27 Şubat 2017 Pazartesi

Karşısındakine Sözü Açık Seçik Söylemek Ve İyi Anlaması İçin Gerektiğinde Tekrarlamak Gerekir!

Enes radıyallahu anh’in belirttiğine göre:
Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem sözünün iyi anlaşılması için konuşmasını üç defa tekrarlardı. Bir topluluğun yanına varıp onları selâmlayacağı zaman üç defa selâm verirdi.[1]

Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in konuşması, herkesin anlayacağı şekilde açık seçikti.[2]

* Toplumda her zeka seviyesindeki insanlara hitap eden onlarla konuşan peygamberimiz her eğitim seviyesindeki insanların anlayabilmeleri için konuştuklarını tekrar ederdi. Bir eve gireceğinde de selamı tekrarlardı. [3]


[1] Buhârî, İlim 30, İsti’zân 13. Ayrıca bk. Tirmizî, İsti’zân 28.
[2] Ebû Dâvûd, Edeb 18.
[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 230.

İstihare Ve İstişare Etmek!

“...Ey peygamber! Toplumu ilgilendiren her konuda ümmetine danış görüşlerini al;...” (Al-i İmran: 3/159)

“...O mü’minler ki işlerini aralarında danışarak yaparlar.” (Şûra: 42/38)


Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tıpkı bir Kur’an sûresini öğretir gibi, bize her iş için istihâre yapmayı öğretirdi. Şöyle buyururdu:

“Herhangi biriniz bir iş yapmak istediğinde, farz namazlardan ayrı olarak iki rekât namaz kılsın, sonra da şöyle desin:

Allahım! Sen her şeyi bildiğin için, hakkımda hayırlı olanı bana da bildirmeni, senin gücün her şeye yettiği için, beni başarılı kılmanı ve hayırlı olanı nasip etmeni, senin o büyük kereminden niyaz ederim. Çünkü senin gücün her şeye yeter, benimki yetmez; sen her şeyi bilirsin, ben bilemem. Şüphesiz sen görülüp bilinmeyenleri de bilirsin.

Allahım! Eğer bu işin benim dinim, dünyam ve âhiretim için hayırlı olduğunu biliyorsan (râvi, sözün burasında Hz. Peygamber’in hangi ifadeyi kullandığında tereddüt etti. Onun şöyle demiş olabileceğini söyledi: “şimdi veya daha sonrası için hayırlı olduğunu biliyorsan”) onu yapmayı nasip et, kolaylık ver ve onu bana mübarek kıl. Şayet bu işin benim dinim, dünyam ve âhiretim için kötü olduğunu biliyorsan (yine râvi, sözün burasında Hz. Peygamber’in hangi ifadeyi kullandığında tereddüt etti. Onun şöyle demiş olabileceğini söyledi: “şimdi veya daha sonrası için kötü olduğunu biliyorsan”) onu benden, beni ondan uzaklaştır. Hayır nerede ise onu bana nasip et, sonra da gönlümü bu sonuca râzı kıl!” der ve isteyeceği şeyi söylerdi.[1]


* İyi kötü helal veya haram olduğu bilinen konularda istihare yapılmaz, hakkında kesin kanaat uyanmayan meselelerde yapılır ve o işte Allah’ın bize hayırlısını göstermesini ve hayırla sonuçlandırılmasını istemeli ve sonucuna da razı olmalıyız.[2]



[1] Buhârî, Teheccüd 28, Daavât 48, Tevhîd 10. Ayrıca bk. Tirmizî, Vitr 18; İbni Mâce, İkâme 188.
[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 238.

Muta Nikahının Yasaklanması!

Muta Nikahına Ruhsat Verilmesi


Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Biz Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber savaşa giderdik. Beraberimizde kadın bulunmuyordu. Bu durumda biz:

−Erkeklik yumurtalarımızı çıkartıp hadım olalım mı? dedik.

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize bunu yasakladı! Bundan sonra bize elbise vb. bir şey karşılığı kadınla evlenmemize ruhsat verdi.

Bundan sonra Abdullah ibni Mesud (Radiyallahu Anh):

“Allah’ın sizin için helal kıldığı temiz şeyleri kendinize haram kılmayın!..” Maide Suresi 87. ayetini okudu.”

Buhari 4337, Müslim 1404/11, İbni Ebi Şeybe 3/391/15, İbni Hibban 4141, Beyhaki 7/79


Cabir bin abdullah ve Selleme bin el-Ekva (Radiyallahu Anhum) şöyle dediler:

“Biz bir ordunun içinde olduğumuz bir anda Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizim yanımıza geldi ve:

−‘Size muta nikahı yapmanıza izin verildi, dolayısıyla muta nikahı yapabilirsiniz’ buyurdu...”

Buhari 5209, Müslim 1405/13


Selleme bin el-Ekva (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Evtas yılında üç kere muta nikahı hususunda ruhsat verdi...”

Evtas: Tâif’te bir vadinin ismidir. Evtas senesi ve Mekke’nin fethi senesi aynı şeydir. Evtas savaşı Huneyn savaşının içinde dahil bir grupla yapılan savaşın ismidir. Bu savaş Mekke fethinden hemen sonra olmuştu.

Müslim 1405/18, İbni Ebi Şeybe 3/390/4, İbni Hibban 4151, Darekutni 3/258/52, Beyhaki 7/204


Ebu Nadre şöyle dedi:

“Ben, Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anhuma)’nın yanında bulunduğum bir sırada ona biri gelerek:

−Abdullah ibni Abbas ile İbni Zübeyr (Radiyallahu Anhum)’un temettu haccı ve muta nikahı hakkında ihtilaf ettiler dedi.

Bunun üzerine Cabir (Radiyallahu Anh):

−Biz bu fiilleri Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber iken yaptık. Sonra Ömer bunların ikisinden de bizi yasakladı da biz artık o fiillere avdet etmiyoruz! dedi.”

Müslim 1405/17


Ebu Cemre şöyle dedi:

“Ben, Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma)’dan işittim. Ona kadınla muta nikahı yapmak soruldu da o buna ruhsat verdi. Bunun üzerine Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhıma)’nın azatlı kölesi Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma)’ya:

−Bu ruhsat kadınların az vb. çok şiddetli hallerde değil miydi? dedi.

Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma)’da onu tasdik ederek:

−Evet, dedi”

Buhari 5208



Muta Nikahının Neshi!


Ali bin Ebi Talib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Ali (Radiyallahu Anh) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma)’dan kadınlarla muta nikahı ile evlenmeye kolaylık gösterdiğini işitti.

Bunun üzerine:

−Yavaş ol! Ey Abbas’ın oğlu! Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hayber günü muta nikahını yasakladı!.. dedi.”

Müslim 1407/31, Buhari 5208, Nesei 3365


Ali bin Ebi Talib (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Hayber günü kadınlarla muta nikahı ile evlenilmesini ve ehli eşek etlerinin yenilmesini yasakladı!”

Müslim 1407/29, Buhari 3936, Malik 2/542, Nesei 3366, Tirmizi 1121, 1794, Darimi 2/140, İbni Mace 1961, İbni Ebi Şeybe 3/389, İbni Hibban 4145, Begavi 2292, Ahmed 1203, Albani İrva 6/317


Selleme bin el-Ekva (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Evtas yılında üç kere muta nikahı hususunda ruhsat verdi sonra bunu yasakladı!”

Müslim 1405/18, İbni Ebi Şeybe 3/390, İbni Hibban 4151, Darekutni 3/258


Ebu Sebre (Radiyallahu Anh) şöyle tahdis etti:

“Mekke’nin fethi yılında biz Mekke’de on beş gün ikamet ettik. Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ashabına kadınlarla muta nikahı ile evlenmelerine izin verdi. Bunun üzerine ben kavmimden olan Süleym oğullarından bir arkadaşımla beraber çıktım.

Ben ondan daha güzel ve daha cüsseli idim. O ise çirkine yakın ve küçük cüsseli bir tipte idi. Her ikimizin yanında birer bürde vardı. Mekke’nin aşağısına yahut yukarısına vardığımız zaman nihayet Amir oğullarından bir cariye bulduk. Bu kadın, güzel vücutlu ve uzun boylu genç bir dişi deve gibiydi. Kendisinden nefsini istedik ve Biz:

−Birimizin seninle muta nikahı yapmasını arzu eder misin? dedik.

Kadın:

−Bana atiye olarak ne vereceksiniz? dedi. Ona bürdelerimizi arz ettik. İkimiz de bürdesini hemen açıverdi. Benim bürdem eskimiş arkadaşımın bürdesi ise yeni ve güzeldi. Kadın bizlere bakmaya başladı. O beni arkadaşımdan daha güzel buluyor, arkadaşımın bürdesini ise benimkinden daha iyi görüyordu. Böylece bir süre kendi kendisiyle istişare edip bu hususta tefekkür etti. Arkadaşım kadının kendisine isteksiz baktığını görerek:

−Onun bürdesi eskidir benim bürdem ise yenidir ve güzeldir dedi. Kadın ise bana işaret ederek üç veya iki kere bunun bürdesinde de bir beis yok dedi. Sonra, beni arkadaşımdan üstün tutarak benim davetime icabet etti. Sonra ben o kadınla muta nikahı yaptım. Bu muta nikahı kadınları, üç gün bizimle beraber oldular. Hatta Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) muta nikahını haram edinceye kadar dışarı çıkmadım. Sonra Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bizlere o kadınlardan ayrılmamızı emretti.”

Müslim 1406/23, 20, Nesei 3368, Tabarani Mucemu’l-Kebir 6521, 6522, Said bin Mensur 846, İbni Hibban 4148, Beyhaki 14149, 14150, Ahmed 15356


Ebu Sebre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Biz, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraber iken:

‘Ey insanlar! Ben, kadınlarla muta nikahı yaparak faydalanmanıza izin vermiştim. Ancak Allah bu nikahı kıyamet gününe kadar haram kılmıştır! Dolayısıyla kimin yanında bu nikahla bir kadın bulunuyorsa, onu hemen bıraksın ve o kadınlara verdiğiniz faydalanma ücretinden hiçbir şeyi geri almayın!’ buyurdu.”

Müslim 1406/21, İbni Hibban 4150, Tabarani Mucemu’l-Kebir 6525, 6526, Begavi 9/100, Ahmed 15351


Urve bin Zübeyr (Radiyallahu Anh) şöyle haber verdi:

“Abdullah bin Zübeyr (Radiyallahu Anh) Mekke’de ayağa kalktı ve:

−Bir takım insanlar var ki, Allah onların gözlerini körleştirdiği gibi kalplerini de körleştirmiştir. Bunlar muta nikahının caizliğine fetva veriyorlar dedi. Bununla bir kimseyi tariz ediyordu. O tariz edilen zat yani Abdullah ibni Abbas o vakit emir olan İbni Zübeyr (Radiyallahu Anh)’a seslenip:

−Şüphesiz sen çok katı ve kupkuru bir adamsın! dedi. Hayatıma yemin ederim ki, kuşkusuz muttakilerin imamı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in zamanında muta nikahı yapılıyordu dedi.

İbni Zübeyr (Radiyallahu Anh)’da ona:

−Sen kendi nefsinde onu tecrübe et de ben de vallahi eğer o fiili yaparsan seni kendi taşlarınla recm ederim! dedi...”

