23 Aralık 2013 Pazartesi

Bedir Ehlinin Bağışlanması

بســـم الله الرحمن الرحيم
  
   
Bedir Ehlinin Bağışlanması
  
   
Nebi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ömer'e buyurduğu:
"Ne biliyorsun! Belki de Allahu Teâlâ Bedir'e katılanların durumlarına bakmış ve "Ne yaparsanız yapın, ben sizi bağışladım" demiştir." hadisi... (Buhârî (4274) ve Müslim (2494) Ali b. Ebû Talib'ten rivayet etmişlerdir.)
Bu hadis-i şerifin mânasını, insanlardan birçok kimse farklı anlamıştır. Çünkü hadisin zahirinden kendilerine her şeyin mubah olduğu ve istedikleri her şeyi yapabilecekleri anlaşılmaktadır. Ama bu mümkün değildir.
İçlerinde İbnü'l-Cevzi'nin de bulunduğu bir grup şöyle demişlerdir:
"Hadisteki "Ne yaparsanız yapın" ifadesinden maksad ileride yapacaklarınız ile alakalı değil, bilakis geçmiş ile ilgili yaptıklarınız hakkındadır. Buna göre mânası şöyle olur:
"Önceden işlediğiniz hangi ameliniz (günahınız) var idiyse onu bağışladım demektir."
Kuşkusuz buna şu iki husus delalet etmektedir:
A - Şayet burada geçen fiil, gelecek ifade etseydi o zaman cevabı "sizleri bağışlayacağım" diye olurdu.
Yine böyle olsaydı, bütün günahlar hakkında genellik olmuş olurdu ki, burada bu mânaya gelmez. Gerçek cevap şu ki;
"Şüphesiz ki ben bu savaşınızdan dolayı geçmiş günahlarınızı bağışladım." mânasında olur. Lakin bu açıklama da iki yönden zayıf bir açıklamadır:
1. Hadiste geçen "Ne yaparsanız yapın" lafızı bu açıklamaya engeldir. Çünkü bu lafız, gelecek ifade eder. Geçmişlik ifade etmez. "Sizleri bağışladım" bölümünün ise; "ne yaparsanız yapın" bölümüne uyacak diye bir gerekliliği olmayabilir. Çünkü "Sizleri bağışladım" sözü, gelecekteki bağışlamanın vuku bulduğunu ortaya koyan bir sözdür. "Allah'ın emri (kıyamet) geldi... ve "Rabbin geldi..." ve benzer âyetlerde olduğu gibi.
2. Hadisin bizzat kendisi bu açıklamayı reddetmektedir. Çünkü hadisin sebebi zaten Hâtıb kıssasıdır. O'nun Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında yaptığı casusluğu ile ilgilidir. Şüphesiz ki bu hâdise de Bedir savaşından sonra gerçekleşmiş idi, öncesinde olmamıştı. İşte hadisin vürud sebebi budur. Bundan kast edilen de kesinlikle bu olsa gerek.
Allah en iyisini bilen olmakla beraber bizim bu hadis hakkındaki düşüncelerimiz şöyledir:
Bu hadisteki hitap hakkında Allahu Teâlâ, onların, dinlerinden vaz geçmeyen ayrılmaz kimseler olduklarını, İslâm üzere öldüklerini, buna ek olarak başkalarının bazen işlediği gibi onların da bazı günahlar işlemiş olduklarını ancak Allah'ın onları günahlarda ısrarcı kılmadığını, bilakis onları nasuh tevbeye ve istiğfara ulaştırdığını ve günahlarından sonra işledikleri bazı sevaplarının bu günahlarını sildiğini kuşkusuz bilmektedir. Böylece bu durum başkalarına olmadan sadece kendileri hakkında özel bir durum hâlini almış oluyor. Çünkü bu husus onlar hakkında gerçekleşmiş ve böylelikle bağışlanmışlardır.
Bu ifadeden, bağışlanmış olmayı suistimal ederek, farzları yerine getirmemeleri de elbette anlaşılamayacağı gibi aynı zamanda bu, sebeplerini yerine getirmeleriyle mağfiretin oluşmasına da engel teşkil etmez. Şayet bağışlanmış olmaları, onların emredilen buyrukları artık yerine getirmeyebileceklerini ortaya koysaydı, o zaman bundan sonra namaz kılmaya, oruç tutmaya, hac etmeye, zekat vermeye ve cihad etmeye ihtiyaç duymazlardı. Kuşkusuz bu da imkânsızdır.
Muhakkak ki, günahlardan sonra mutlaka yapılması gereken öncelikli gereksinim tevbe etmektir. Şu var ki, bağışlamış olmanın söz verilmiş olması, bağışlanmayı gerektirecek sebep ve faktörlerin de artık iptal edilebilirliği fikrini asla ortaya koymaz. Bu açıklamayı (destekleyecek) benzer başka bir hadis-i şerif ise şöyledir:
"(Allahu Teâlâ): Kulum bir günah işledi ve: Ey Rabbim! Bir günah işledim, onu benim için bağışla" der. diye buyurur. Bunun üzerine Allah onu bağışlar. Sonra Allah'ın dilediği zamana kadar bekler ve bir günah daha işler ve:
"Ey Rabbim! Bir günah işledim. Onu benim için bağışla" der. Allah onu bağışlar. Sonra Allah'ın dilediği zamana kadar bekler ve bir günah daha işler ve: "Ey Rabbim! Bir günah işledim. Onu benim için bağışla" der.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ:
"Kulum, günahları bağışlayan ve bundan ötürü onu hesaba çeken bir Rabbinin olduğunu bildi. Şüphesiz ki kulumu bağışladım. Öyleyse istediğini işlesin." diye buyurur." (Buhârî (7507) ve Müslim (2758) Ebû Hüreyre'den rivayet etmişlerdir.)
İşte bu hadis-i şerifte de o kimseye haramları ve günahları işlemesine dair bir izin ya da mutlaklık bulunmamaktadır. Hadis tamamıyla kulun her bir günah işleyip de, tevbe ettiği takdirde bağışlanmasının da devam edeceğine delalet etmektedir.
Bu kulun böyle bir bağışlanma aldığına dair özelliğine bakarsak; kendisi de biliyordu ki herhangi bir günahta ısrarcı olunmamalı. Kendisi bir günah işlediği zaman tevbe etmekteydi. O'nun durumunda olan herkes için de bu durum aynı hüküm alırdı. Ancak şu var ki, zikredilen bu kul hakkında karar kesilmiştir. Tıpkı Bedir ehli hakkında hükmün kesildiği gibi. Aynı zamanda Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) cennet ile müjdelenenleri haber verdiği ya da kendilerinin bağışlanmış olduklarını belirttiği kimselerde olduğu gibi...
Şunu gözden kaçırmamak lâzım ki; bunlarla, sahabeden bunlar olsun, başkası olsun herhangi bir kimsenin, artık bütün günahları ve cürümleri işleyebileceği ya da farzları terk edebileceği asla anlaşılmamaktadır. Bilakis bu kimseler (dinî işlerde) daha çok çalışmakta, daha çok korkmakta ve müjdelendiklerinden sonra da öncesine nazaran daha çok dikkat etmekteydiler. Cennet ile müjdelenen on sahabe de olduğu gibi...
Ebû Bekir es-Sıddık, Allah'ın emrinden çokça korkan ve günahlardan çok sakınan bir şahsiyetti. Ömer de öyleydi. Çünkü kendileri biliyorlardı ki, genel olan müjde bazı şartlarla kayıtlıydı. Ve bu ölüme dek sürmekteydi. Bu müjdeyi bozacak bazı engellerin de olduğunu bilmekteydiler. Onlardan hiçbir kimse bu müjdeyi mutlak olarak ve isteyenin farzları terk edebileceği biçiminde anlamamışlardır.

      

İbn Teymiyye'nin Akîdesi


İbn Teymiyye r.h
Akidesinin ne olduğu hakkında bizzat kendisinin yazmış olduğu şu kaside ile bize şöylece cevab vermektedir:

"Ey mezhebimi ve akidemi soran kişi! Doğru yolu bulmak için soru sorana, doğru yolda gitmek ihsan edilsin.
Sözünü tahkik ederek söyleyen, bundan yan çizmeyen ve değiştirmeyenin sözüne kulak ver.
Bütün ashabı sevmek benim yolumdur, bu sevgiyle onlara yakın olmayı, Allah’a yakın olmaya bir vesile (yol) sayarım.
Herbirisinin pek açık-seçik kadri ve fazileti vardır, fakat aralarından es-Sıddiyk daha da faziletlidir.
Kur’an hakkında âyetlerinde geçenleri söylerim, o kadimdir, Allah tarafından indirilmiştir.
İlahi sıfata dair bütün âyetleri ilk tarzda nakledildiği şekilde hak olarak kabul ederim.
Bunun mesuliyetini de bu nakli yapanlara havale ederim ve bu hususta hertürlü tahayyüle karşı onu korurum.
Kur’ân’ı bir kenara itip de söylediği söze: el-Ahtal dedi ki... diye delil getiren ne çirkin iş yapmış olur!
Mü’minler Rablerini hak olarak göreceklerdir. Ve keyfiyetsiz olarak (hadiste belirtildiği üzere) semaya iner.
Mizanı ve kendisinden içip, susuzluğumu gidereceğimi ümit ettiğim Havzı ikrar ve kabul ederim.
Aynı şekilde cehennemin üstünde uzatılacak sıratı da. Muvahhid olanları kurtulacak, diğerleri ise terkedileceklerdir.
Cehennem ateşine bedbaht olan bir kimse ilahi hikmet gereği girecektir, takva sahibi olan kişi de aynı şekilde cennete girecektir.
Canlı ve aklı başında herkesin kabrinde ameli kendisiyle birlikte olacak ve ona kabirde soru sorulacaktır.
İşte Şafîi’nin de, Malik’in de, Ebu Hanife’nin de sonra da Ahmed’in de nakledilegelen akidesi budur.
Eğer onların izledikleri yola uyarsan, ilahi tevfike mazhar olursun. Eğer bid’at bir yol ortaya koyarsan, kimse senin bu yolunu dayanak kabul etmez." (Bk. Cilâu'l-Ayneyn fi Muhakemeti'l-Ahmedeyn, s. 58)

22 Aralık 2013 Pazar

Nesih ve Mensuh Konusu

Nesih ve Mensuh meselesi ayeti kerime ve hadisi şerifler ile sabit iken bunu inkar edenlerin kendi görüşlerinden başka delilleri bulunmamaktadır.

