aleyhine açarak, onun bu yolda kurban gitmesine ve müslümanların diyârında ilk defa fitne ve şerrin yayılmasına sebep olan yahûdî asıllı Abdullâh b. Sebe değil midir?
Bu uğursuz fitneden, şiâ şeytanı tâ o zaman doğmuş, velâyet ve imâmet adlı bidat bayraklarını İslâm ve müslümanların üzerinde birer kılıç gibi kullanmışlardır.
Onlar velâyete çağırmakla, Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ashâbını tekfîr edip onları lânetlemişler, onlardan râzı olan ve “Allah onlardan râzı olsun” diyen müslümanları da lânetleyip tekfîr etmişlerdir. İmâmet adlı bidat ile İslâm hilâfetinin aleyhine her türlü hile ve desîseler düzenlenerek müslümanlar arasında helâk edici savaşlar alevlendirilmiş, müslü-manların kanları akıtılmış, binâlar yıkılmış, İslâm ve müslümanlar paramparça bir hayat yaşamışlar,diğer düşmanlarına düşmanlık besledikleri gibi müslüman-lara da düşmanlık beslemişler, kâfir olan hasımlarına hasımlık yaptıkları gibi İslâma mensup olan herkese de hasımlık yapmışlardır.

Ey Şiâ Mensubu!
Yukarıda zikrettiğimiz esâsa göre şiâ, bu inancı yerleştirmiş ve bir mezhep edinmiştir.Böylece İslâm dîninden ayrı, esâsları, prensipleri, kitabı, sünneti, ilmi ve bilgisi olan müstakil bir dîn haline gelmiştir.Bu söylediklerimizi doğrulayan şeyler bu kitapçıkta daha önce zikredilmişti. Şiânın, velâyet adıyla müslümanları parçalamak, onlar arasında fitne ve şer tohumları ekmek ve müslümanlara düşmanlık beslediğine dâir art niyetin veya kötü bir amacın olmasa dahi bu anlattıklarımıza tekrar bakıp iyice düşünmelisin.
“Müslümanlar” denilmesine en lâyık olan ehli sünnet müslümanlarından Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem-’in ehli beytin-den hoşlanmayan hiç birisini bulamazsınız.
O halde, şiâ topluluğu daha -önce de belirttiğimiz gibi- müslümanlara düşmanlık besleyerek bilakis onları tekfîr edip lânetlemekle, niçin sadece kendisinin velâyet hakkına sahip olduğunu iddiâ ederek onu kendisine hedef ve gâye edinmektedir ?
İmâmet olayı da alay etmek ve abesle iştiğal değil midir?
Öyle ki İslâm dîni, müslümanlara kendilerini Allah’ın şeriatı ve peygamberinin sünnetine göre yönetecek kimseyi seçme emrini verdiği, müslüman-ların da devlet başkanlığı yapabilecek, kendilerini yönetmeye lâyık ve yeterli gördükleri kimseyi seçtik-leri halde,şiâ buna “hayır, devlet başkanlığı yapacak kimsenin, vasîyet edilen ve bizzat adı belirtilen, masum ve kendisine vahiy gelen bir kimse olması gerekir” demektedir.
Müslümanlar böyle bir devlet başkanını ne zaman bulacaklar acaba ?
Bu sebeple mi şiâ müslümanlara lânet edip onlara düşmanlık besleyip onlardan ayrılmaktadır ?
O halde Ey şiâ mensubu!
“Velâyet” ve “İmâmet” akîdesi, müslümanları saptırmak ve aldatmaktan başka bir şey değildir.
Bundan da amaç şudur:
İslâm dînini yıkmak ve müslümanları parçala-maktır. O halde, kendini bu bâtıl inanç, yıkıcı ve karanlık mezhepten kurtararak onlardan uzaklaşmaz mısın?