Müslim 1406/27, Ebu Avane 4057, Albani İrva 6/318

20 Şubat 2017 Pazartesi

Müslümanların Haklarına Saygı Göstermek Gerekir!

Bu bölümdeki dört ayet ve onsekiz hadis-i şeriften, Allah’ın haram kıldığı şeylere saygıda bulunmanın hayırlı bir iş olduğunu, kim de Allah’ın dininin sembollerine saygı gösterirse bunun dindarlık alameti olduğunu, mü’minlere şefkat kanatları germenin gerekliliğini, bir cana kıyıp öldürenin bütün insanları öldürmüş gibi günah kazanacağını aksini yapanların da bütün insanları yaşatmış gibi olacağını, birinin rahatsızlığını hepsinin hissetme durumunda olduğunu, üzerinde ve vasıtasında insanlara zarar verici eşyalarla dolaşmanın yasak oluşunu, merhamet etmeyene merhamet edilmeyeceğini, kalbden merhamet duygusu alınmışsa o kimseye kimsenin bir şey yapamayacağını, insanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah’ın da merhamet etmeyeceğini, insanların hastalık ve ihtiyarlık durumlarına göre ibadetin bile hafif tutulacağını, Rasulullah’ın farz kılınır korkusuyla bazı ibadetleri yapmaktan vazgeçtiğini, ibadetle kişinin kendisine eziyet etmemesi gerektiğini, sorguya çekilenin mutlaka cezalandırılacağını, kim bu dünyada bir müslümanın sıkıntısını giderirse Allah’ın da ahirette o kimsenin bir sıkıntısını gidereceğini, bir kimseye günah olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesinin yeteceğini, haset etmemek müşteri kızıştırmak bir kardeşinin satışı üzerine satış yapmamak, kardeşimizi hakir görüp yardımı kesmemek gerektiğini, kendimiz için arzu ettiğimiz bir şeyi Müslüman kardeşimiz için de arzu etmemiz gerektiğini din kardeşimiz zalim de olsa mazlum da olsa ona yardım etmemiz gerektiğini, müslümanın müslüman kardeşi üzerindeki haklara riayet etmesi gerektiğini, Rasulullah (s.a.v.)’in yasakladığı bazı şeylerin yapılmaması gerektiğini öğreneceğiz. [1]



“... Her kim Allah’ın mukaddes emirlerine saygı gösterirse bu Rabbinin katında kendi iyiliğinedir.” (Hacc: 22/30)

“İşte bu akılda tutulmalıdır. Kim Allah’ın ibadet için koyduğu alamet sembol ve simgelere uyup saygı gösterirse şüphe yok ki bu inananların kalblerinde bulunan Allah’a karşı duydukları sorumluluk bilincindedir.” (Hacc: 22/32)

“... Mü’minlere kol kanat ger, onları koru.” (Hicr: 15/88)

“... Kim bir kişiyi, daha evvel öldürülen bir kişi karşılığında veya yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkarma suçundan ayrı olarak haksızca öldürülürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin hayatını kurtarırsa bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.” (Maide: 5/32)



Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Mü’minin mü’mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”

Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi.[2]



* Mü’minler maddi ve manevi her yönden birbirleriyle yardımlaşmaları gerekir ki benzetilen sağlam bina gibi olsunlar. Ferd olarak İslamı yaşamak çok zordur. Ferdler dışarıdan gelen baskılara karşı koyamazlar bu sebeple birlik ve beraberlik içinde olmalı ve İslam cemaat olarak yaşanmalıdır. [3]



Ebû Mûsâ radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Yanında ok varken mescidlerimize veya çarşı–pazarımıza uğrayan kimse, müslümanlardan herhangi birine onlardan bir zarar gelmemesi için, okunun ucunun demirlerini eliyle tutsun.”[4]



* Bugün uzun geniş ve havaleli yük yüklenmiş araçlarla trafiği aksatmak veya telefon ve elektrik tellerini koparmak veya ağır giden araçlar veya biçer ve traktör gibi vasıtalarla umuma ait yerleri engellememek de gerekmektedir. [5]



Numân İbni Beşir radıyallahu anhümâ’ dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[6]



* Tüm ateşli hastalıklar ve şiddetli ağrı ve sancılardan nasıl vücud rahatsız olursa müslümanlar da birbirlerinin rahatsızlıklarından aynen rahatsız olmalı ve o hastalığın tedavisi için gayret etmelidirler. [7]



Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, Ali radıyallahu anh’in oğlu Hasan’ı öpmüştü. O sırada Akra İbni Hâbis de Peygamberimiz’in yanında bulunuyordu. Akra:

Benim on tane çocuğum var, onlardan hiç birini öpmedim, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona hayretle bakıp:

“Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz” buyurdular.[8]



Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Çölde yaşayan bedevîlerden bir grup Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzuruna geldiler ve:

– Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz? diye sordular. Peygamberimiz:

– “Evet” buyurdu. Onlar:

– Fakat biz, Allah’a yemin ederiz ki, onları öpmüyoruz, dediler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Allah sizin kalblerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne yapabilirim ki!” buyurdu.[9]



* Allah’ın vermediği bir şeyi kulların vermesi söz konusu değildir. Merhamet Allah’ın seçkin kullarına verdiği bir fazilettir.[10]



Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İnsanlara merhamet göstermeyen kimseye Allah da merhamet etmez.”[11]



Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz kendi başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın.”[12]



* Hayatın her bölümünde olduğu cemaatle yapılan ibadetlerde bile görevli imamlara bu talimat verilerek en zayıf olanlara uyulması gereği sistemleştirilmiştir. Tek başına kılınan namazda kişi serbesttir. İstediği kadar uzatabilir.[13]



Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir işi yapmayı çok istediği halde, onu ahali de yapmaya kalkar da üzerlerine farz kılınır diye korktuğu için, yapmaktan vazgeçerdi.[14]



* Ümmetine ve ashabına merhametten dolayı nafile ibadetlerin bazısını terkederdi çünkü dinde aslolan kolaylaştırmaktır, zorlaştırma değil. [15]



Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, kendilerine acıdığı için, sahâbenin iftar etmeksizin peşpeşe oruç tutmalarını yasakladı. Onlar:

– Fakat sen bunu yapıyorsun, dediklerinde:

– “Ben sizin durumunuzda değilim. Ben, Rabbim beni yedirmiş ve içirmiş vaziyette geceliyorum” buyurdular.[16]



Ebû Katâde Hâris İbni Rib’î radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ben, uzatmayı arzu ederek, namaza dururum da, bir çocuğun ağlamasını işitir, onun annesine güçlük çıkarıp üzmekten hoşlanmadığım için, namazı kısa keserim.”[17]



* Tavsiyesiyle örnek olan yüksek şahsiyet örneği peygamberimiz burada da bizzat tatbikatıyla bize örnek oluyor. Bilhassa memurların bulunduğu cami imamları ve otogar ve istasyonlardaki camilerde namaz kıldıran kardeşlerimizin dikkat etmeleri gereken bir husustur. [18]



Cündüb İbni Abdullah radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sabah namazını kılan kimse Allah’ın himâyesindedir. Allah, bizzat himâyesinde olan bir konuda sizi sorguya çekmesin. Allah, himâyesindeki bir konudan sorguya çektiği kimseyi cezalandırır, sonra da onu yüzüstü cehenneme atar.”[19]



Abdulah İbni Ömer radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”[20]



Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”[21]



Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Birbirinizle hasetleşmeyiniz. Almayacağınız bir malın fiyatını müşteri kızıştırmak için artırmayınız. Birbirinize kin ve nefret beslemeyiniz. Birbirinize darılıp yüz çevirmeyiniz. Birinizin satışı üzerine başka biriniz satış yapmasın. Ey Allah’ın kulları, böylelikle kardeş olunuz. Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulüm ve haksızlık yapmaz, yardımı kesmez ve onu hakir görmez. –Peygamberimiz üç defa göğsüne işaret ederek buyurdular ki– Takvâ buradadır. Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi, bir kimseye şer olarak yeter. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı, başka müslümana haramdır.”[22]



Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe gerçek anlamda iman etmiş olmaz. ”[23]



Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Din kardeşin zalim de mazlum da olsa ona yardım et.”

Bir adam:

– Ya Resûlallah! Kardeşim mazlumsa ona yardım edeyim. Ama zâlimse nasıl yardım edeyim, söyler misiniz? dedi. Peygamberimiz:

– “Onu zulümden alıkoyar, zulmüne engel olursun. Şüphesiz ki bu ona yardım etmektir” buyurdu.[24]



* En büyük zulüm yani yaradılış gayesi dışında yaşamak şirktir. (Lokman: 31/13) öyle olunca tüm insanların kafir, müşrik, münafık olan kimselerin içinde bulundukları durumlardan kurtarılmaları, onlara yardım etmek demektir. [25]



Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmı almak, hastayı ziyaret etmek, cenazeye iştirak etmek, dâvete icabet etmek, aksırana “yerhamukellah” demek.”[26]



Müslim’in bir başka rivayeti şöyledir:

“Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı altıdır: Karşılaştığın zaman selâm ver, seni dâvet ederse git, senden nasihat isterse nasihat et, aksırınca Allah’a hamdederse yerhamukellah de, hastalandığında onu ziyaret et, öldüğü zaman cenazesinin ardından git.”[27]



Ebû Ümâre Berâ İbni Âzib radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize yedi şeyi emretti, yedi şeyi de yasakladı. Bize şunları emretti: Hastayı ziyaret etmek, cenazeye katılmak, aksırana “yerhamükellah” demek, yeminini bozmayıp yemin üzere devam etmek, zulme uğrayana yardım etmek, dâvet edenin dâvetine katılmak, selâmı yaygınlaştırmak. Resûlullah bize şunları da yasakladı: Altın yüzükler veya yüzük takmak, gümüş kaptan su içmek, ipek minder kullanmak, ipekten yapılmış elbise giymek, ince ipek giymek, kalın ipek giymek, hâlis ipek kumaştan elbise giymek.[28]



Müslim’in bir rivâyetinde: Yitiği ilân etmek, ilk yedi şey arasında sayılmıştır.[29]



* Tüm Riyazüs-salihin ve Buhari nüshalarında yasakladıkları şeyler beş olarak sayılmış (Müslim Libas 4)’de geçen birkaç hadisi şerife göre bu iki maddeye 6- Sarı boyalı şeyler giymek, 7- Ruku ve secdede Kur’an okumayı ilave edebiliriz. Altın zinet eşyası erkeklere ve altın, gümüş kaplardan yemek içmek bu dünyada tüm müslümanlara haram kılınmıştır. Çünkü onlar bu dünyada kafirlerin ahirette ise sadece müslümanlara ait olacaktır. Fakat bu dünyada bazı uzuvların tamir ve kaplamasında altının kullanılmasında bir mahzur olmadığı da yine hadis-i şeriflerle belirtilmiştir. [30]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 93

[2] Buhârî, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim, Birr 65. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 18; Nesâî, Zekât 67.

[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94

[4] Buhârî, Salât 66, Fiten 7; Müslim, Birr 120–124. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd 65; Nesâî, Mesâcid 26; İbn Mâce, Edeb 51.

[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94

[6] Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66.

[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94

[8] Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 65. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 145; Tirmizî, Birr 12.