   Nesih: İzale, bertaraf, ibtal ve yok etme; izale edilen şeyin yerine başka birinin konulması veya konulmaması, nakletme, kaldırma, hükümsüz kılma, istinsah etme, değiştirme, tahvil etme (nesha) fiilinin mastarıdır.
   Istılah âlimlerince nesh değişik şekillerde tarif edilmiştir. Neshin, ıstılâhî tariflerinin ortak noktaları alınmak suretiyle şu şekilde tarifi mümkündür: “Nesh, şer’î bir delil ile sabit şer’î ve fer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgası, tebdil ve tağyîr edilmesidir.” Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nâsih”, hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denilir.
   Alimler neshi ve mensuh meselesine ve bu konu ile alakalı ayetlere vakıf olmayanların ayetlerden hüküm çıkarmaya çalışmalarının ve Kur’andan vaaz vermelerinin caiz olmadığını bildirmişlerdir.
   Kur’an-ı Kerimde bu konuda çok açık ayetler bulunmaktadır. Şöyle ki:
“Biz herhangi bir ayeti nesheder veya onu unutturursak, ondan daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki; gerçekten Allah her şeye Kadir’dir.” (Bakara 106)

   “Biz bir ayet yerine başka bir ayeti değiştirdiğimizde, o kişiler: ‘Sen ancak bir uydurucusun!’ derler. Oysa Allah neyi indireceğini pek iyi bilmektedir. Doğrusu onların pek çoğu bilmezler.” (Nahl 101)

   “(Ey Habibim) Biz seni okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O âşikârı da bilir, gizliyi de” (el-Âlâ, 6-7)

   Bu gibi ayetler Allahu Teala’nın indirdiği bir ayeti lafzen veya hükmen kaldırıp/unutturacağını beyan etmektedir. Şimdi birkaç örnek ile konuyu genişletelim..
Nesih 3 şekilde olur.

1- Lafzı ve manası mensuh (kaldırılmış) olan
2- Yalnız manası (hükmü) kaldırılıp lafzı mevcut olan
3- Lafzı lafzı kaldırılıp manası baki olandır.

LAFZI VE MANASI KALDIRILMIŞ OLAN

   Hazreti Enes (Radıyallahu anh) nı şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Allahu Teala, Meune kuyusunda öldürülenler hakkında ayet indirmiş di ki, biz o ayeti nesh olununcaya kadar (kaldırılıncaya) kadar okurduk. Şöyle ki:
   “Dikkat edin! Kavmimize ulaştırın ki, şüphesiz biz Rabbimize kavuştuk. Bizden razı oldu ve bizi razı etti.”

MANASI (HÜKMÜ) KALDIRILIP LAFZI BAKİ OLAN

   1- Mesela Enfal suresi 65. ayeti kerimesinde sabırlı 20 kişinin 200 kişiye, 100 kişinin 1000 kişiye gelip gelebileceği yani böyle bir karşılaşmadan kaçmanın haram olduğu belirtilmektedir. Hemen sonraki 66. ayeti kerimede ise Allahu Teala sayı ve zafiyet bakımından bir zafiyetin olması, ümmetin kolaylığı için sabırlı 100 kişinin 200 kişiye, 1000 kişinin 2 bin kişiye galip geleceğini yani 1’e 2’lik bir karşılaşmadan kaçılmasının haramiyetini beyan etmiştir.
   Ayetlerin meali şöyledir: “Ey nebi! İnsanları savaşa teşvik et! İçinizden sabredici yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. Sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, o kafir olmuş kimselerden bin (kişiy)i yenerler…..” (Enfal 65)

   “Allahu Teala sizde bir zafiyet olduğunu bilmiş ve şuanda bir hafifletme yapmıştır. Artık içinizden sabırlı yüz kişi bulunursa, iki yüz (kişiy)e galip gelirler. Ama aranızdan (sabırlı) bin (kişi) bulunursa, Allah’ın izni (ve desteği) ile iki bin (kişiy)e galip gelirler. Zaten Allah o sabredenlerle beraberdir” (Enfal 66)

   Görüldüğü üzere bir ayet diğer ayetin hükmünü neshetmiştir. Ayetin lafzı vardır ancak hükmü kalkmıştır.

   2- Başka bir misal miras ile ilgilidir. Bakara Suresi 180. ayetinde geçen mü’minlerin servetlerindne bir kısmını anne-baba ve yakınlarına vasiyet etmelerinin farz oluşu Nisa Suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras taksiminin kesinleşmesi ile kaldırılmış, artık yapılacak vasiyetler geçersiz sayılmıştır. (İslama göre kişi mal varlığını ölmeden önce istediği dağıtabilir ancak malının dağıtımının öldükten sonrası için yaptığı vasiyet geçersizdir.)

   Kur’an-ı kerimde bu konuda bir çok örnek vardır. Yukarıda da denildiği gibi nesh ve mensuh meselesini bilmeyenlerin Kur’an-ı Kerimden vaaz vermeleri doğru değildir.

LAFZI KALDIRILIP MANASI BAKİ OLAN

   Mesela recim meselesinde zina eden erkek ve kadının recm edileceği hakkındaki ayetin lafzı sonradan kaldırılmıştır. (Hükmü geçerli olmakla birlikte bu konuda Resulüllah Efendimizin mütevatır derecesine ulaşmış inkar edilemeyecek hadisleri mevcut olduğundan recim konusu inkar edilemez.)
   Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hazreti Ömer’in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. “Cenab-ı Allah Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm ayeti de O’na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır” (Müslim, Hudûd, 15).

   Hazreti Ömer’in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: “İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin” (Mâlik, Muvatta’, Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 132, 183). 

Hazreti Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097). 

Ömer (Radıyallahu anh)’in şöyle dediğini nakleder:
   “Eğer insanlar, Ömer Allah’ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, “ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri…” ifadesini Mushaf’ın haşiyesine yazardım” (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37).

   Bazıları Resulüllah’ın hadisi ile ayetin neshedilemeyeceği, dolayısıyla bu hükmün geçersiz olduğunu iddia ederler. Yani recim cezasının olmadığını söylerler. Halbuki yukarıda da okuduğunuz gibi bu ayetin lafzı kalkmış ancak manası sabit kalmıştır…

ELİMİZDEKİ KUR’AN CEBRAİL’İN SUNDUĞU KUR’ANDIR

   Şu da bilinmelidir ki, elimizde bulunan Kur’an-ı Kerim Cebrail (Aleyhisselam)ın Efendimize arzettiği (sunduğu) son şeklidir.

   Ubeydetu’s-Selmani’nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
   “Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefat ettiği sene, O’na arzedilen (sunulan) kıraat (Kur’an okunuşu) Hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın bütün insanları üzerine topladığı (herkesin razı olduğu) ve bütün insanların ittifakı (birliği)yle okuduğu kıraattır. (Suyuti, D. Mensur 1/258)

   İbn-i Mesud (Radıyallahu anh) ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cibril-i Emin her sene bir kere, Kuran’ı Efendimize arz ederdi. Son sene iki kere arz etti. İşte ben o sene Resulüllah’tan Kuran’ı aldım.” (Suyuti, Dürrul Mensur 1/259)

   Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allahu Teala dinin yeni yeni oturduğu zaman diliminde bazı ayetler indirmiş ve daha sonra unutturmak sureti ile onları kaldırmıştır. Bazı ayetlerin hükmünü diğeri ile neshetmiştir. Ehli Sünnetin ittifak ettiği görüş nesih ve mensuhun olduğudur. Siz, televizyonlara çıkan yerden bitme ne olduğu belirsiz, hadis, müctehid tanımayan, işine gelmeyen ayeti bile görmeyen körlere aldanıp da ehli sünnetten şaşmayın..


17 Aralık 2013 Salı

Suud Bankaları ve Faizsiz Oldugu İddia Edilen Bankalar Hakkında

Suud Bankaları ve Faizsiz Olduğu
İddia Edilen Bankalar Hakkında

Şeyh Mukbil’in Fetvası

Soru: “Suudi Arabistan, Pakistan ve Sudan’da mevcut olan İslami bankaların İslam’daki hükmü
nedir? Bununla beraber Şeyh el-Elbani bunların faiz bankaları olduğu görüşündedir.