Ey Şiâ Mensubu!
Bilmen gerekir ki sen, kendi nefsini ve âileni kurtarmakla sorumlusun.O halde öncelikle onları Allah Teâlâ’nın azabından kurtarmaya çalış ve bilmen gerekir ki bu, ancak doğru îmân ve sâlih amelle gerçekleşir.Doğru îmân, sâlih amel gibidir.Doğru îmân ile sâlih ameli de ancak Allah’ın kitabında ve Rasûlü Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetinde bulabilirsin. Sen, ehli sünnet vel-cemaatin sahasına kaçıp sığınmadıkça ve karanlık şiâ mezhebinin hapsinde bulunduğun sürece doğru îmân ve sâlih ameli elde edemezsin.Müslümanları saptırmak ve ifsad etmek için şiâ mezhebine çağıranların tersine, her türlü bâtıl te’vilden uzak, doğru îmân ve sâlih ameli, ancak Allah’ın kitabında bulursun.
Yine, peygamberin sahîh sünnetini, yalandan ve şiâ mezhebine çağıranlardan uzak bulacaksın.Doğru îmânla sağlam İslâm akîdesini ancak bu şekilde kazanabilirsin.Bu da ancak Allah’ın kullarına vâdettiği cenneti kazanıp kurtuluşa ermeleri için meşrû kıldığı, kullarının nefislerini temize çıkardığı sâlih amelle olur.

Ey Şiâ Mensubu!
Allah’ın kitabı ile Rasûlü Muhammed-sallallahu aleyhi ve sellem-’in sünnetinin geniş sahasına hicret et. Zirâ orada güç ve kuvvetine kavuşarak rahatlıkla dolaşa-bileceğin çok yer ve bol rızık bulursun.
Son olarak, sende veya başka birisinde olan bir şeyi elde etmek veyahut senden veya herhangi birisinden korktuğum için bu nasihati takdim etmedi-ğimi bilmelisin.
Allah’a yemîn ederim ki hayır, bunun için yapmadım. Bunu, sadece İslâm kardeşliği ve Allah rızâsı için,kitabı için,rasûlü için,müslüman yöneticilerle avam tabakasına nasihat etmek için yaptım.
Sana bu nasihati takdim etmeme neden olan şey, işte budur.
Allah Teâlâ’dan,kalbini bu nasihata açmasını ve onunla seni dünya ve âhiret saadetine iletmesini dilerim.

-----------------------
[1] el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 207
[2] Ebu Abdillâh; Câfer Sâdık’ın künyesidir. (Mütercim)
[3] Hicr Sûresi : 9
[4] el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 26
[5] Hicr Sûresi : 9
[6] el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 227
[7] Buhârî, Müslim ve diğer hadîs âlimleri bu dört şeyi kitaplarında zikretmişlerdir.Buna göre Hz.Ali’nin-Allah ondan râzı olsun- kılıcının kınından çıkardığı sayfada şu dört şey yazılıydı:
1. Allah’tan başkası adına kurban kesene Allah lânet etsin.
2. Tarla veya arazinin sınır taşını çalan veya değiştirene Allah lânet etsin.
3. Anne ve babasına lânet edene Allah lânet etsin.(Bu lânet, dolaylı yoldan da olabilir: Örneğin bir kimsenin başkasının anne ve babasına lânet etmesi,anne ve babasına lânet edilen kimse de onun anne ve babasına lânet ederse,işte bir kimsenin anne ve babasına lânet etmesi demektir.)
4. Kendisine had cezası uygulanmasın diye yeryüzünde olay çıkaran kimseyi yanında barındıran kimseye Allah lânet etsin.(Mütercim)
[8] el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 138
[9] Küleynî’nin sözü burada bitmektedir
[10] Âl-i İmrân Sûresi: 85
[11] el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 260
[12] En’am Sûresi : 93
[13] Ahzâb Sûresi : 40
[14] el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 229
[15] el-Kâfî fî Usûli’d-dîn, Kitabul-Hucce,cilt: 1, sayfa: 270