229’da bir benzeri geçecek ve 893’de tekrar gelecek ve açıklama orada verilecektir.

[9] Buhârî, Edeb 18; Müslim, Fezâil 164. Ayrıca bk. İbni Mâce, Edeb 3.

[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 94

[11] Buhârî, Edeb 18, Tevhîd 2; Müslim, Fezâil 66. Ayrıca bk. Tirmizî, Birr 16, Zühd 48.

227’de benzeri geçti, bir benzeri de 893’de gelecektir.

[12] Buhârî, İlim 28, Ezân 62; Müslim, Salât 183–186. Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 61; Nesâî, İmâmet 35; İbni Mâce, İkâme 48, 49.

[13] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95

[14] Buhârî, Teheccüd 5; Müslim, Müsâfirîn 77. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu‘ 12.

[15] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95

[16] Buhârî, Savm 20, 48; Müslim, Sıyâm 55, 61.

1767’de tekrar gelecektir ve gerekli açıklama orada verilecektir.

[17] Buhârî, Ezân 61, 163. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 123; İbni Mâce, İkâme 49.

Bazan namazı uzatmayla alakalı 700 nolu hadise bakınız.

[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 95

[19] Müslim, Mesâcid 262. Ayrıca bk, Tirmizî, Salât 51, Fiten 6; İbn Mâce, Fiten 6.

390 ve 1049’da tekrar gelecek ve gerekli açıklama 390’da verilecektir.

[20] Buhârî, Mezâlim 3; Müslim, Birr 58. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 38, 60; Tirmizî, Hudûd 3, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17.

246’da tekrar gelecektir.

[21] Tirmizî, Birr 18.

1576’da daha kısa olarak benzeri gelecek.

[22] Müslim, Birr 32. Ayrıca bk. Buhârî, Edeb 57; Ebû Dâvûd, Edeb 47; Tirmizî, Birr 24; İbni Mâce, Duâ 5 (Müslim rivayeti dışındakiler, Enes İbni Mâlik’ten gelmiştir)

[23] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71–72. Ayrıca bk. Tİrmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9.

185’de geçti, gerekli açıklama orada verilmişti.

[24] Buhârî, Mezâlim 4; İkrâh 6. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 68.

[25] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 96

[26] Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selâm 4. Ayrıca bk. İbn Mâce, Cenâiz 1.

895’de tekrar gelecektir.

[27] Müslim, Selâm 5.

[28] Buhârî, Cenâiz 2, Mezâlim 5, Nikâh 71, Eşribe 28; Müslim, Libâs 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Edeb 45; Nesâî, Cenâiz 53.

[29] Müslim, Libâs 4.

[30] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 97

16 Şubat 2017 Perşembe

Nasihat İkaz Ve Hatırlatma!

“ Bütün mü’minler kardeştirler.” (Hucurat: 49/10)

“Allah Nuh (a.s.)’dan haber vererek şöyle buyuruyor: “... Ben size öğütler veriyorum.” (Araf: 7/62)

“... Size dürüst ve güvenilir öğütler veriyorum.” (Araf: 7/68)


Ebû Rukayye Temîm İbni Evs ed–Dârî radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem :

“Din nasihattır” buyurdu. Biz kendisine:

– Kimin için nasihattır? dedik. Peygamber Efendimiz:

– “Allah, Kitabı, Resûlü, mü’minlerin yöneticileri ve tüm müslümanlar için nasihattır” buyurdu.[1]



* Nasihat: Öğüt vermek iyi ve hayırlı işlere davet edip kötü ve şerli işlerden yasaklamak demektir. Yani nasihat, dinin temeli ve direği demektir. Yani din ve İslam ile nasihat bir yönden aynı anlamdadırlar.

Hac Arafattır hadisinde de, Haccın ana temel esası ve şartının Arafatta durmak olduğu bildirildiği gibi. Bu hadis de az sözle çok mana ifade edilen hadislerdendir. Hadis-i şerifi ana hatlarıyla açıklayacak olursak:

Allah için demek, önce Allah’a, kendisine nasıl iman edilmesi gerektiğini kitabında ve elçisi vasıtasıyla nasıl bildirmişse ve kendisini nasıl tanıtmışsa o şekilde tanımak ve hayatını bu inanç ve yaşantı üzere devam ettirip son nefesini de bu inanç ve yaşantı üzere vermek demektir. Değilse sadece iman ettim demekle bu iş bitmez Ankebut: 29/2 ‘de olduğu gibi.

Allah’ın kitabı için: öncelikle Allah’ı tanıyıp bilen kimsenin ikinci olarak onun gönderdiği kitaba ve önceki geçen kitapların bozulmamış şekline de inanması gerekir. Kitabında, kitabını tanıttığı şekilde inanıp, kitabı o şekilde kabul edip hayat tarzı olan kitaba göre yaşamak ve aileden başlayarak toplumun da bu kitabın hayat tarzına göre yaşamasını temin edecek gayretin içinde olmak demektir. Bunu daha iyi anlamak için şu ayetlere bakınız. Alak: 96/1-5, Neml: 27/92, Fatır: 35/29, Zümer: 39/71, Bakara: 2/121, Araf: 7/175, Enfal: 8/2, Hac: 22/72, Mü’minun: 23/66-67.

Allah’ın Rasulü için: Sadece Allah ve Kitabını tanımak kâfi değildir. O’nun gönderdiği son peygambere de inanılması ve sünnetine uyulması da gerekir. Nisa: 4/80 ve Al-i İmran: 3/31, 32, 132, Nisa: 4/59, 80, Muhammed: 47/33, Mücadele: 58/13, Teğabün: 64/12, 16, belirtildiği gibi. Yani gönderilen kitabın nasıl yaşanacağını bizzat hayatında gösteren peygamber gibi olmak için.

Mü’minlerin yöneticileri için: Mü’minleri yöneten, idare eden, emir ve komuta yetkisi kendinde olan ve mü’min olan kimselere de itaat edilip sözlerinin dinlenmesi de Nisa: 4/59’da beyan edilmiştir. Bu tip şahsiyetlerden dürüst olup adil davranmalarını istemek hakkımızdır. Namaz kıldıkları sürece itaat edebiliriz. Alimler ve amirler diyebileceğimiz bu gruba da hatırlatma ve ikaz görevimizdir. Tirmizi Beyat 37’de “En büyük cihad zalim idareciye karşı hakkı söylemektir”, hadisi bize bunu emreder.

Tüm müslümanlar için: İslam Dininin tüm emir ve yasaklarını İslam ümmeti diyebileceğimiz halkın her birimine ulaştırılması da bir görevdir. Yani toplum, dinini öğrenmek için bir gayretin içine girmeli, meslek ve konumu ne olursa olsun herkes dinini, kitabını, peygamberini tanıyıp, öğrenip müslümanca yaşamak mecburiyetindedir. [2]


Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ e namazı tam olarak kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, her müslümana nasihat etmek üzere biat ettim.[3]



* Bugünkü müslümanlar da aynen Cerir İbn-i Abdullah gibi olmalı her an ve her zamanda mü’minlerin her kesimine nasihat etmeli, bunu bir vazife bilmelidir. Değilse İslami kardeşlik ve İslam ümmetinin kurulması mümkün olmaz. Cerir, İslam’ın temel esaslarından ve kendisince en önemli kabul ettiği üç hususu burada zikretmiştir ki, biri bedeni, biri mali, üçüncüsü ise hem beden hem de mal ile yapılabilecek bir vazife ve ibadet türüdür. [4]



Enes radıyallahu anh’ den rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz, kendisi için arzu edip istediği şeyi, din kardeşi için de arzu edip istemedikçe, gerçek anlamda iman etmiş olmaz.”[5]


* Bu hadis gerçek İslam kardeşliğinin ne derece ileri seviyede olduğunun bir göstergesidir. Mü’min, kardeşi için daima hayır ve bereketler istemeli, onun adına hayır duada bulunmalıdır ki bu ahlak onun imanının gerçek olgunluğa eriştiğinin bir göstergesidir. Gerçek müslüman kendisi için arzu ettiği şeyleri din kardeşi için de arzu etmelidir. Hased ve kıskançlık yapmamalıdır. Mü’minler için istediğimiz hayırlı şeylerde bir bakıma dinde nasihattan sayılır. Ben cennete gireyim kardeşim de girsin, ben sevap kazanayım kardeşim de kazansın, ben iyi olayım kardeşim de iyi olsun, gibi. [6]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müslim, Îmân 95. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 42; Ebû Dâvûd, Edeb 59; Tirmizî, Birr 17; Nesâî, Bey’at 31, 41.

[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75

[3] Buhârî, Îmân 42, Mevâkît 3, Zekât 2; Müslim, Îmân 97–98. Ayrıca bk. Nesâi, Bey’at 6, 17.

1214’de tekrar gelecektir.

[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75

[5] Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71–72. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 59; Nesâî, Îmân 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime 9.

238’de tekrar gelecektir.

[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 74-75

14 Şubat 2017 Salı

MÜSLÜMAN KARDEŞLERİ VE ARKADAŞLARI SEVDİĞİNİ AÇIKÇA BEYAN ETMEK!

Bir müslüman kardeş, başka bir müslüman kardeşini sevdiği zaman, sevdiği bu kardeşe: Seni Allah için seviyorum, demesi gerekir mi?


Hamd, yalnızca Allah'adır.

Müslüman kardeşleri ve arkadaşları sevdiğini açıkça beyan etmek, iyi arkadaşlığın âdâbından, güzel ahlaktan ve fazîletli karakterlerden birisidir.

Müslüman kardeşini sevdiğini açıkça beyan etmek, müslümanlar arasındaki dostluk ve sevgi bağlarını arttırır.

Nitekim Enes b. Mâlik'ten -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, o şöyle demiştir:

(( أَنَّ رَجُلا كَانَ عِنْدَ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَمَرَّ بِهِ رَجُلٌ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ! إِنِّي لأُحِبُّ هَذَا. فَقَالَ لَهُ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: أَعْلَمْتَهُ؟ قَالَ: لا، قَالَ: أَعْلِمْهُ، قَالَ: فَلَحِقَهُ، فَقَالَ: إِنِّي أُحِبُّكَ فِي اللهِ. فَقَالَ: أَحَبَّكَ الَّذِي أَحْبَبْتَنِي لَهُ.)) [رواه أبو داود وصححه النووي في رياض الصالحين، وحسنه الألباني في صحيح أبي داود]

"Bir adam, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in yanında otururken birisi ona uğradı ve:

-Ey Allah'ın elçisi! Ben bu adamı seviyorum, dedi.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ona:

- Ona bunu (kendisini sevdiğini) bildirdin (haber verdin) mi? diye sordu.

Adam:

- Hayır, diye cevap verdi.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-:

- Ona bunu (kendisini sevdiğini) bildir (haber ver), buyurdu.

Enes dedi ki:

Adam kalkıp o adama yetişti ve ona:

- Seni Allah için seviyorum, dedi.

Adam da ona:

- Beni kendisi için sevmiş olduğun Allah da seni sevsin, dedi.
(Ebu Dâvud; hadis no: 5125. İmam Nevevî, 'Riyâzu's-Sâlihîn'; s: 183'de hadis sahihtir demiştir. Elbânî ise, 'Sahîh-i Ebî Dâvud'da hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.)