Şeyh Mukbil Rahimehullah’ın Cevabı:

Mesele Şeyh el-Elbanî hafazahullahu teala’nın dediği
gibidir. Zira onlar fazlalık alıyorlar ve: “Bu çalışanların işi karşılığıdır” diyorlar. Bu ise faiz bankalarından sayılır. Nitekim Sudan’a giden
kardeşlerimiz Sudan’lıların faiz konusunda başka bir hile yaptıklarını ifade etmişlerdir. Bu, daha
önce anlatılan şu hiledir: “Biz makine istiyoruz ve banka bunun için tacire yazıyor ve ona şöyle
diyor: “Bunu banka üzerine on beş bine kaydettir ve müşteriye yirmi bin olarak yaz.” Bu tıpkı: efendim Alidir sözünü Ali efendimdir şeklinde söylemek gibidir.”

Bkz.: Kamu’l-Muânid (2/188)
Link: http://www.muqbel.net/fatwa.php? fatwa_id=3239

13 Aralık 2013 Cuma

Hak İle Batıl Arasında Ayırım Yapmanın Zorunluğu



İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
ﻣَﺜَﻞُ ﺍﻟْﻤُﻨَﺎﻓِﻖِ ﻓِﻲ ﺃُﻣَّﺘِﻲ ﻛَﻤَﺜَﻞِ ﺍﻟﺸَّﺎﺓِ ﺍﻟْﻌَﺎﻳِﺮَﺓِ ﺑَﻴْﻦَ
ﺍﻟْﻐَﻨَﻤَﻴْﻦِ ﺗَﺼِﻴﺮُ ﺇِﻟَﻰ ﻫَﺬِﻩِ ﻣَﺮَّﺓً , ﻭَﺇِﻟَﻰ ﻫَﺬِﻩِ ﻣَﺮَّﺓً , ﻟَﺎ
ﺗَﺪْﺭِﻱ ﺃَﻳُّﻬَﺎ ﺗَﺘْﺒَﻊُ

“Ümmetimde münafığın misali, iki koyun sürüsü arasında kalan, bazen şuna bazen buna katılan,
hangisine tabi olacağını bilemeyen koyunun misali gibidir .”
(Muslim (2784) İbn Hibban (264) Ahmed (2/47, 68, 82, 88, 102, 143) İbn Batta, el- İbane (2/457 no:431)

İbrahim b. Nasr şöyle demiştir: “Fudayl b. Iyad rahimehullah’ın şöyle dediğini işittim: “İçerisinde
hak ile batıl, mümin ile kafir, güvenilir ile hâin, cahil ile alim arasında ayrım yapmayan, iyiliği iyi
görmeyen ve kötülüğe karşı çıkmayan insanlara şahit olacağın bir zamanda kalsan ne yaparsın?”
İbn Batta dedi ki: “Biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz. Muhakkak ki buna ulaştık, bunların çoğunu işittik, öğrendik ve şahit olduk. Şayet Allah’ın kendisine sahih bir akıl ve güçlü bir basiret bağışladığı kimse, İslam’ın ve müslümanların hali ile doğru yolu tutan müslümanların halini iyice düşünse ve tekrar tekrar tefekkür etse, insanların topukları üzerinde geri döndüklerini, arkalarını dönerek gittiklerini, doğru yoldan yüz çevirdiklerini, sahih delilden saptıklarını açıkça görürdü. Nitekim insanların çoğu daha önce çirkin gördüklerini güzel görmeye, daha önce haram saydıklarını helal saymaya, daha önce karşı çıktıklarını uygun bulmaya başlamışlardır. Allah size rahmet etsin, bu müslümanların ahlakı değildir. Bu dinde basiret üzere olan, iman ve yakîn ehli olan kimseler bunları yapamaz.”
(İbn Batta, el-İbane (1/188 no:24)

Mubeşşir b. İsmail el-Halebî dedi ki: “el- Evzaî’ye: “Bir adam: “Ben sünnet ehliyle de, bid’at ehliyle de otururum” diyor” denildi. El- Evzaî dedi ki: “Bu adam hak ile batılı eşitlemek istiyor.”
İbn Batta dedi ki: “el-Evzaî doğru söylemiştir. Ben derim ki; bu adam hakkı batıldan, küfrü imandan ayıramaz. Bunun gibiler hakkında ayet inmiş ve el-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’den sünnet gelmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İman edenlerle karşılaştıkları zaman “iman ettik” derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise “Biz sizinle beraberiz” derler.” (Bakara 14)"
(İbn Batta, el-İbane (2/456 no: 430)

5 Aralık 2013 Perşembe

40 Hadis



1

إِنَّ الْخَيْرَ لاَ يَأْتِى إِلاَّ بِالْخَيْرِ.

“Hayır ancak hayır getirir.”


2

خَيْرُكُمْ مَنْ تَعَلَّمَ الْقُرْآنَ وَعَلَّمَهُ.

“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.”

Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân 21.


3

خَيْرُ الْجِيرَانِ عِنْدَ اللهِ خَيْرُهُمْ لِجَارِهِ.

“Allah katında komşuların hayırlısı, komşusuna hayırlı olandır.”

Tirmizî, Birr 28.


4

رِضَا الرَّبِّ فِى رِضَا الْوَالِدَيْنِ.

“Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasıdır.”

Hâkim, Müstedrek 152.


5

لَعَنَ اللهُ مَنْ لَعَنَ وَالِدَيْهِ.

“Kim annesine ve babasına lânet ederse Allah da ona lânet eder.”

Buhârî, Kitabu’l-Edeb 4.


6

لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرُنَا، وَيُوَقِّرْ كَبِيرُنَا.

“Küçüğüne merhamet etmeyen, büyüğüne saygı göstermeyen bizden değildir.”

Ebu Davud, Edeb 58.


7

إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِى إِلَى الْبِرِّ.

“Muhakkak ki doğruluk iyiliğe götürür.”

Müslim, Birr 103.


8

وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِى إِلَى الْجَنَّةِ.

“Muhakkak ki iyilik de cennete götürür.”

Müslim, Birr 103.


9

طَعَامُ الْوَاحِدِ يَكْفِى الإِثْنَيْنِ.

“Bir kişilik yemek iki kişiye yeter.”

Müslim, Eşribe 179.


10

إِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ اللهَ.

“Bir şey istediğinde Allah’tan iste.”

Tirmizî, 2516.


11

وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللهِ.

“Yardım istediğin zaman, Allah’tan yardım iste.”

Tirmizî, 2516.


12

أَفْضَلُ الذِّكْرِ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللهُ.

“Zikrin en faziletlisi “Lâ ilâhe illallah.”

Tirmizî, Davet 9.


13

مَنْ كَانَ لَهُ شَعْرٌ فَلْيُكْرِمْهُ.

“Kimde azıcık bir şey varsa, onu infak etsin.”

Tirmizî, 2516.


14

اَلسِّوَاكُ مَطْهَرَةٌ لِلْفَمِ، مَرْضَاةٌ لِلرَّبِّ.

“Misvak ağzı temizler, Allah’ı memnun eder.”

Nesâî, Taharet 4.


15

عَلَيْكُمْ بِالشَّفَائَيْنِ، اَلْعَسَلِ وَالْقُرْآنِ.

“Size iki şifa tavsiye ediyorum: Bal ve Kur’ân.”

İbni Mâce, 3452.


16

سِبَابُ الْمُسْلِمِ فُسُوقٌ وَقِتَالُهُ كُفْرٌ.

“Müslümana sövülmesi fâsıklıktır ve onun öldürülmesi küfürdür.”

Buhârî, İman 36.


17

لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَلاَ تَنَافَسُوا.

“Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize olan sevginizi kesmeyiniz, birbirinizle yarışmayınız.”

Buhârî, Edeb 57.


18

لاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَنَاجَشُوا وَلاَ تَبَاغَضُوا.

“Birbirinize haset etmeyiniz, alışverişte fiyat arttırmayınız, birbirinize buğz etmeyiniz.”

Müslim, Birr 18.


19

مَنْ أَطَاعَنِى دَخَلَ الْجَنَّةَ.

“Bana itaat eden kişi cennete girer.”

Buhârî, İman 36.


20

مَنْ يُرِدِ اللهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِى الدِّينِ.

“Allah bir kişiye hayır murat ederse onu dinde âlim kılar.”

21

اَلرَّجُلُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ.

“Kişi, arkadaşının dini üzeredir.”

Ebu Davud, 4333.


22

عَلَيْكَ بِكَثْرَةِ السُّجُودِ ِللهِ.

“Allah için secdeleri çoğaltmanızı tavsiye ederim.”

Müslim, Salât 225.


23

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ.

“Kim bir kötülük görürse onu düzeltsin.”

Kütübü Sitte 89.


24

قُلْ هُوَ اللهُ أَحَدٌ تَعْدِلُ ثُلُثَ الْقُرْآنِ.

“İhlas sûresi, Kur’an’ın üçte birine bedeldir.”

Buhârî, Fedâilu’l-Kur’an 13.


25

إِنَّ اللهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ.

“Muhakkak ki Allah güzeldir, güzeli sever.”

Müslim 91.