Hadisin başka rivâyetlerinde şu ibâre de geçmektedir:

(( أَعْلِمْهُ، فَإِنَّهُ أَثْبَتُ لِلْمَوَدَّةِ بَيْنَكُمـَا.)) [رواه ابن أبي الدنيا في الإخوان]

"... Ona bunu (kendisini sevdiğini) bildir (haber ver). Çünkü bu, ikinizin arasında sevgiyi daha kalıcı ve sâbit kılar, buyurdu." (İbn-i Ebi'd-Dünya; 'el-İhvân'; s: 69).

Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"Bu söz, sevgiyi onun kalbine yerleştirir. Çünkü insan, senin onu sevdiğini öğrendiği zaman o da seni sever. Bununla birlikte diller telaffuz etmeseler bile, kalpler birbirlerini tanır, birbirleriylekaynaşırlar ve birbirlerine yakınlık duyarlar.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( اَلأَرْوَاحُ جُنُودٌ مُجَنَّدَةٌ، فَمَـا تَعَارَفَ مِنْهَا ائْتَلَفَ، وَمَا تَنَاكَرَ مِنْهَا اخْتَلَفَ.))[متفق عليه]

"İnsanların ruhları, karşılıklı veya karışık olarak biraraya gelmiş, toplanmış cemaatler gibidirler (kimisi Allah'ın tarafındadır, kimisi de şeytanın tarafındadır). Onlardan (bedenlere henüz yerleşmeden önce) tanışanlar  birbiriyle kaynaşırlar (dünyada aralarında ülfet ve merhamet oluşur), (ruhlar âleminde) birbirleiyle tanışmayanlar ise, birbirlerinden ayrılırlar (birbirleriyle anlaşamazlar)."
(Buhârî ve Müslim).

Fakat insan bunu diliyle söylerse, bu davranış, kalpte onun daha fazla sevilmesine vesile olur. Bu sebeple sen: Ben, seni Allah için seviyorum, dersin." (Riyâzu's-Sâlihîn Şerhi)

Mikdâm b. Ma'dî Kerib'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

(( إِذَا أَحَبَّ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ فَلْيُعْلِمْهُ إِيَّاهُ.)) [ رواه الترمذي وحسنه الألباني في السلسلة الصحيحة]

"Sizden biriniz, (müslüman) kardeşini sevdiği zaman, onu sevdiğini ona bildirsin (haber versin)."(Tirmizî; hadis no: 2392. Elbânî; 'Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha'; hadis no: 417'de hadisin hasen olduğunu belirtmiştir.)

Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

((إِذَا أَحَبَّ أَحَدُكُمْ أَخَاهُ ِللهِ ، فَلْيُبَيِّنْ لَهُ؛ فَإِنَّهُ خَيْرٌ فيِ الأُلْفَةِ، وَأَبْقَى فيِ الْـمَوَدَّةِ.)) [قال الألباني في السلسلة الصحيحة: رواه وكيع في الزهد بسند صحيح عن علي بن الحسين مرفوعا]

"Sizden biriniz, (müslüman) kardeşini sevdiği zaman, onu sevdiğini kendisine açıklasın. Çünkü bu davranış, kaynaşmada daha hayırlı ve sevgide daha kalıcıdır." (Elbânî, 'Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha', hadis no:1199'da şöyle demiştir: Hadisi, Veki' "Zühd", c: 2, s:67'de sahih bir senedle Ali b. Hüseyin'den merfu' olarak rivâyet etmiştir.)

(Elbânî) Dedim ki: "Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebî Tâlib, Buhârî ve Müslim'in râvilerinden değerli bir sikadır. Dolayısıyla hadis, isnadı sahih olan mürsel hadistir.Yine, hadisin başka bir şâhidi (destekleyen delili), Mücâhid'den rivâyet edilen başka bir mürsel hadistir. Bunu İbn-i Ebi'd-Dünya; "Kitabu'l-İhvân'da rivâyet etmiştir. Aynı şekilde "el-Fethu'l-Kebîr'; c: 1, s: 67. Hadisin başka bir şâhidini de Yezîd b. Nuâme ed-Dabbî'nin "el-Kitabu'l-Âhar"; s: 1726'da tahric etmiştir.Bu sebeple hadis, bütün yollarıyla -inşaallah- hasen hükmündedir."

Bundan da kasıt: (Bu davranış,) müstehaptır, zorunlu ve farz değildir.

el-Menâvî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:

(( إِذَا أَحَبَّ أَحَدُكُمْ صَاحِبَهُ فَلْيَأْتِهِ فِي مَنْزِلِهِ فَلْيُخْبِرْهُ أَنَّهُ يُحِبُّهُ لِلهِ.)) [رواه أحمد]

"Sizden biriniz arkadaşını sevdiği zaman, evine gelsin ve onu Allah için sevdiğini ona haber versin." (Ahmed)

"Yani mendup olarak onu sevdiğini ona haber versin.".

Ona: Seni, iyilik veya başka bir şey için değil, yalnızca Allah için seviyorum, demesidir. Çünkü bu söz, samimiyet, dostluk, kaynaşma ve sevgi için daha kalıcıdır. Bununla sevgi artarak büyür, söz birliği sağlanır, müslümanlar arasındaki bütünlük düzene girer ve müslümanlar arasındaki kin, haset ve öfke gibi zararlı şeyler ortadan kalkar. Bu ise İslâm şeriatının güzelliklerindendir."
("Feyzu'l-Kadîr"; c: 1, s: 319).

Yine de en iyisini Allah Teâlâ bilir.

Şeyh Muhammed Salih el-Muneccid

FİTNE ZAMANINDA MÜ'MİNLERİN ÖZELLİKLERİ!

Bismillahirrahmanirrahim, Hamd, yalnızca Allah'adır.

Bu giriş, üç mihver üzerinde durmaktadır:

(1.) İlim Ehline ve İlimde Kökleşenlere Müracaat Etmek
(2.) İslam'da Mescid, İbadet ve İlim İçindir
(3.) Haddi Aşmaktan ve Tevilden Sakınmak

Bunları sırasıyla görelim:

(1.) İlim Ehline ve İlimde Kökleşenlere Müracaat Etmek
Şüphe zamanında ve haller değiştiğinde, Selefin görüşüne muvafık olan doğru bakış üzere hırslı ol.
Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllahu teâlâ), Sahabeyi ve Tabiînin önde gelenlerini bu vasıfla nitelemiştir. O'nun bu husustaki sözü şöyledir:

"Şüphesiz ki onlar, bir ilim üzere durdular ve nüfuzlu bir basiretle geri çekildiler." ( Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllah)'ın uzunca bir mektubundan. Mektubun tamamı için bknz.: Suneni Ebi Davud, No: 4612. Bu eser hakkında el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud'ta der ki: 'Sahih Maktudur'.)
Dedi ki: "Bir ilim üzere durdular." Şüphesiz ki, kişiye ve özellikle de ilim ve tevcih ehline, ilim üzere durmak vaciptir.

İLİM İKİ KISIMDIR

1.1.Kişinin henüz idrak etmediği, yetişemediği bir konu hakkında mevcut olan ilimdir. Kişi bu ilmi, olay başa gelmeden önce öğrenir ve öğrendiği ilimle, Allah (celle ve alâ)'nın kendisine verdiğini ihata eder veya ihata edemeyebilir de.

1.2.Sadece olay anında araştırdığı ilimdir. Bu durumda insan genelde, ilim ehlinin o husustaki sözlerini, onları önceden öğrenmediği için, ihata edemez.
O halde her kim, ancak olaylar başa geldiği vakit meselelerin mahiyetine muttali olduğunu bilirse, ona vacip olan kendi bakışının kalitesine güvenmemesidir... Ona düşen; ilim ehline, ilimde kökleşenlere müracaat ederek şüphenin izalesini talep etmesidir.

(2.) İslam'da Mescid, İbadet ve İlim İçindir:

İslam'da mescidin işlevi aşağıdaki gibidir:
2.1.Şüphesiz ki orası, Allah (celle ve alâ)'ya ibadet/kulluk mekânıdır.
2.2.Şüphesiz ki orası, içinde Allah (celle ve alâ)'nın dîninin kemâli ile gerçekleştirilmesinin vacip olduğu yerlerin en büyüğüdür.
2.3.Orada farz namazlar ikame edilir.
2.4.Orada hayrın neşri ve cahillerin eğitilmesi tahakkuk eder.
 2.5.Orada, şerîatın gereğine uygun ölçüde, emri bi'l-maruf ve nehyi ani'l-münker icrâ edilir.
2.6.Orada faydalı hutbeler verilir.
Hatip orada, Nebî (sallAllâhu aleyhi ve sellem)'in makamında durur.
Bunun için, mansıp ve mesuliyetin azametine bağlı olarak sorumluluk da büyük olur.

2.7.İmam orada bu görevin îfâ edilmesinde Nebî (sallAllâhu aleyhi ve sellem)'in makamını alır. Çünkü imametin aslı Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  ve O (aleyhis salâtu ve-s selâm)'ın seçtiği veya mükellef kıldığı kişiler içindir. İmamet bu durumda, mescidlerin çok olduğu zamanda işleri idare edenler/yöneticiler içindir.
O halde imam ve hatiplere vacip olan; Selefin Menheci'ni gerçekleştirmeleri, kendilerini ve Müslümanları, içinde ukûbet/cezalandırma olan durumlara maruz bırakmamalarıdır.

(3.) Haddi Aşmaktan ve Tevilden Sakınmak
Sizi ve tüm müslümanları haddi aşmaktan ve tevilden sakındırıyorum. Çünkü bu ikisi, İslam ümmetinin ferdleri arasındaki bölünmenin, fitnenin ve buğzun temelidir.
Ulu'l-emri/Emir sahibini dinlemek ve ona itaat etmek vaciptir. Çünkü bunda "Seddu'z-Zerâi"  vardır.

Ve Ba'du Ey Kardeşlerim:

Şüphesiz ki mü'minlerin, ahlak edinmeleri gereken özellikleri vardır.
Bunlar şunlardır:

BİRİNCİ ÖZELLİK:  ÖFKEDEN VE ACELECİLİKTEN UZAK DURMAK

Şüphesiz ki kişi, emniyet halinde öfkelenirse o, doğruyu idrak edemeyebilir. Bunun için Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  şöyle buyurmuştur:
"Hiç bir kimse öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin!"
( Buhari, el-Ahkam (6739); Müslim, el-Agdıye (1717); Tirmizî, el-Ahkâm (1334); Nesâî, Âdâbu-l Kudât (5406); Ebu Davud, el-Agdıye (3589); İbni Mace, el-Ahkâm (2316); Ahmed (37/5).)

Şeyhulİslam İbni Teymiyye bu hadis hakkında şöyle demiştir:
"Şüphesiz ki bu hadis, ilmi meselelerdeki ve amelî meselelerdeki hükme şamildir."
Öfke  ve benzeri duygular, zihni sarsan ve kişinin -kendisine yakışmayan bir şekilde- tepki gösterdiği hallerdir. Bilakis o, böyle bir öfke üzere iken hüküm vernekten nehy olunmuştur.
Eğer iki hasım arasındaki bir meselede kadı bu halde ise, şüphesiz ki amelî meselelerdeki söz daha derindir. O zaman şüphe yok ki ümmeti ilgilendiren meseleler hakkındaki sözler daha derindir.
Bunun içindir ki, insanlar kendilerine ait olmayan hususlarda acele ettikleri vakit acele etmemek Selefi Salihin'den Sahabe, Tabiîn ve onlardan sonraki müslüman imamların menhecinin vasfından olmuştur.

Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllah), Sahabe ve Tabiîni vasfederken şöyle demiştir:
"Size düşen, onların eserlerine sarılmaktır. Şüphesiz ki  onlar, bir ilim üzere durdular ve nüfuzlu bir basîretle geri çekildiler."

İKİNCİ ÖZELLİK: FETVA VERMEDE ACELE ETMEMEK VE FETVA VERME İŞİNİ  EHLİNE VERMEK

Şüphesiz ki Sahabe (radıyAllahu anhum) fetva vermekten kaçınmışlardır. Çünkü onlar bir ilim üzere durmuşlardır. Yine onlar, kolay meselelerde bile fetva vermekten kaçınmışlarken büyük ve ağır meseleler geldiği zaman durum nasıl olur? Alelacele fetva vermek ve kelâm etmek, onların menhecinden olabilir mi?

Cevap: Bu onların yaptığı bir iş değildir. Çünkü onlar bir ilim üzere durmuşlar ve nüfuzlu bir 'basar' ile geri çekilmişlerdir.
   "Basar" sözcüğü ile murad olunan, Allah (celle ve alâ)'nın Nebî'sine emrederek buyurduğu basîrettir:
"De ki: Bu, benim yolumdur. Basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar. Ve ben Allah'ı tesbih (ederek tenzih) ederim ve ben müşriklerden değilim." (Yusuf Sûresi, 108.)

Nasıl ki basar/görmek göz içinse basîret de kalp içindir. Kullanımda ikisi birbirine denk gelir.
Dedi ki: "Ve bir basîretle geri çekildiler." Fitne dönemlerinde, Osman (radıyallah anh)'ın katli zamanında, Ali ve Muaviye (radıyAllahu anhuma) arasındaki ihtilaf zamanında geri çekildikleri gibi. Fitnelerde, olan olduğu demde geri çekildikleri gibi. Şüphesiz ki onlar, derin bir basîret ile geri çekildiler.Onlar geri çekildiklerinde ortada bir derinlik vardır. Geri çekilmek acziyet veya kaçış değildir. O ancak, insanlar Rabbleri (celle ve alâ) ile buluştukları zaman selameti/esenliği talep etmektir. Allahu (subhanehu ve teâlâ) buyuruyor ki:
"Allah'a iftira etmek için lisanlarınızın yalan vasfetmesiyle: 'Şu helaldir ve şu haramdır' demeyin. Şüphesiz yalanı Allah'a iftirâ edenler felâh bulmazlar." (Nahl Sûresi, 116)

Bu âyet: 'Şüphesiz ki bu helaldir, şu haramdır!' demenin tehlikesinin şiddetini beyan etmektedir. Çünkü kişi, ihtilaflı meselelerde veya hakkında ictihad edilen meselelerde neyin Allah (celle ve alâ)'nın hükmüne muvafık olduğundan emin olamaz. Bu meselelerde Selefin Menheci, din için verâ ve ihtiyat olmuştur.
Onlar, şer'î deliller içinde delîli açık seçik olmadıkça: 'Bu helaldir!' demezler. Yine delîli açık seçik olmadıkça: 'Bu haramdır!' da demezler…Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
"De ki, "Allah'ın sizin için rızık olarak indirdiğini gördünüz mü? Siz ondan haram ve helâl yaptınız. De ki, size Allah mı izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" 
"Ve Allah'a yalanı iftira edenler kıyamet günü zanları nedir? Şübhesiz Allah insanlara fazl  sahibidir, velâkin onların ekserisi şükretmezler." (Yunus Sûresi, 60)

Âlimler, bu âyetin tefsîri hakkında şöyle demişlerdir: "Bu âyet, ahkâm hakkında sorulan hususlarda cevaz verilmesini derin bir biçimde reddetmeye yeter. Yine bu âyet, ahkâm hususunda ihtiyatın ve kimsenin sağlam ve kesin bir bilgi olmadan bir şey hakkında: 'Bu câizdir, şu câiz değildir!' dememesinin vacip olduğuna delil olarak yeter."
Kesin emin olamayan kimse takvalı olsun ve sussun. Aksi takdirde o, Allah (azze ve celle)'ye iftira atmış olur. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
"De ki, "Allah'ın sizin için rızık olarak indirdiğini gördünüz mü? Siz ondan haram ve helâl yaptınız. De ki, size Allah mı izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus Sûresi, 59)

O (celle celaluhu)'nun bu kavli, vaîdin şiddetlilerindendir ve bu (kavil), insanların her sorduğu konuda fetvaya girmekten korkmayı vacip kılar.

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  buyuruyor ki: "Her kime bir ilim olmaksızın fetva verilirse, onun günahı ona o fetvayı verenin üzerindedir."
(Ebu Davud, İlim (3657); İbni Mace, Mukaddime (53); Ahmed (2/365);  Dârimî, Mukaddime (159). (Bunu Ebu Davud İlim Kitabı-Fetvadan Kaçınmak Bâbında Ebu Hureyre Hadisinden 3657. no ile rivayet etmiştir. İbni Mace'nin Sünen'inde de 53. nolu hadis buna yakındır.)

Kişiye gereken, dînini tehlikeye maruz bırakmaktan, ümmet içinde ihdas edeceği bir günah nedeniyle  hasenelerini yok olmaya maruz bırakmaktan nefsini uzak tutmasıdır.

ÜÇÜNCÜ ÖZELLİK: RIFK, TEENNÎ ve HİLM

Şüphesiz ki Allah (celle ve alâ)'nın sevdiği ve razı olduğu şeyleri almak Sahabe (radıyAllahu anhum)'un vasıflarındandır. Rıfk, teennî ve hilm de bunlardandır.
Sahîhayn'de geldiği üzere Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah, tüm işlerde rıfkı/yumuşaklığı sever."
(Buhari, Edeb (5678); Müslim, es-Selâm (2165); Tirmizî, el-İsti'zân ve-l âdâb (2701); İbni Mace, el-Edeb (3689); Ahmed, 199/6; ed-Dârimî, er-Rukâk (2794).)

   Nebî (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah, sizin için üç şeyden razı olur: Kendisine ibadet etmenize, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanıza; (Allah'ın) ip(in)e topluca sımsıkı sarılmanıza ve bölünmemenize."
(Müslim, el-Agdıye (1715); Ahmed, (2/367); Malik, el-Câmi' (1863). )Ahmed onu Müsned'inde (14/78); Malik, Muvatta'sında (Selam Kitabı (2/990))da Ebu Hureyre (radıyAllahu anh) hadisinden tahric etmişlerdir.)

Nebîmiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  buyurmuştur ki: "Şüphesiz ki rıfk/yumuşaklık, bir şeyde bulunursa  onu süsler; bir şeyden de alınırsa, onu lekeler."
(Müslim, el-Birr ve-s Sıla ve-l Âdâb (2594) ve Ebu Davud, el-Edeb (4808))

Nebî (salavâtUllahi ve selâmuhû aleyhi) (yine) şöyle buyurmuştur: "Rıfktan mahrum bırakılan, hayırdan da mahrum bırakılmıştır."
(Müslim, el-Birr ve-s Sıla ve-l Âdâb (2592); Ebu Davud, el-Edeb (4809); İbni Mace, el-Edeb (3687); Ahmed (4/366). (Bunu Müslim, Sahih'inde (el-Birr ve-s Sıla Kitabı-Rıfkın Fazileti Bâbı)nda Cerîr (radıyAllah anh) hadisinden 6598 nosu ile rivayet etmiştir.)

Yine aynı şekilde Resûl (sallallahu aleyhi ve sellem), Eşecc Abdulkays'a şöyle hitap etmiştir: "Şüphesiz ki sende, Allah'ın sevdiği iki haslet vardır: Hilm ve teennî"
(Bunu Müslim, Sahih'inde (İman Kitabı-Allahu Teâlâ'ya, Resûlüne ve Dînin Şerâi'ine .... İman Bâbı)nda 117 nosu ile tahric etmiştir.)

DÖRDÜNCÜ ÖZELLİK: FİTNE ZAMANINDA BİRLİK OLUNMASI

Selefin Menheci'ni mutalaa edenler, birinci asırda hilaf ve fitneler çoğaldığı zaman, kesinlikle birleşmeyi emretmenin ve fırkalaşmaktan nehyetmenin Selef'in vasıflarından olduğunu göreceklerdir.
İlim ehli, birleşmenin iki türlü olduğuna karar vermiştir:

1. Dinde Birleşme
2. Veliyyu'l-Emr (Ulu'l-Emr, idareci) Üzerinde Birleşme
Bölünme de iki türlüdür:
1. Dinde Bölünme
2. Cemaatte Bölünme
Allah (celle ve alâ) şöyle buyurmuştur:
"Ve topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Ve parçalan(ıp ayrıl)mayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Siz birbirinize düşmanlar iken, O, kalplerinizi birleştirdi. Böylece O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ve siz, bir ateş çukurunun kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle beyan ediyor ki, tâ ki hidâyete erebilesiniz." (Âl-i İmran Sûresi, 103)

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) , şu kavli ile birleşmeye ve cemaate teşvik etmiştir: "Bu ümmet 73 fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç onların hepsi ateştedir."
Dediler ki: "Onlar kimlerdir ey Allah'ın Resûlu?" Buyurdu ki: "O cemaattır."
(Bunu Ebu Davud, Sünen'inde (Sünnet Kitabı-Sünnetin Şerhi Bâbı)nda 650 nosu ile (Selam Yayınevi Baskısı)  Muaviye bin Ebî Süfyan (radıyallah anh) hadisinden; İbni Mace, Süneninde (Fitneler Kitabı-Ümmetlerin Bölünmesi Bâbı)nda 574 nosu ile (Selam Yayınevi Baskısı) Avf bin Malik (radıyallah anh) hadisinden tahric etmişlerdir. )

İlim ehli şöyle demiştir: Cemaatin mânâsı burada dinde birleşmeyi ve Allah'ın müslümanlardan emir olarak yetkili kıldığı kişi üzerinde birleşmeyi  kapsamaktadır.

Yine (sallallahu aleyhi ve sellem)  buyurmuştur ki:"Cemaat rahmettir ve tefrika azabtır."
(Ahmed'in, Müsned'inde (30/390) Numan bin Beşir (radıyAllahu anhuma)'nın hadisinden tahric ettiği hadisten bir bölümdür. el-Elbani: "Senedi hasendir, ravileri sikadır." der.)

Bu da, imamların menhecinin cemaate hırslı olmak olduğunun apaçık bir göstergesidir.
Vaktaki Kur'ân'ın mahluk olduğu yönündeki kavil ortaya çıkınca, insanların bir kısmı bu kavli yaymada yarışa girince ve o zamanın ulu'l-emri buna davet edince, İmam Ahmed'in -ki O Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'ın imamıdır- öğrencilerinden biri ona dedi ki: "İnsanların içinde olduğu durumu görmüyor musunuz? Allah'ın, yaptıklarını değiştireceği bir söz söylemeyecek misiniz?..." Sanki O, emir sahiplerinin yaptıklarına veya o gün revaçta olan şeye işaret ediyordu. İmam Ahmed (rahimehUllah) bunu nehyetti ve şöyle diyerek ellerini şiddetle silkeledi: "Kan dökmekten sakının, kan dökmekten sakının!"

Çünkü O biliyordu ki bölünmenin şiddeti neticede gruplaşmaya ve sonrasında da hep korkulan kan dökmenin veya çekişmenin vukû bulmasına sebebiyet verecekti.
İslam ümmetine, elindeki Kitab'a ve aynı şekilde Sünnet'e tamamen bilinçle yaklaşması hükmolunmuştur. Şüphesiz ki Ehli Kitab, kendilerinde ki ilmin eksikliğinden değil de bilakis haddi aşma ve tevil nedeniyle parçalanmışlar, ihtilafa düşmüşler  ve birbirlerini öldürmüşlerdir.
Allah (celle ve alâ) şöyle buyurmuştur:
"Ve tefrikaya düşmediler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarında haddi aşmaktan (dolayı tefrikaya düştüler). Ve eğer Rabbindan müsemmâ bir ecele kadar bir kelime geçmiş olmasaydı, aralarında hükmedilirdi. Ve muhakkak ki onlardan sonra Kitab'a vâris olanlar ondan mutlak şekk içinde şübhe duyarlar." (Şûrâ Sûresi, 14)

LAFI KÖŞELETMEK VE HUSUMET!

LAFI KÖŞELETMEK

1--­ İbni Mes’ud Radıyallahu anh’den; Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem (üç defa tekrar ederek) buyurdu ki; 
“Dikkat edin! Lafını köşeletip lüzumsuz yere konuşmasını uzatanlar helak olmuşlardır.”2

2--­ Ömer Bin el­Hattab Radıyallahu anh’den; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim; 
“Ümmetimi için en çok korktuğum şey; dili âlim olan (ağzı iyi laf yapan) münafıklardır.” 3

3--­ Ömer Bin Sa’d, babasından bir hacetini istemek üzere gittiğinde, isteğini söylemeden önce bazı giriş konuşmalarında bulundu. Ona babası Sa’d Bin Ebi Vakkas Radıyallahu anh dedi ki; 
“İhtiyacına en uzak kaldığın gün artık bu gündür. Zira ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim; 
“İnsanlar üzerine bir zaman gelecek, sözlerini ağızlarında sığırların otu gevelediği gibi geveleyecekler.” 4

4--­ Fatıma Radıyallahu anha’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
“Ümmetimin şerlileri bol nimetlerle gıdalanıp, çeşit çeşit yemekler yiyen, renkli elbiseler giyen ve ağzını eğip bükerek (edebiyat parçalamak için) konuşanlardır.” 5

5--­ Ömer Bin el­Hattab Radıyallahu anh dedi ki; “Çene çatlatarak konuşmak şeytanın gevelemesindendir.” 6


HUSUMETİN KÖTÜLENMESİ 

6--­ er­Rabî Bin el­Mellah’tan; Ebu Cafer şöyle dedi; “Husumetten sakının! Zira husumet dini yok eder. Birisini şöyle derken işittim; 
“(Husumet) yıpratır ve gayreti giderir.” 7

7­-- Abdülkerim Bin Ebi Umeyye dedi ki; “Verâ sahibi olanlar (Dinde) asla husumet etmezler.” 8

8--­ Amir (eş­Şa’bi) dedi ki; “Fırsatçılar beni terk etti. Mescidden, evimdeki süprüntülerden daha fazla 
tiksiniyorum” (O, bu sözüyle, dinde kıyas yapanları kastediyordu.) 9

9--­ Aişe Radıyallahu anha’dan; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki; 
“Allah’ın en nefret ettiği kimseler husumette aşırı giden kimselerdir.” 10

10--­ Selem Bin Kuteybe’den; Beşir Bin Abdullah Bin Bekre bana uğradı ve dedi ki; 
“Ne oturuyorsun?” Ben de; 
“Amcamın oğlu ile aramda evim hakkında bir davamız var” dedim. Dedi ki; 
“Babanın benim üzerimde iyilikleri vardır. Ben de sana bu iyiliklerin karşılığını vermek isterim. Allah’a yemin olsun ki, husumet kadar, dini yok eden mürüvveti eksilten, lezzeti gideren ve kalbi meşgul eden bir şey görmedim.” Oradan ayrılmak üzere kalktığımda hasmım; 
“Nereye gidiyorsun?” dedi. Ben de; 
“Seninle davalaşmayacağım” dedim. Dedi ki; “Benim haklı olduğumu mu anladın?” Ben; 
“Hayır, lakin kendime ikram olarak bundan vazgeçiyorum, ihtiyacını sana bırakıyorum.” dedi. Dedi ki; 
“Ben de senden bir şey istemiyorum ev senin olsun” Bundan sonra Beşir'in yanına uğradım ve davalaşırken buldum. O'na kendi söylediği sözü hatırlattım. Dedi ki; 
"Bu, senin dâvân kadar olsaydı on defa bırakırdım. 
Fakat istediğim şey ondan yirmi milyon daha fazladır." 11

11-- Muhammed Bin Ali Bin Ebi Talib Radıyallahu anhuma dedi ki; “Tartışmacılarla beraber oturmayın. Zira onlar, Allah’ın ayetleri hakkında söze dalarlar.” 12

12--­ Fudayl r.a.’den; “İbrahim; “Tartışmadın mı?” deyince,
“Hayır” dedim “Hiç mi?” dedi. “Hiç” dedim.” 13

13--­ Ömer Bin Abdülaziz’den; “Kim dinini husumete hedef yaparsa, sık fikir değiştirir.” 14


1-  İmam gazali diyor ki; “ Lafı köşeletmek (sözün derinliğine dalmak) ağzı eğip bükerek secî ve kafiye yapmak, edebiyat yapacağım diye yapmacık hareketlerde bulunmak, maksadına îmâ ve ta’riz yoluyla varmak şeklinde konuşmalardır. Bütün bu yapmacık hareketler, mevzuya girmeden lüzumsuz mukaddimeler ve mezmum olan şeylerdir. Bunlara tekellüf denir…” (İhyau Ulumid Din (Terceme 3/272)
2-  Müslim(4/2055) Kitabus Samt(147) Ebu Davud(4/201) Ahmed(1/386) İbni Ebid Dünya Gıybet(3) İhya(3/104) ricali sahih ricalidir. 
3-  Kitabus Samt(148) Ahmed(1/22) İbni Ebid Dünya Gıybet(2) isnadı hasendir
4-  Kitabus Samt(149) (1/22) İbni Ebid Dünya Gıybet(2) Hennad Bin es­Seri Kitabüz Zühd (107) Ebu Davud (4/301) Tirmizi (5/141) Ahmed (2/187) Gazali İhya (3/104) isnadı sahihtir. 
5-  Kitabus Samt (150)İbni Ebid Dünya Zemmul Gıybet(2) Hennad es Seri Zühd (67) Ahmed Zühd (s.394) Iraki Tahricül İhya (3/79) Zübeydi İthaf (7/412) Hakim (3/568) Gazali İhya (3/104) isnadı hasendir
6-   Kitabüs Samt(152) Kitabül Gıybet(3) Gazali İhya(3/104) Zübeydi İthaf(7/477) İbni Vehb Cami(1/60)
7-  Kıtabüs Samt(154) Kitabül Gıybet(3) Gazali İhya ( 3/102) Zübeydi İthaf(7/471) isnadı makbuldür.
8-  Kitabus Samt (155) Kitabül Gıybet(3) Gazali İhya ( 3/102) Zübeydi İthaf (7/471) isnadı sahihtir. Bu sözün sahibi olan İbni Ebi Umeyye ise hadiste zayıftır.
9-  Kitabus Samt(156) Kitabul Gıybet(3/a) isnadı hasen.
10-  Kitabüs Samt(157) Kitabül Gıybet(3) Buhari(3/101, 8/116) Müslim(4/2054) Tirmizi(5/214,2976) Ahmed(6/55) Humeydi Müsned(1/132, 273) sahih
11-  Kıtabüs Samt(158) Kitabül Gıybet(3) Gazali İhya(3/102) Zübeydi İthaf(7/471) isnadı sahihtir.
12-  Kıtabüs Samt(159) Kitabül Gıybet(3) isnadı sahihtir.
13-  Kitabus Samt(160) Kitabul Gıybet(3/b) isnadı sahih.

12 Şubat 2017 Pazar

İnsanların Arasını Bulma!

“Yardımlaşmayı iyi ve yararlı davranışları ve insanların arasını düzeltmeyi öngören bunları gerçekleştirmeye çalışan kimselerin yaptığı toplantılar dışında gizli toplanmaların pek çoğunda hayır yoktur.” (Nisa: 4/114)

“Karşılıklı anlaşma en iyi yoldur....” (Nisa: 4/128)

“... öyleyse yolunuzu Allah’ın kitabıyla bulmaya çalışın ve aranızda ki kardeşlik bağlarını canlı tutun...” (Enfal: 8/1)

“Bütün mü’minler kardeştir. O halde her ne zaman araları açılırsa kardeşlerinizin arasını düzeltin...” (Hucurat: 49/10)


Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İnsanın her bir eklemi için her Allah’ın günü bir sadaka vermek gerekir:

İki kişinin arasını bulman, (haklarında adaletle hükmetmen) bir sadakadır.

Bir kimseye bineğine binerken yardımcı olman veya yükünü hayvanına yüklemesine yardım etmen bir sadakadır.

Güzel bir söz söylemek sadakadır.

Namaza giderken attığın her adıma bir sadaka sevabı vardır.

Gelip geçenleri rahatsız eden bir şeyi yoldan alıp atman bir sadakadır.”[1]



* Bu söylenenler sadece müslümana özel Allah’ın lütfudur. Böylece Allah’ın yap dediğini yapmak, yapma dediğini yapmamak müslümana sevap kazandırır. [2]


Ümmü Külsûm Binti Ukbe İbni Ebû Muayt radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz.”[3]


Müslim’in rivayetinde şöyle bir fazlalık vardır:

Ümmü Külsûm dedi ki, Peygamber aleyhisselâm’ın halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar da:

Savaşta (düşmanı aldatmak için),

İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,

Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır.[4]


* Büyük günah sayılan yalan söylemek aile yapısının ve toplum yapısının iyiliği ve korunması için bir de savaşta islamın zafer kazanması için söylenebiliyor. Diğer yerlerde yasaktır. [5]


Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birbiriyle kavgalı iki kişinin kapıda bağırıp çağırdıklarını duydu.

Borçlu adam, alacaklı olandan, alacağının bir kısmını bağışlamasını ve kendisine anlayışlı davranmasını istiyordu. Alacaklı olan ise:

– Vallahi yapmayacağım, diyordu.

Onların yanına çıkan Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Nerede o iyilik yapmayacağım diye yemin eden adam?” diye sordu.