26

مَنْ لَمْ يَشْكُرِ النَّاسَ لَمْ يَشْكُرِ اللهَ.

“Kim insanlara teşekkür etmezse, Allah’a teşekkür etmez.”

Tirmizî 1955.


27

طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ.

“Her müslümanın üzerine ilim öğrenmek farzdır.”

İbni Mâce, Mukaddime 224.


28

تَبَسُّمُكَ فِى وَجْهِ أَخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ.

“Din kardeşinin yüzüne tebessüm etmen sadakadır.”

Müslim, Birr 144.


29

يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا، وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا.

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”

Buhârî, İlim.


30

لاَ إِيْمَانَ لِمَنْ لاَ أَمَانَةَ لَهُ.

“Emanete hıyanet eden kimsenin imanı yoktur.”

Ahmed bin Hanbel, Cilt 3-135.


31

اِتَّقِ اللهَ حَيْثُمَا كُنْتَ.

“Nerede olursan ol Allah’tan kork.”

Tirmizî 1988.


32

إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْعَبْدَ التَّقِىَّ.

“Şüphesiz ki Allah, korkan kulunu sever.”

Müslim 2965.


33

قُلْ آمَنْتُ بِاللهِ ثُمَّ اسْتَقِمْ.

“Allah’a inandım” de, sonra dosdoğru ol.”

Tirmizî, Zühd; Müslim, İman.


34

مَنْ لاَ يَرْحَمُ النَّاسَ لاَ يَرْحَمُهُ اللهُ.

“İnsanlara merhamet etmeyen kişiye, Allah da merhamet etmez.”

Buhârî, Edeb 18.


35

دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ.

“Mazlumun bedduası kabul olur.”

Müslim, İman 29.


36

اَلْيَدُ الْعُلْيَا خَيْرٌ مِنَ الْيَدِ السُّفْلَى.

“Veren el, alan elden daha hayırlıdır.”

Buhârî, Zekât 18.


37

اِتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ.

“Yarım hurmayla da olsa ateşten korunun.”

Müslim, Zekât 66.


38

مَا نَقَصَتْ صَدَقَةٌ مِنْ مَالٍ.

“Sadaka malı eksiltmez.”

Müslim, Birr 69.


39

مَنْ يَسَرَّ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللهُ عَلَيْهِ.

“Borçluya kolaylık gösteren kimseye Allah kolaylık gösterir.”

Müslim, Zühd 74.


40

اَلْمُؤْمِنُ الْقَوِىُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ.

“Kuvvetli mü’min, Allah katında zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevgilidir.”

Müslim, Kader 34

2 Aralık 2013 Pazartesi

Sakal İle İlgili Fatva!


Allâme İmâm Abdulazîz b. Bâz rahimehullah’a “sakalı kesmenin ve kısaltmanın hükmü” sorulmuştur. Verdikleri cevap şudur:

Hamd olsun bir ve tek olarak Allah’a, salât ve selâm olsun, Allah’ın kulu ve rasûlü nebîmiz Muhammed’e, âilesine ve ashâbına. Bundan sonra;

Bana, sakalın kesilmesinin ve kısaltılmasının hükmü hususunda bir soru ulaştı. Şunlar da sorulmaktadır: Sakalı kesmenin helâlliğine i’tikâd ederek kesen kişi kâfir midir? İbni ‘Umer radıyallâhu anhumâ hadîsi, sakal bırakmanın vâcibliğini ve kesmenin harâmlığını mı gerektirir, yoksa sadece sakal bırakmanın mustehab olmasını mı gerektirir?

Cevap: İbni ‘Umer radıyallâhu anhumâ hadîsinde, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur: “Bıyıkları kısaltın ve sakalları salıverin. Müşriklere muhâlefet edin.” Bu hadîsin sahîhliği üzerine ittifak edilmiştir. Buhârî, Sahîh’inde şu lafızla rivâyet etmiştir: “Bıyıkları kısaltın ve sakalı çoğaltın. Müşriklere muhâlefet edin.” Sahîh-i Muslim’de Ebû Hurayra radıyallâhu anh’dan; o da Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Bıyıkları kesin ve sakalı salıverin. Mecûsîlere muhâlefet edin.”

Zikredilen hadislerdeki lafızlar, sakala dokunmadan olduğu hâl üzere bırakmanın ve onu salıvermenin vacibliğini, kesmenin ve kısaltmanın ise harâmlığını gerektirir. Çünkü aksine delâlet eden bir şey vârid olmadığı sürece, emirlerde asıl olan vâciblik, nehiylerde asıl olan ise harâmlıktır. İlim ehli yanında kabûl gören budur. Allah subhânehû ve te‘âlâ şöyle buyurmuştur:“Rasûl size neyi verdiyse onu alın ve neyi yasakladıysa ondan uzak durun. Allah’tan korunup sakının. Muhakkak ki Allah’ın azâbı çok şiddetlidir.” (Haşr, 7) ve yine şöyle buyurmaktadır: “Onun (Rasûl sallallâhu aleyhi ve sellem’in) emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne isâbet etmesinden veya elem verici bir azâba uğramaktan sakınsınlar.” (Nûr, 63). İmâm Ahmed dedi ki: “Buradaki fitne, şirktir. Belki de o kimse, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözlerinden bazısını reddettiğinde, kalbine sapkınlıktan bir şey düşer de, helâk olur.” Bu ve benzeri hadîslerdeki emre delâlet eden lafızların, mustehablık ifade etmek için geldiği ne Kitap’ta ve ne de Sünnet’te vârid olmamıştır.

Tirmîzî’nin Ebu Hurayra radıyallâhu anh’dan rivâyet ettiği: “Nebî sallallâhu aleyhi ve selem’in sakalının eninden ve boyundan aldığına dâir.” hadîse gelince;  bu hadîs, ilim ehli yanında bâtıl bir hadîstir. Çünkü isnâdında, ‘Umer ibni Hârûn el-Belhî olarak isimlendirilen bir adam vardır ve yalancılık ile ittihâm olunmuştur. Üstelik, sahîh hadislere de muhalefetinin yanı sıra bu hadîsi rivâyet etmede, hadîs râvîleri arasında tek kalmıştır.

Böylece, bu hadîsin bâtıl olduğu bilinmiş oldu. Sahîh sünnete muhalefette, bu hadîse i’tibâr edip, onunla hüccet getirmek ise câiz değildir. Allahu’l-Muste‘ân.

Şüphe yok ki tıraş etmek, günah olması açısından daha şiddetlidir. Çünkü bu, sakalı tümüyle kazıyıp yok etmek, münker olan bir işte aşırıya gitmek ve kadınlara benzemektir. Kısaltılmasına ve azaltılmasına gelince; şüphesiz ki bu da bir münkerdir ve sahîh hadislere muhâliftir. Ancak sakalı tümüyle kazımaktan daha aşağı derecededir.

Bunu yapan kişinin hükmüne gelince; ister hatalı bir anlayışa dayanarak helâl olduğuna i’tikâd etsin, isterse bazı ulemâyı taklîd ederek bunu yapmış olsun, o isyankâr bir kimsedir, ancak kâfir değildir.

Bu münkerden sakındırmak ve bu hususta nasihat etmek de vâcibtir. Çünkü sakalın hükmü hususunda ilim ehli arasındaki hilaf, “Sakalı salıvermek mi vâcibtir yoksa -bir kabzaya kadar- kısaltmak câiz midir?” mes’elesindedir. Sakalın tıraş edilmesine gelince; buna cevâz veren ilim ehlinden hiç kimseyi bilmiyorum. Ancak bu, cahilliği veya bir âlimi taklîd etmesi sebebiyle, sakalı kesmenin câiz olduğunu zanneden kimsenin küfrünü gerektirmez. Delîllerinin açıkça ortada olması sebebiyle, dinde harâmlığı zorunlu olarak bilinen şeyler ise, bunun hilâfınadır. Eğer bunları mübah gören kişi, Müslümanların arasında yaşıyor ise, şüphesiz ki bu büyük küfürdür. Eğer bu kişi, kâfirlerin arasında yaşayan veya ilim ehlinden uzak bir bölgede bulunan bir kimse ise, bu ve bunun gibi kimselere delîller açıklanır, eğer mübah görme hususunda ısrar ederse, kâfir olur.

Bunun örneklerinden bazıları: Zinâ, içki, domuz eti ve bunlara benzeyen şeylerdir. Bu ve benzerleri, haramlığı dinde zorunlu olarak bilinen işlerdir. Delîlleri Kitâb ve Sünnet’te açık ve vâzıhtır. Bu hususlarda cehâlet iddiası dikkate alınmaz. Bu gibi şeyleri mübah sayanlar, yukarıda da geçtiği gibi, bu hususta câhil addedilmezler.

Allah’tan, bizi ve sizleri faydalı ilim ve sâlih amele muvaffak kılmasını isterim. Bizlere dîninde fıkıh versin, onun üzerine sebât nasîb etsin ve bizleri, saptırıcı fitnelerden korusun. Şüphesiz ki O, Semî‘ ve Karîb’dir.

Ve’s-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berakâtuhu.

[Mecmûu‘ Fetâvâ ve Makâlât Mutenevvia‘ (10/80)

30 Kasım 2013 Cumartesi

Kafir tevbeye muhtaç mıdır?


  بســـم الله الرحمن الرحيم
  
   
Kafir tevbeye muhtaç mıdır?
  