Alacaklı olan:

– Buradayım ey Allah’ın Resûlü! Nasıl istiyorsa öyle olsun, dedi.[6]


* Hayırlı bir işi yapmamaya yemin etmemeli, borçluya ödeme kolaylığı gösterilmeli, gerekirse bir kısmı veya tamamı da bağışlanmalıdır. [7]


Ebü’l–Abbas Sehl İbni Sa`d es–Sâidî radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Amr İbni Avf oğulları arasında bir kavga çıktığını duydu. Aralarını bulmak için bir grup sahâbî ile birlikte oraya gitti. Onları barıştırmak için bir müddet orada kaldı.

Bu arada namaz vakti gelmişti. Bilâl, Ebû Bekir radıyallahu anh’â

– Ebû Bekir! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gelemedi. Namaz vakti de girdi. İmam olup namaz kıldırır mısın? diye sordu.

Hz. Ebû Bekir de:

– Peki, istersen kılalım, dedi.

Bilâl ezan okudu. Ebû Bekir de öne geçip tekbir aldı. Müslümanlar da ona uydular.

Derken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geldi; safların arasından öne geçti.

Bunun üzerine cemaat (Hz. Peygamber’in geldiğini imama haber vermek için) el çırpmaya başladı.

Ebû Bekir namaz kılarken başını çevirip hiçbir yana bakmazdı. Cemaat durmadan el çırpınca dönüp bakmak zorunda kaldı. Yanında Resûlullah’ı görüverdi.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ona yerinde kalması için işaret etti. Fakat Ebû Bekir ellerini kaldırarak Allah’a hamd etti ve arkadaki safa girinceye kadar geri gitti. O zaman Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem öne geçerek namazı kıldırdı. Namaz bitince, halka dönerek şunları söyledi:

– “İnsanlar! Namazda bir durum meydana gelince niçin el çırpmaya başladınız? El çırpmak kadınlara mahsustur. Namazda bir durumla karşılaşan kimse sübhânallah desin. Onun sübhânallah dediğini duyan kimse, kendisine dönüp bakar.”

Sonra Ebû Bekir’e dönerek:

– “Ebû Bekir! Yerinde kal diye işaret ettiğim halde niçin namazı kıldırmadın?” diye sordu.

Hz. Ebû Bekir:

– Ebû Kuhâfe’nin oğluna Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in önüne geçip namaz kıldırmak yakışmazdı, diye cevap verdi.[8]


* En büyük idareci ve yönetici durumunda olan peygamberimiz anlaşmazlığa düşen insanların arasını bulmak için Mescidi Nebevi’ye uzak olan bir yerdeki bölgeye gidip çabalıyor ve bu hususta bize en güzel örnek oluyor. [9]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhârî, Sulh 11, Cihâd 72, 128; Müslim, Zekât 56. Ayrıca bk. Müslim, Müsâfirîn 84, Ebû Dâvûd, Tatavvu 12, Edeb 160.

[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 100

[3] Buhari, Sulh 2, Müslim, Birr 101.

[4] Müslim, Birr 25.

1548’de tekrar gelecektir.

[5] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 100

[6] Buhârî, Sulh 10; Müslim, Müsâkât 19.

[7] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 100

[8] Buhârî, Ezân 48, Amel fi’s–salât 3, 16, Sehv 9, Sulh 1, Ahkâm 36; Müslim, Salât 102. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 169; Nesâî, İmâmet 7.

[9] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 101

11 Şubat 2017 Cumartesi

Gıybet Dinleme Yasağı, Gerektiğinde O Toplantıyı Terketme Gereği!

Bu bölümdeki dört ayet ve üç hadisi şeriften, müslümanın boş söz işittiğinde ondan yüz çevirmesi gerektiğini, kulak, göz ve bütün uzuvların sorumlu olacaklarını, ayetler ve din hakkında ileri geri konuşanların yanında durulmaması gerektiğini, din kardeşinin ırz ve namusunu gıybet edene karşı kim savunursa onun da Allah tarafından cehennemden korunacağını, dış görünüşüyle müslüman olduğu bilinen bir kimseye münafık denemeyeceğini, yine bir müslümanın yüzüne karşı söylenemeyecek bir sözün arkasından da söylenmemesi gerektiğini öğreneceğiz. [1]

"Onlar ki, boş ve anlamsız söz işittikleri zaman ondan, yüz çevirip bizim işlediklerimizin hesabı bize; sizin yapıp ettiklerinizin cezası da size ait derler..." (Kasas: 28/55)

"Onlar ki boş, anlamsız söz ve işlerden yüz çevirirler." (Mü'minun: 23/3)

"Bilmediğin şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb hepsi sorumludur, kıyamette sorguya çekilecektir." (İsra: 17/36)

"Şimdi mesajlarımız hakkında ileri-geri konuşan, kimselere rastladığın zaman, bu kimseler başka değişik konulara geçinceye kadar onlardan uzak dur. Eğer şeytan sana yapman gerekeni unutturursa, hiç değilse hatırladıktan sonra artık varoluş gayesine aykırı hareket eden böyle bir topluluğun içinde yer alma." (En'am: 6/68) Ayrıca Bkz. Nisa: 4/140.

Ebû'd–Derdâ radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Kim, (din) kardeşinin ırz ve namusunu onu gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyamet günü o kimseyi cehennemden korur."[2]

* Gıybet etmek haramdır, dinlemek de haramdır. Bunun için öyle bir mecliste bulunan kimse gıybet edene engel olmalıdır. Bu hadis gıybeti yapılan müslümanı savunmanın ahiretteki sonucunu bildirmektedir. Müslümanın ırz, namus, haysiyet ve şerefine söz söylememek bir görev, söyletmemek ise ayrıca bir görevdir. Bir müslümanı bu yönde koruyanı Allah da yarın cehennemden korur. Dinimiz böylece insanın haysiyet ve şerefine çok büyük önem vermiştir. [3]

İtbân İbni Mâlik radıyallahu anh'den "Allah'ın Rahmetini Ümit Etmek" bahsinde geçen uzun hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi:

(Bizim evde) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kalkıp namaz kıldırdı. (Namazdan sonra otururken) cemaattan biri:

– Mâlik İbni Duhşûm, nerede? dedi. Bir başkası:

– O Allah ve Resûlünü sevmeyen bir münâfıktır, dedi.

Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– "Öyle deme! Görmüyor musun o, Allah'ın rızasını dileyerek Lâ ilâhe illallah diyor. Rızasını umarak Lâ ilâhe illallah diyen kimseyi Allah, cehenneme haram kılmıştır" buyurdu.[4]

Kâ'b İbni Mâlik radıyallahu anh'den tövbe mâcerasına dair "Tevbe" bahsinde geçen uzunca hadisinde rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Tebük'te ashâbı arasında otururken:

– "Kâ'b İbni Mâlik ne yaptı?" diye sormuş. Benî Selime'den bir adam:

– Ya Resûlallah! Elbiselerine ve sağına soluna bakıp gururlanması onu Medine'de alıkoydu, demiş. Bunun üzerine Muâz İbni Cebel ona:

– Ne kötü söyledin! diye çıkışmış, sonra da Peygamber aleyhisselâm'a dönerek:

– Yâ Resûlallah! Biz onun hakkında hep iyi şeyler biliyoruz, demişti. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ise, hiçbir şey söylememiş, sükût etmişti.[5]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 440.

[2] Tirmizî, Birr 20.

[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 440.

[4] Buhârî, Salât 45, 46, Ezân 4, 5, 153, 154, Teheccüd 25, 33, 36, Meğâzî, 12, 13, Et'ime 15, Rikak 6, İstitâbetü'l–mürteddîn 9; Müslim, Îmân 54, 55, Mesâcid 263, 264, 265, Fezâilü's–sahâbe 178. Ayrıca bkz. Nesâî, İmâme 10, 46, Sehv 73; İbni Mâce, Mesâcid 8.

[5] Buhârî, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsiru sûre (9).

8 Şubat 2017 Çarşamba

İyi Veya Kötü Çığır Açanlar!

“Onlar ki ey Rabbimiz! Bize göz nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet ve bizi yolunu, Allah’ın kitabıyla bulanlara örnek ve öncü yap diye dua ederler.” (Furkan: 25/74)

“....Ve onları öyle rehber ve önderler yaptık ki emrimizle toplumu doğru yola sevkederler.” (Enbiya: 21/73)

Ebû Amr Cerîr İbni Abdullah radıyallahu anh şöyle dedi:

Birgün erken vakitlerde Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’ in huzurunda idik. O esnada, kaplan derisine benzeyen alaca çizgili elbise veya abalarını delerek başlarından geçirmiş ve kılıçlarını kuşanmış, tamamına yakını, belki de hepsi Mudar kabilesine mensup neredeyse çıplak vaziyette bir topluluk çıkageldi. Onları bu derece fakir görünce, Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüzünün rengi değişti. Eve girdi ve sonra da çıkıp Bilâl’e ezan okumasını emretti; o da okudu. Bilâl kâmet getirdi ve Allah Resûlü namaz kıldırdı. Daha sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini var eden ve ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize hürmetsizlikten sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir” (Nisâ: 4/1)

Sonra da Haşr suresinin sonundaki şu âyeti okudu:

“Ey iman edenler! Allah’dan korkun, herkes yarın için ne hazırladığına baksın” (Haşr: 5/18).

Sonra:

“Her bir fert, altınından, gümüşünden, elbisesinden, bir sa’ bile olsa buğdayından, hurmasından sadaka versin; hatta yarım hurma bile olsa sadaka versin” buyurdu.

Bunun üzerine ensardan bir adam, ağırlığından dolayı neredeyse kaldırmaktan aciz kaldığı, hatta kaldıramadığı bir torba getirdi. Ahali birbiri peşine sökün edip sıraya girmişti. Sonunda yiyecek ve giyecekten iki yığın oluştuğunu gördüm. Baktım ki Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’ in yüzü gülüyor, sanki altın gibi parlıyordu. Sonra Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

“İslâm’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslâm’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.”[1]

İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Haksız olarak öldürülen her kişinin kanından bir pay, Âdem’in ilk oğluna ayrılır. Çünkü o, insan öldürme çığırını ilk başlatan kişidir.”[2]

* İyilikle, güzellikle insanlara yardımcı olmakta çığır açanlar açtıkları o çığır sayesinde devamlı sevap kazanırlar, defterlerine devamlı sevap yazılır. Kötülükte örnek olup kötü çığır açanlar ise o kötülükler işlendikçe günahları artar. Her kötülük dinden bir sapmadır. 174. Hadis Fatır: 35/18 ayetiyle aykırılık arzetmez. Ayet suçun şahsîliği prensibini ortaya koymakta. Hadis ise suça azmettirme tahrik ve teşvik ettirmenin vebalini bildirmektedir. [3]


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müslim, Zekât 69. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 64.

[2] Buhârî, Cenâiz 33, Enbiyâ 1, Diyât 2, İ’tisâm 15; Müslim, Kasâme 27. Ayrıca bk. Tirmizî, İlm 4; Nesâî, Tahrim 1; İbn Mâce, Diyât 1.

[3] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 71

7 Şubat 2017 Salı

Allah’ın Dini İçin Kızmak Ve Allah’ın Dinine Yardım Etmek!

“...Her kim Allah’ın mukaddes emir ve buyruklarına saygı gösterip o haramlara dokunmaktan korkup sakınırsa bu durum Allah katında daha hayırlıdır.” (Hacc: 22/30)


“Ey iman edenler! Eğer siz, Allah’ın dinine ve davasına yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, ayaklarınızı İslam hakkını koruma yolunda sağlam tutar.” (Muhammed: 47/7)


Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el–Bedrî radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir adam Peygamber aleyhisselâm’a gelerek:

– Filanca bize namaz kıldırırken o kadar uzatıyor ki, bu yüzden bazan sabah namazına gelemiyorum, dedi.

Ben Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’i hiçbir konuşmasında o günkü kadar öfkeli görmedim. Şöyle buyurdu:

– “İnsanlar! İçinizde nefret ettiren kimseler var! Kim imamlık yaparsa, namazı kısa kıldırsın; zira arkasındaki cemaatin içinde yaşlısı var, çocuğu var, iş güç sahibi olanı var.”[1]

* Namaz kıldıran kimselere ve imamlara bir uyarı niteliğinde kendi başına ve nafile namaz kılanlara istedikleri kadar uzun okuyabilecekleri serbertisini vermiştir. Öfkelenme her zaman kötü bir davranış olmasına rağmen dini bir sebep olursa meşru sayılabilir. [2]


Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Evimin sofasını üzerinde resimler bulunan bir perde ile ayırdığım gün Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir seferden dönmüştü. Resimli örtüyü görünce yüzü renkten renge girdi ve onu çekip kopardı. Sonra da bana şunları söyledi:

– “Âişe! Kıyamette insanların en şiddetli azâb görenleri, yaptıklarını Allah’ın yarattığına benzetenlerdir.”[3]

* Tevhid inancına gölge düşüren hiç bir şeye tahammül edemeyen peygamberimiz perdeyi imha etti saygı duyulmayacak şekilde kullanılmasına yani yastık yapılıp üzerine yaslanılmasına veya pas pas yapıp ayak altında çiğnenmesine müsaade edilebilirler (yine bu konuda 1682 hadise bakınız). [4]

Yine Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine:

– Bu konuyu Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile kim görüşebilir? diye kendi aralarında konuştular. Bazıları:

– Buna Resûlullah’ın sevgilisi Üsâme İbni Zeyd’den başka kimse cesaret edemez, dediler.

Üsâme de onların istekleri doğrultusunda Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile konuştu.

Resûl–i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Üsâme’ye:

– “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi:

“Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”[5]


* Allah’a ait bir hakkı affetmeye ne devlet reisinin ne de bir peygamberin yetkisi yoktur. Ceza verilirken kadın erkek zengin fakir garip şerefli ayrımı yapmak yoktur. Bu ayrım toplumların helakine sebeptir. Geçmiş toplumlar bu tip hareketlerinden dolayı helak olmuşlardır. Onlardan ibret almak gerekir. [6]

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Mescid’in kıble duvarında bir tükürük gördü. Buna pek üzüldüğü yüzünden belli oldu. Hemen kalkıp onu eline aldığı bir çakıl taşıyla kazıdı. Sonra da şunları söyledi:

“İnsan namaza durduğu zaman Rabbine yönelmiş olur. Rabbi ise kendisiyle kıble arasındadır. O halde hiçbiriniz kıbleye karşı tükürmesin. Mecbur kalınca (cami dışında iken) sol tarafına veya ayağının altına tükürsün.” Sonra cübbesinin bir ucunu tuttu, içine tükürüp kumaşı katladı “Veya böyle yapsın” buyurdu.[7]

* Tüm cami ve mescidler ibadethane oldukları için oralara saygı göstermek kirli elbiselerle ve kirletecek şeylerle oralara girmemeli ve gerekli temizliğe riayet edilerek tükürük ve benzeri şeylerle oraları kirletmemelidir. Mendil, peçete vb. şeyler kullanılabileceğini bizzat peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) göstererek tarif ediyor. [8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhârî, İlim, 28, Ezân 61–63, Edeb 75, Ahkâm 13; Müslim, Salât 182–185. Ayrıca bk. İbni Mâce, İkâme 48.

[2] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 217.

[3] Buhârî, Libâs 91; Müslim, Libâs 91–92. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 45; Nesâî, Zînet 111.

1681 de tekrar gelecektir.

[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 217.

[5] Buhârî, Enbiyâ 54, Megâzî 53, Hudûd 11, 12; Müslim, Hudûd 8, 9. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 4; Tirmizî, Hudûd 6; Nesâî, Sârık 6; İbni Mâce, Hudûd 6.

1772 de tekrar gelecektir.

[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 218.

[7] Buhârî, Salât 34–36, 39, Ezân 94, el–Amel fi’s–salât 12, Edeb 75; Müslim, Mesâcid 50–53, Zühd 74. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Salât 22; Nesâî, Mesâcid, 32, 35; İbni Mâce, Mesâcid 10, İkâme 61.

[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 218.

5 Şubat 2017 Pazar

Yalanın Zararları!

İbn Kayyım el-Cevziyye

Terceme: Muhammed Şahin


Yalandan mutlaka kaçın! Çünkü yalan; bilinen şeyler hakkındaki tasavvur ve düşünceni ifsad eder. Buna ilâve olarak; bu bilinen şeylerin insanlara karşı şeklini de ifsad eder. Çünkü yalan; olmayan bir şeyi mevcut, mevcut olan bir şeyi yok, bâtılı hak, hakkı bâtıl olarak, hayrı şer ve şerri de hayır olarak gösterir. Dolayısıyla yalan, bir cezâ olarak, sahibinin düşünce ve ilmini ifsad eder.

Üstelik bu yalan, aldatılıp kendisine bağlanılan karşıdaki insanın nefsinde şahsında tasavvur eder. Dolayısıyla onun düşünce ve ilmini ifsad eder.

Yalancı kimsenin nefsi, mevcut olan hakikatten yüz çevirmiş, yokluğa doğru gitmiş ve bâtıldan etkilenmiştir. Yalancının tasavvur etme gücü ve irâdeye bağlı her fiilin kökü olan ilim gücü ifsada uğradığı zaman, bu fiilleri de ifsada uğrar. Bu defa yalanın hükmü onlara sirâyet ediverir ve tıpkı yalanın kökü ve çıkış yerinin dil olduğu gibi, kişinin her yerinde bu yalan ortaya çıkmaya başlar. Artık bu durumda dilinden ve amellerinden hiçbir fayda görmez. Bunun içindir ki yalan, her kötülüğün temelidir.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( وَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ، وَإِنَّ الْفُجُورَ يَهْدِي إِلَى النَّارِ.)) [ رواه البخاري ومسلم أبو داود والترمذي لألفاظ مختلفة ]

"Şüphesiz yalan (sahibini) günahlara (dosdoğru yoldan sapmaya) götürür. Günahlar da (sahibini) ateşe (cehenneme) götürür (iletir)."[1]

İmam Mâlik'in rivâyet ettiği hadisin lafzı ise şöyledir:

إِنَّ عَبْدَ اللهِ بْنَ مَسْعُودٍ تكَانَ يَقُولُ: (( عَلَيْكُمْ بِالصِّدْقِ، فَإِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى الْبِرِّ، وَالْبِرَّ يَهْدِي إِلَى الْجَنَّةِ، وَإِيَّاكُمْ وَالْكَذِبَ، فَإِنَّ الْكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الْفُجُورِ، وَالْفُجُورَ يَهْدِي إِلَى النَّارِ. أَلَا تَرَى أَنَّهُ يُقَالُ: صَدَقَ وَبَرَّ، وَكَذَبَ وَفَجَرَ.)) [ رواه مالك ]

Abdullah b. Mes'ud -Allah ondan râzı olsun- şöyle derdi:
"(Söz ve fiillerinizde) doğru olun (doğruluktan ayrılmayın). Çünkü doğruluk, (sahibini) iyiliğe götürür. İyilik de (sahibini) cennete götürür.Yalandan kaçının. Çünkü yalan, yalan (sahibini) günahlara (dosdoğru yoldan sapmaya) götürür. Günahlar da (sahibini) ateşe (cehenneme) götürür. (Doğru sözlü kimse için): Doğru söyleyerek iyilik kazandı (işledi), (yalancı kimse için de): Yalan söyleyerek dosdoğru yoldan saptı (günah işledi), denildiğini bilmez misin?"[2]

Yalan, ilk olarak insanın nefsinden diline sirâyet eder ve onu ifsad eder. Daha sonra vücudun diğer azalarına sirâyet ederek o azaların bütün amellerini ifsad eder. Tıpkı dile sirâyet etmesiyle sözlerini ifsad etmesi gibi. Artık yalan; kişinin sözlerine, amellerine ve hâlininin geneline hâkim olur, fesadı onda sağlam hâle getirir. Eğer Allah Teâlâ bu kimseye, içerisindeki yerleşmiş yalan maddesini çıkartıp atacak doğruluk ilacını nasip etmezse, o takdirde bu yalan hastalığı bu kimsede kökleşecektir.
İşte bunun içindir ki kalp amellerinin hepsinin temeli, doğruluk olmuştur.
Bu amellerin zıtları olan riyâ/gösteriş, kendini beğenmişlik, kibir, övünme, büyüklenme, tepeden bakma, acziyet, tembellik, erinmek ve buna benzer diğer özelliklere gelirsek; bunların temeli de yalan olmuştur.

Dolayısıyla görünen veya görünmeyen (zâhirî veyâ bâtınî) her salih amelin kaynağı, doğruluktur. Görünen veya görünmeyen (zâhirî veyâ bâtınî) her bozuk (fâsid) amelin kaynağı da, yalan olmuştur.

Allah Teâlâ yalancıyı, maslahatlarından ve menfaatlerinden uzak tutarak cezalandırmakta, doğru sözlü olanı ise, hem dünya, hem de âhiret maslahatlarını düzeltebilmesine yardımcı olarak mükâfatlandırmaktadır. Nitekim kişinin dünya ve âhiret maslahatlarının düzelmesi doğruluk sebebiyle olurken, dünya ve âhiret maslahatlarının bozulması ve zarar uğraması da, yalan sebebiyle olmaktadır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

"Ey îmân edenler! Allah'tan korkun ve (her işlerinde) doğru olanlarla beraber olun."[3]

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"Allah buyurdu ki: Bu, doğru söyleyenlerin doğruluklarının fayda verdiği gündür. Onlara, altından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan râzı olmuş, onlar da O'ndan râzı/hoşnut olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş, budur."[4]

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"Onların vazifesi itaat etmek ve güzel söz söylemektir.Bunun için iş ciddileşince, (îmân ve amelde) Allah'a sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu."[5]

Allah Teâlâ yine şöyle buyurmuştur:

"Bedevilerden özür bahane edenler, kendilerine izin verilsin diye geldiler. Allah'a ve Rasûlüne yalan söyleyenler de oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara (dünyada öldürülmek, âhirette de cehennem ateşiyle) acıklı bir azap isabet edecektir." [6]

[1] Buhârî, Müslim, Ebu Davud ve Tirmizî farklı lafızlarla rivâyet etmişlerdir.
[2] İmam Mâlik; "Muvattâ; hadis no: 1814. Dâru'n-Nefâis baskısı.
[3] Tevbe Sûresi: 119.
[4] Mâide Sûresi: 119.
[5] Muhammed Sûresi: 21.
[6] Tevbe Sûresi: 90.