   
Günahkâr olan bir kimse, günahlarının bir kısmından tevbe ederken bir kısmından tevbe etmezse bu durumda yapılan tevbe yalnızca, tevbe edilen günahın bağışlanmasını gerekli kılar.
Ama bu günahlardan tevbe edilmeyen günahta kişi, günahından tevbe etmeyen kimsenin durumunda olduğu gibi, işlemiş olduğu o günah üzerinde kalır. Bir değişiklik söz konusu olmaz. Doğrusu bu hususta herhangi bir tartışmanın olduğunu bilmiyorum.
Ancak bir kâfirin müslüman olması durumunda, mesele farklı bir boyut kazanmaktadır. Çünkü söz konusu kimsenin müslüman olması aynı zamanda onun küfürden tevbe etmesini de içerir. Bu yüzden müslüman olmakla, tevbe ettiği küfürden ötürü bağışlanır. Fakat burada şöyle bir sorunun gündeme getirilmesi olasıdır:
Bir kimse küfür halinde iken işlediği günahlarından ötürü, müslüman olduktan sonra tevbe etmezse yalnızca müslüman olması bu günahların mağfiret edilmesini sağlar mı?
Bu konuda iki görüş vardır:

1 - Kâfir bir kimse müslüman olması halinde bütün günahları bağışlanır. Çünkü Müslim 'in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah -salat ve selâm O'nun üzerine olsun-şöyle buyurmaktadır:
"İslâm kendinden önce vaki olan tüm günahları (n hükmünü) düşürür." (Müslim, İman, c. 1, s. 112, H. No 192)

Öte yandan Cenâb-ı Hak şu âyette de şöyle buyurmaktadır:
"Ey Muhammed: O küfredenlere "eğer küfürlerine ve düşmanlıklarına son verirlerse, geçmiş günahlarının bağışlanacağını söyle." (Enfâl, 8/38)

2 - O dönemde işlediği günahlarından tevbe etmediği sürece yalnız müslüman olmakla, tüm günahlarından bağışlanmayı hak edemez.
Sözgelişi bir kimse müslüman olduğu zaman, küfürde değil de kebâir (büyük) günahları işlemeye devam ederse, söz konusu kimsenin bu noktadaki hükmü, büyük günahları işleyen kimsenin durumu gibidir. Metodoloji ve delil kitapları bu hususun böyle olduğuna işaret eder.
Çünkü Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Hakîm b. Hizâm'ın:
"Ey Allah'ın Resulü! Cahiliyye döneminde işlediğimiz günahlardan sorumlu tutulacak mıyız?" sorusuna şöyle cevap vermişti:
"Sizden müslüman olduktan sonra güzel davranan (dengeli ve ölçülü yaşayan) bir kimse, cahiliyye döneminde işlediği eylemlerden sorumlu tutulmayacaktır. Ancak müslüman olduktan sonra da kötü davranan (bozuk bir yaşantı sürdüren) kimse müslüman olmadan önce ve müslüman olduktan sonra işlediği bütün günahlardan sorumlu tutulacaktır." (Buhârî, c. VIII, s. 49; Müslim, K. İman, c. 1, s. III; H. No 190)

Bu hadis müslüman olduktan sonra ihsan üzerine hareket eden kimsenin, cahiliyye döneminde işlediği günahlarından ötürü tâbi tutulması gereken sorumluluğunun kaldırılacağına, buna karşılık, muhsince davranmayan kimsenin sorumluluklarının kaldırılmayacağına (günahlarının bağışlanmayacağına) işaret etmektedir.
Kişi müslüman olduktan sonra ihsan üzere bir hayat yaşamıyorsa, önceki ve sonraki tüm günahlarından sorumludur; günahlarından tevbe etmediği sürece de muhsin değildir. Çünkü az önce de kaydettiğimiz gibi Cenâb-ı Hak:
"Ey Muhammed, küfredenlere, eğer küfür ve nifaklarına son verirlerse, geçmişte yaptıkları günahların bağışlanacağını söyle." (Enfal, 8/38) buyurmuştu.
Görüldüğü gibi bu âyet, bir günaha son veren kimsenin geçmişte yaptığı yalnızca o günahının bağışlanacağına işaret ediyor; geçmişte yapılan başka günahların bağışlanmasına değil. Çünkü başka günah için şöyle diyen kimsenin görüşü burada gündeme gelmektedir:
"Eğer sen günahı işlemeye son verirsen geçmişte yaptıkların bağışlanır."
Bu ve benzeri ifadelerden:
"sen şu işe son verirsen geçmişte bu işi yapman dolayısıyla kazandığın günahın bağışlanır; sen bi rşeye son verdiğin zaman geçmişte o şeyi yapmandan ötürü kazandığın günah bağışlanır".
Bunun benzeri bir anlamı şu ifade şeklinden çıkarmak mümkündür:
"Eğer tevbe edersen." oysa bu ifadeden şu anlaşılmaz:
Senin bir günaha son vermen ile, geçmişte yaptığın o günahından başkaları da affedilir.
Resûlullah'ın biraz önce kaydettiğimiz sözünde:
"İslâm kendisinden önce vâki olan günahları ve sorumlulukları düşürür;" demiştir.
"İslâm kişinin kendisinden öncesi yapılan eylemlerle ilişkisini keser." hadisine gelince:
Bu hadis, Amr b. el-Âs, müslüman olduğu sırada, Resûlullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) geçmişte yaptığı günahların bağışlanıp bağışlanmayacağını sorduğunda ona verdiği şu cevaptır:
"Ey Amr, sen bilmiyor musun, İslâm, kendisinden önce vakii olan günahlardan doğan sorumluluğu düşürür. Tevbe, önce yapılan günahı düşürür; hicret, kendinden önce yapılan günahların sorumluluğunu düşürür." (Müslim, c. 1, s. 112, H. No 192)
Biliyoruz ki tevbe, sadece kendinden tevbe edilen günahın bağışlanmasını gerektirir; bütün günahların mağfiret edilmesini değil.

29 Kasım 2013 Cuma

Bazı insanlar, hayatta iken kendi elleriyle kabirlerini kazımaktadırlar. Bir insanın böyle yapması meşrû mudur?

Bazı insanlar, hayatta iken kendi elleriyle kabirlerini kazımaktadırlar.
Bir insanın böyle yapması meşrû mudur?

Hamd, yalnızca Allah'adır.

Bir insanın, hiç kimsenin mülkü sayılmayan umumi kabristanda kendi kabrini kazıması câiz değildir. Çünkü bu davranış, başkasının hakkına engel olmak, onu sıkıştırmak ve hakkını kısıtlamaktır. Fakat kabristan, kendi mülkü (yani âile kabristanı) ise, bunda bir sakınca yoktur.

el-Hattâb er-Ruaynî -Allah ona rahmet etsin- bu konuda şöyle demiştir:

"el-Medhal yazarı şöyle demiştir: Bir insanın, öldüğü zaman orada defnedilsin diye kendi kabrini kazıma hakkı yoktur. Çünkü bu davranış, başkasına engel olmaktır. Kendisinden önce ölen kimse, oraya daha lâyıktır. Eğer orası kendi mülkü ise, bu câizdir. Çünkü (kendi malı olduğu için) orayı gasbetmiş sayılmaz. Ayrıca böyle yapması (kabrini kazıması), kazıyan kimse için bir ibret ve âhireti hatırlatma sözkonusudur..." ("Mevâhibu'l-Celîl Şerh Muhtasar-ı Halil", c: 2, s: 246)

Mansur b. Yunus el-Behûtî -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:

"İhtiyaçtan (yani definden) önce herkes için sebil olan kabristanda kabir kazımak haramdır.Tıpkı ileride ölecek olan birisinin defnedilmek için kendisine kabir edinmesi gibi. İbn-i Cevzî böyle zikretmiştir." ("Keşşâfu'l-Kınâ'", c; 2, s: 246)

el-Hatîb eş-Şerbînî -Allah ona rahmet etsin- şöyle demiştir:

"Bir kimse, sebil olan kabristanda kabir kazırsa, burası ona ait değildir. Zirâ kabristanda öncelik, defnedilecek kimsenindir, kazıyan kimsenin değil..." ("Muğni'l-Muhtâc", c: 3, s: 502)

Değerli âlim Muhammed b. Salih el-Useymîn'e -Allah ona rahmet etsin-, bazı insanların hayatta iken kendilerine kabir kazımaları hakkında sorulmuş,b unun üzerine o şöyle cevap vermişltir:

"Bir kimsenin ölümden önce kendisine kabir kazıması, eğer sebil olan kabristanda ise, bu câiz değildir. Çünkü bu davranış, burayı işgal etmek ve başkasının defnedilmesine engel olmaktır. Bu kimse belki bu beldede ölmeyebilir.Yok eğer kabristan sebil (umumî) değil ise, bunda bir sakınca yoktur.

Nitekim Âişe -Allah ondan râzı olsun- evini kendisi için kabir olarak hazırlamış, sonra Ömer'i -Allah ondan râzı olsun- kendi nefsine tercih ederek onun burada defnedilmesine izin vermiştir." ("Mecmû' Fetâvâ İbn-i Useymîn", c: 17, s: 78)

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Islam Q&A

22 Kasım 2013 Cuma

Tek Başına Namaz Kılanın Ezan ve Kamet Okuması

Tek Başına Namaz Kılanın Ezan
ve Kamet Okuması

Şeyh el-Elbani rahimehullah Semeru’l- Mustetab’da (1/203) şöyle demiştir:
“İbn Hazm rahimehullah (3/125) dedi ki: “Yalnız başına namaz kılanın ezan ve kamet okuması gerekmez.
Ezan ve kamet okursa daha güzeldir. Çünkü ezan ve kameti farz kılan nas iki ve daha fazla kişi için
gelmiştir.”

Dîni, Kabuk Ve Öz Diye İki Kısma Ayırmanın Hükmü!



Dîni, -sakal gibi- kabuk (şekil) ve öz diye iki kısma ayırmanın hükmü!

Muhammed b. Salih el-Useymîn

Terceme : Muhammed Şahin

Tetkik : Ali Rıza Şahin 2013 - 1434

ﺣﻜﻢ ﺗﻘﺴﻴﻢ ﺍﻟﺪﻳﻦ ﺇﻟﻰ ﻗﺸﻮﺭ ﻭﻟﺐ ﻣﺜﻞ ﺍﻟﻠﺤﻴﺔ
ﻣﺤﻤﺪ ﺑﻦ ﺻﺎﻟﺢ ﺍﻟﻌﺜﻴﻤﻴﻦ
ﺗﺮﺟﻤﺔ: ﻣﺤﻤﺪ ﻣﺴﻠﻢ ﺷﺎﻫﻴﻦ
ﻣﺮﺍﺟﻌﺔ : ﻋﻠﻲ ﺭﺿﺎ ﺷﺎﻫﻴﻦ


Soru:

Dîni, -sakal gibi- kabuk (şekil) ve öz diye iki kısma ayırmak doğru mudur?

Cevap:

Dîni, kabuk (şekil) ve öz diye iki kısma ayırmak, hatalı ve bâtıl bir taksimdir. Çünkü dînin tamamı özdür. Tamamı kul için yararlıdır.
Tamamı kulu Allah -azze ve celle'ye yaklaştırır. Kişi hepsiyle sevap kazanır. Kişi îmânı ve Rabbine
itaatinin artmasıyla dînin tamamından istifâde eder. Giyim-kuşam ve benzeri şeylerle ilgili
konulara varıncaya kadar insan bunların tamamını Allah -azze ve celle-'ye yaklaşmak ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-’e uymak amacıyla yaptığı zaman bununla sevap alır. Bildiğimiz gibi kabuktan yararlanılmaz. Aksine kabuk atılır. İslâm dîni ve İslâm şerîatında
böyle bir şey yoktur.Aksine İslâm şerîatının tamamı, niyeti halis olur ve Rasûlullah - sallallahu aleyhi ve sellem-'e güzel bir şekilde
uyarsa, kişi bu özden istifâde eder.
Bu sözü yayanların gerçeği ve doğruyu anlamaları için konuyu çok iyi düşünmeleri, sonra hakka uymaları ve bu gibi ifâdeleri terk etmeleri gerekir.

İslâm dîninde Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem’in:

)) ﺑُﻨِﻲَ ﺍﻟْﺈِﺳْﻼَﻡُ ﻋَﻠَﻰ ﺧَﻤْﺲٍ : ﺷَﻬَﺎﺩَﺓِ ﺃَﻥْ ﻻَ ﺇِﻟَﻪَ ﺇِﻻَّ ﺍﻟﻠﻪُ، ﻭَﺃَﻥَّ
ﻣُﺤَﻤَّﺪًﺍ ﺭَﺳُﻮﻝُ ﺍﻟﻠﻪِ , ﻭَﺇِﻗَﺎﻡِ ﺍﻟﺼَّﻼَﺓِ، ﻭَﺇِﻳﺘَﺎﺀِ ﺍﻟﺰَّﻛَﺎﺓِ، ﻭَﺻَﻮْﻡِ ﺭَﻣَﻀَﺎﻥَ، ﺣَﺞِّ ﺑَﻴْﺖِ
ﺍﻟﻠﻪِ ﺍﻟْﺤَﺮَﺍﻡِ((. ] ﻣﺘﻔﻖ ﻋﻠﻴﻪ ﻭﺍﻟﻠﻔﻆ ﻟﻤﺴﻠﻢ [

"İslâm, beş şey üzerine binâ edilmiştir: Allah'tan başka hak ilâh olmadığına ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- 'in
Allah'ın kulu olduğuna şâhitlik etmek, namazı (dosdoğru) kılmak, zekâtı (hak edene) vermek,
Ramazan orucunu tutmak ve Allah’ın Beyt-i Haram'ını haccetmektir." [1]

Diye açıkladığı İslâm’ın beş rüknü gibi çok önemli konular olduğu doğrudur. İslâm dîninde bunun dışında olan şeyler de vardır. Fakat
insanların istifâde etmeyip bir kenara fırlatıp attıkları kabuk gibi şeyler yoktur. Sakal konusuna gelince, şüphesiz sakal bırakmak bir ibâdettir. Çünkü Nebi -sallallahu
aleyhi ve sellem- sakalı emretmiştir. Nebi - sallallahu aleyhi ve sellem-’in emrettiği her şey, emrine uyularak yerine getirildiği zaman, insanı
Rabbine yaklaştıran bir ibâdet olur. Hatta sakal bırakmak, hem Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-’in, hem de diğer nebilerin bir sünnetidir.
Nitekim Allah Teâlâ Harûn’dan söz
ederken onun Musa’ya şöyle dediğini anlatır:

﴿ ﻗَﺎﻝَ ﻳَﺒۡﻨَﺆُﻡَّ ﻟَﺎ ﺗَﺄۡﺧُﺬۡ ﺑِﻠِﺤۡﻴَﺘِﻲ ﻭَﻟَﺎ ﺑِﺮَﺃۡﺳِﻲٓۖ ... ﴾ ] ﺳﻮﺭﺓ ﻃﻪ
ﻣﻦ ﺍﻵﻳﺔ : ٩٤ [

"(Harûn:) Dedi ki: Ey anamın oğlu!
Sakalımı ve saçımı çekme!"[2]

Nebî -sallallahu aleyhi ve sellem-’in sakal bırakma-nın, insanların üzerinde yaratıldıkları fıtrat özelliklerinden birisi olduğunu söylediği sâbittir.Bu sebeple sakal bırak-mak bir ibâdettir,
âdet değildir. Bazılarının iddia ettiği gibi asla bir kabuk değildir.

[1] Buhârî, "Kitâbu’l-Îmân, Bâbu Duâukum Îmânukum", hadis no: 8. Müslim, "Kitâbu’l-Îmân,
Bâbu Beyâni Erkâni’l-İslam ve Deâimuhu’l- Izâm", hadis no: 16

[2] Tâhâ Sûresi: 94

21 Kasım 2013 Perşembe

Suret baştır. Baş kesilirse suret olmaz.

el-Mervezi, el-Vera (no:466) dedi ki:

ﻗِﻴﻞَ ﻟِﺄَﺑِﻲ ﻋَﺒْﺪِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺗَﺮَﻯ ﻟِﻠﺮَّﺟُﻞِ ﺍﻟْﻮَﺻِﻲِّ ﺗَﺴْﺄَﻟُﻪُ
ﺍﻟﺼَّﺒِﻴَّﺔُ ﺃَﻥْ ﻳَﺸْﺘَﺮِﻱَ ﻟَﻬَﺎ ﻟُﻌْﺒَﺔً ﻓَﻘَﺎﻝَ ﺇِﻥْ ﻛَﺎﻧَﺖْ ﺻُﻮﺭَﺓً
ﻓَﻼ ﻭَﺫَﻛَﺮَ ﻓِﻴﻪِ ﺷَﻴْﺌًﺎ ﻗُﻠْﺖُ ﺍﻟﺼُّﻮﺭَﺓُ ﺃَﻟَﻴْﺲَ ﺇِﺫﺍ ﻛَﺎﻥَ ﻟَﻬَﺎ
ﻳﺪﺍ ﺃَﻭْ ﺭِﺟْﻞٌ ﻓَﻘَﺎﻝَ ﻋِﻜْﺮِﻣَﺔُ ﻳَﻘُﻮﻝُ ﻛُﻞُّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻟَﻪُ ﺭَﺃْﺱٌ
ﻓَﻬُﻮَ ﺻُﻮﺭَﺓٌ ﻗَﺎﻝَ ﺃَﺑُﻮ ﻋَﺒْﺪِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻓَﻘَﺪْ ﻳُﺼَﻴِّﺮُﻭﻥَ ﻟَﻬَﺎ
ﺻَﺪْﺭًﺍ ﻭَﻋَﻴْﻨًﺎ ﻭَﺃَﻧْﻔًﺎ ﻭَﺃَﺳْﻨَﺎﻧًﺎ ﻗُﻠْﺖُ ﻓَﺄَﺣَﺐُّ ﺇِﻟَﻴْﻚَ ﺃَﻥْ
ﻳَﺠْﺘَﻨِﺐَ ﺷِﺮَﺍﺀَﻫَﺎ ﻗَﺎﻝَ ﻧَﻌَﻢْ
“Ebu Abdillah (Ahmed b. Hanbel)’e denildi ki:
“Kız çocuğu, bakıcılarından kendisine oyuncak almasını istese ne dersin?” Ahmed dedi ki: “Eğer
oyuncak suretli ise hayır. (Bu konuda bir şey zikretti.)” Dedim ki: “Eli veya ayağı olmasa da suret olur mu?” Şöyle dedi: “İkrime: “Başı olan
herşey surettir” dedi. Nitekim oyuncaklara yüz, göz, burun ve dişler de yapmaya başladılar.”
Dedim ki: “Bunları satmaktan kaçınmak sence daha mı uygundur?” Ahmed: “Evet” dedi.
İkrime’nin sözünü İbn Ebi Şeybe (5/208) sahih bir isnadla rivayet etmiştir.

İkrime, ayrıca bu
sözü Ebu Hureyre radıyallahu anh’e ve İbn Abbas radıyallahu anhuma’ya dayandırarak zikretmiştir.
Tahavi, Şerhu Meani’l-Asar’da (4/287) isnadıyla
İkrime’den rivayet ediyor:

Ebu Hureyre radıyallahu anh dedi ki:
ﺍﻟﺼُّﻮﺭَﺓُ ﺍﻟﺮَّﺃْﺱُ , ﻓَﻜُﻞُّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻟَﻴْﺲَ ﻟَﻪُ ﺭَﺃْﺱٌ , ﻓَﻠَﻴْﺲَ
ﺑِﺼُﻮﺭَﺓٍ
“Suret baştır. Başı olmayan şeyler suret değildir.” Bunun isnadında mübhem bir ravi vardır.

Ebu Davud, Mesailu Ahmed’de (1676) ve Beyhaki (7/270) sahih isnadla İkrime’den rivayet ediyor:

İbn Abbas radıyallahu anhuma dedi ki:
ﺍﻟﺼُّﻮﺭَﺓُ ﺍﻟﺮَّﺃْﺱُ ﻓَﺈِﺫَﺍ ﻗُﻄِﻊَ ﺍﻟﺮَّﺃْﺱُ ﻓَﻠَﻴْﺲَ ﺑِﺼُﻮﺭَﺓٍ
“Suret baştır. Baş kesilirse suret olmaz.”

(Bkz.: Şeyh Mukbil, Hukmu Tasviri Zevati’l-Ervah (s.16)

İbn Abbas radıyallahu anhuma bunu Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den merfu olarak da rivayet etmiştir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki:

ﺍﻟﺼﻮﺭﺓُ ﺍﻟﺮﺃﺱُ، ﻓﺈﺫﺍ ﻗُﻄﻊَ ﺍﻟﺮﺃﺱُ ﻓﻼ ﺻﻮﺭﺓَ
“Suret baştır. Baş kesilirse suret
kalmaz .”

(İsmaili, Mu’cemu’ş-Şuyuh (298)
Deylemi (3870) el-Elbani es-Sahiha (1921) Şeyh Mukbil, el-Burkan (s.72)

20 Kasım 2013 Çarşamba

Sünnetin Dindeki Yeri

Sünnetin Dindeki Yeri

Sünnet, Peygamber Efendimiz'den Kur'an dışında sadır olmuş her türlü söz, fiil ve takrirlerden oluşmaktadır. Daha kısa ve fıkıh usulü alimlerinin anlayışına uygun bir anlatımla "Sünnet, Allah Resülü'nün söz, fiil ve takrirlerinden ibarettir." Şer'î delillerin ikincisi olan sünnetin tarifinde "peygamberlik" kaydı, vaz geçilmez unsurdur. Böylece sevgili Peygamberimiz'in, peygamberliğinin başlangıcından vefatına kadar, Kur'an dışında söylemiş olduğu her söz veya yaptığı her fiil sünnet içinde yerini almış olmaktadır. Bu söz ve fiillerin ümmete yönelik genel bir hüküm getirmiş olması ile özel kişilere veya kendi zatına yönelik olması arasında hiç bir fark yoktur. Yine onun fiilinin yaratılışla ilgili (cibillî) olup olmaması da neticeyi değiştirmez. Bütün bunlar, sonuçta farklı hükümlere bağlansa bile, "Peygamber'den sadır olan söz ve fiiller" olarak "sünnet" kavramı ve kapsamı içindedir. Kimine vacip, kimine mendup, kimine mekruh v.s. denilmesi, kiminin ümmetin tamamına yönelik, kimilerinin belli bazı kişilere has olması ayrı bir konudur.
Yalnız burada bir kere daha işaret edelim ki, Hz. Peygamber'in sözlerini "sünnet" kavramından ayrı düşünmek isteyenlere, buna gerekçe olarak da başlangıçta sünnet denilince Hz. Peygamber'in sadece fiillerinin anlaşıldığını, sözlerinin o çerçevede düşünülmediğini ileri sürenlere iltifat edilmemelidir.
Bu kapsamdaki sünnetin delil olduğunda bütün müslümanlar icma etmişlerdir. Yani "sünnet"'in dinde delil olmadığını söyleyen hiçbir kimse veya grup bulunmamaktadır.
Öte yandan, Kitab'ın Sünnet'e göre üstün olduğu konusunda da bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Zira Kitap, lafız olarak Allah katından indirilmiş, ibadetlerde okunması emredilmiş, bütün bir insanlık en küçük süresinin benzerini getirmekten aciz kalmış ilahî bir beyandır. Sünnet ise bu vasıflara sahip değildir. Bu açıdan bakıldığı zaman, delillerin sıralanmasında sünnet, elbette Kitap'tan sonra gelmektedir.
Kur'an'da sünnetin hukukî delil olduğunu gösteren ayetler bulunmaktadır. Bu sebeple sünnete ait her hangi bir delilin, mesela çelişki halinde olduğu sanılan bir ayetin zahirini korumak maksadıyla dikkate alınmaması, sünnetin delilliğini gösteren ayetlerin tamamının dikkate alınmaması anlamına gelir.
Diğer taraftan Peygamber'in mucize göstermesi, rabbinden tebliğ ettiği şeylerin güvenilir, doğru ve hatadan korunmuş olduğunu isbat eder. Demek oluyor ki Kitap ve Sünnet'ten her biri yek diğerini desteklemekte ve doğrulamaktadır. Dinde delil oldukları da aynı derecede kesindir.
İmam Şafiî'nin ifadesiyle Kur'an'ın okunan, sünnetin rivayet olunan vahiy olması, önce bu kaynak birliği içindeki iki delil arasında herhangi bir çelişkinin bulunmamasını gerekli kılar. Buna bağlı olarak da şayet görünürde bir çelişki varsa, bu takdirde, her ikisi de ayet olsaydı ne yapılacak idiyse öyle hareket edilmesi lazım gelir. Biri sünnet delilidir, ötekisi Kitap'tır deyip hemen birincisinden vazgeçme şeklinde bir yola gidilmemeli, gerekli ilmî araştırma yapılmak suretiyle cem-te'lif, nesh veya tercih gibi çözüm yollarına baş vurulmalıdır.
Sünnet, Kur'an karşısında üç görev üstlenmiştir: Te'kid, tefsir, teşrî'.
Te'kid: Sünnet herhangi bir hükme Kur'an gibi delalet eder, yani her yönüyle Kur'an'ın hükmüne uygun bir beyanda bulunur. Mesela, "Namazı kılın ve zekatı verin", "Ey inananlar, oruç size farz kılındı", "Kabe'ye gitmeye yol bulabilene haccetmek Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır" ayetlerinde mutlak olarak ifade buyurulan İslam'ın şartlarını bir de "İslam beş temel üzerine kurulmuştur" 1 hadisi, -uygulamaya yönelik hiç bir açıklama getirmeksizin- sadece hüküm açısından beyan etmektedir. Yine "Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin..." 2ayeti ile "Hiç bir müslümanın malı, kendi gönül rızası bulunmadan helal olmaz" 3 hadisi tam bir uyum içinde aynı manayı ifade etmektedirler.
Burada akla, sünnetin Kur'an'a verdiği destek ve teyid, Kur'an için bir kıymet ifade eder mi? şeklinde bir soru takılabilir. Bu husus, Sünnet ile Kur'an arasındaki kaynak birliğinden doğan bir uyumu göstermesi yönüyle ele alınmalıdır. Kur'an için değilse bile, Kur'an'ın muhatapları açısından sünnetin teyid ve te'kidi elbette büyük bir anlam ifade eder. Buradaki beraberlik, diğer noktalardaki birlikteliğin ve uyumun göstergesi olarak kabul edilmelidir.
Tefsir veya beyan: Sünnet, Kur'an'da bulunan herhangi bir hükmü herhangi bir yönden açıklar. Buna genellikle, kısaca temas edilmiş (mücmel) hükümlerle, anlaşılması kolay olmayan (müşkil) hükümlerin açıklanması, mutlak hükümlerin belli kayıtlara bağlanması (takyid), genel hükümlerin özelleştirilmesi (tahsis) denilmektedir. Mesela namaz ve zekatın uygulama biçim, ölçü ve şekillerine açıklık getiren hadisler, yine "beyaz iplik siyah iplikten sizin için ayırt edilinceye kadar” 4ayetindeki beyaz ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu belirten hadisler ve yine "inanıp da imanlarına herhangi bir zulüm bulaştırmayanlar.." 5 ayetindeki zulümden kastın, "şirk" olduğunu açıklayan hadis, sünnetin bu özelliğini ortaya koymaktadır.
Sünnetin en yoğun şekilde icra ettiği görev Kitab'ı açıklamaktır. Bu sebeple "Sünnet Kitab'ın açıklayıcısıdır" denilmiş ve Kitap ile Sünnet arasındaki ilişki de açıklayan-açıklanan (mübeyyin-mübeyyen) alakası olarak tesbit edilmiştir.
Sünnetin bu iki fonksiyonu (te'kid ve tefsir) hakkında İslam bilginleri arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.
Teşrî: Kur'an'ın herhangi bir hüküm getirmediği konuda sünnetin bir hüküm ortaya koyması demektir. Bu konu alimler tarafından tartışılmıştır. Bazı alimler, "Allah Teala, Peygamber'e itaati farz kılmış ve Peygamber'in kendi rızasına uygun davranacağını bildiği için Kitap'ta hükmü belirtilmeyen konularda Peygamber'e hüküm koyma yetkisi vermiştir" dediler. Bazıları da "Hiç bir sünnet yoktur ki, onun mutlaka Kur'an'da bir aslı bulunmasın. Namazın nasıl kılınacağını gösteren sünnetin, namazın kılınması emrini getiren ayete dayandığı gibi diğer konulardaki teşriî sünnetler de mutlaka bir ayete dayanır. Peygamber neyi haram veya helal kılmışsa, onları Allah tarafından bir açıklama olmak üzere ortaya koymuştur" dediler.
Bir kısım alimler de, "Peygamberin sünnet olarak ortaya koyduğu her şey, onun kalbine Allah Teala tarafından konulan hikmetten ibarettir. Peygamber'in kalbine konulan şey, onun sünneti olmaktadır" dediler.
Bu görüşler sünnetin müstakil olarak hüküm getireceğinde birleşmekte, sadece Peygamber'in tek başına ortaya koyduğu hükmü, doğrudan doğruya Allah'ın yardımına dayanarak kendiliğinden mi ortaya koyduğu, yoksa kendisine vahiy mi edildiği, ya da kalbine ilka ve ilham mı edildiği noktasında biribirlerinden ayrılmaktadırlar. İhtilaf aslında işte bu değerlendirme ve ifadelendirme noktasında yoğunlaşmaktadır.
Kitap'ta olmayan bir hükmü sünnetin belirlemesi Kitab'a muhalefet anlamına gelmez mi? diye sorulabilir. Buna şöyle cevap vermek mümkündür:

Kitap üzerine yapılan ziyade şu üç halde bulunabilir:
1. O konu Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından ortaya konulmamış olur.
2. Var olan bir hükmü ortadan kaldırıcı (nasih) olabilir. (Tabii sünnetin mütevatir olması halinde bu ihtimal düşünülebilir)
3. Hükmü bir konuya tahsis edici (muhassıs) olabilir.
Bu demektir ki, Kitap üzerine ziyade -eğer böyle bir şey varsa- ya hükmü ortadan kaldırıcı (nasih) veya bir konuya ait kılıcı (muhassıs) olacaktır. Bu iki halde de iyi düşünüldüğü zaman iki yönün bulunduğu anlaşılacaktır:
a. Kitab'ın (yani ayetin) beyanı.
b. Kitab'ın bir açıklama getirmediği konudaki hükmü tek başına (müstakillen) açıklaması.
Muhassıs, bir taraftan genel olan nassın hükmünü, o hükme dahil olanların bir kısmıyla sınırlarken, diğer yandan da o genel nassın kapsamından çıkarılanların hükmünü tek başına beyan etmiş olur. Mesela "Bunların dışında kalanlar size helal kılındı" 6ayetinden sonra Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem "Kadının, halası ile aynı nikah altında birleştirilmesi haram olur. Nesep yoluyla haram olan, süt emme yoluyla da haram olur” 7buyurmuştur. Bu şu demektir: Ayetteki "bunların dışında kalanlar" ifadesinden maksat, dışında kalanların hepsi değil, bazılarıdır. Bu durumda ayet bu bazılarının helalliğine delalet etmiş, fakat hüküm dışında kalanların hükmünü açıklamamış olur. Resülullah'ın beyanı muhassıs olarak hem bu bazı fertlerin o genel hükmün dışında olduklarını, hem de hüküm dışına çıkarılmış olanların haramlığını açıklamış olur. Yani muhassıs hem ayetin hükmünü açıklar, hem de ayetin sükut ettiği noktanın hükmünü tek başına (müstakillen) ortaya koyar. Bu sebeple Kitab'ı tahsis, takyid veya nesh eden sünnete ait delillerin beyan ve müstakillik olmak üzere iki yönü bulunduğu dikkatten uzak tutulmamalıdır.
O halde yukarıdaki esas ve açıklamalar çerçevesinde sünnetin müstakillen teşri kaynağı olduğu açıklık kazanmaktadır. Fıkıh kitaplarında görülen "Bu konunun meşruiyeti sünnetle sabittir" ifadeleri de sünnetin müstakil teşri kaynağı kabul edildiğini gösterir. Mesela, mest üzerine mesh etmek, yağmur duası ve namazı, şüf'a, lukata, içki içene verilecek ceza bu tür konulardandır.
Burada şu hususa da dikkat edilmelidir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, herhangi bir hükmün tebliği konusunda hataya düşmekten korunmuştur. Bu hüküm ister vahy-i metlüv isterse vahy-i gayr-i metlüv ile indirilmiş olsun; ister müstakil hüküm koyucu, ister beyan edici veya isterse teyid edici olsun, hatadan korunmuşluk açısından farketmemektedir. Hatta şeriatın tamamı vahy-i gayr-i metlüv şeklinde yani sünnet olarak gönderilmiş olsaydı bile, o yine hataya düşmekten korunur, tebliği de bağlayıcı olurdu. Nitekim peygamber olarak gönderilmenin şartları arasında kendisine mutlaka bir kitap indirilme kaydı bulunmamaktadır. Öte yandan Allah Teala'nın, peygamberine kitabında indirmediği bir hükmü tebliğ etmesini emretmesine mani herhangi bir hal de söz konusu değildir. Zira "Allah yaptıklarından kimseye hesap verecek değildir".8
1 Buharî, îman,!, 2; Müslim, îman 19-22
2 Bakara süresi (2), 188
3 Ebü Davüd, Menasık 56
4 Bakara süresi ( 2), 187
5 En'am süresi (6), 82
6 Nisa süresi (4), 24
7 Buharî, Nikah 27; Müslim, Nikah 33
8 Enbiya süresi (21), 23

CENNET, CENNET NİMETLERİ VE CENNETLİKLERİN SIFATI

CENNET, CENNET NİMETLERİ VE CENNETLİKLERİN SIFATI

Ebu Hureyre'den (r.a.) nakledildiğine göre:
Peyamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve Celil Allah: Ben iyi kullarım için hiç bir gözün görmediği, hiç bir kulağın işitmediği ve hiç bir insanın kalbinden geçmeyen şeyler hazırladım, buyurdu." Allah'ın kitabında bunu tasdik eden delil şu ayettir: Artık yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne sevinçler saklandığını hiç kimse bilemez.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5050

Ebu Hureyre (r.a.)
Allah Resulü'nün (a.s.): "Şüphesiz Cennette bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölgesinde yüz sene yürür" buyurduğunu rivayet etmiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5054

Sehl b. Sa'd (r.a.)
Allah Resulü'nün (a.s.) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Şüphesiz Cennette bir ağaç vardır ki bir süvari onun gölgesinde yüz sene yürüse de gölgesini bitiremez."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5055

Ebu Saîd Hudrî'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.): "Şüphesiz Cennette öyle bir ağaç vardır ki bir süvari, süratli, talimli, iyi cins bir at ile yüz sene yürüse de onu bitiremez" buyurmuştur.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5056

Ebu Saîd Hudrî'den (r.a.) bildirildiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.): "Allah, Cennet ahalisine: Ey Cennet ahalisi! diye hitap buyurur. Onlar: Ey Rabbimiz! Sana iki defa icabet ederiz ve kullukta daimiz. Hayır senin iki elindedir derler. Allah: Razı oldunuz mu? buyurur. Kullar: Ya Rab! Nasıl razı olmayalım? Sen bize mahlûkatından hiç bir kimseye vermediğini ihsan buyurdun! derler. Allah: Bundan daha kıymetlisini vereyim mi? buyurur. Onlar: Ey Rabbimiz! Bundan daha kıymetli ne olabilir ki? derler. Bunun üzerine Allah: Ben size rıdvanımı (razımı) helal kılıyorum ve artık bundan sonra sizlere ebediyen kızmam! buyurur."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5057

Sehl b. Sa'd'dan (r.a.)
Allah Resulü'nün (a.s.): "Şüphesiz Cennet ehli Cennetteki köşkü, sizin gökte yıldızı gördüğünüz gibi göreceklerdir" buyurmuştur.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5058

Ebu Hureyre (r.a.)
Ebu'l-Kasım (a.s.) "Cennete ilk girecek zümre ayın on dördüncü gecesindeki sureti üzere girecekler. Bunların peşi sıra girenler de semadaki parlak yıldız suretinde geleceklerdir. Her birine iki zevce vardır. Bunların bacağının iliği etinin üstünden görünür. Ve Cennette bekar yoktur" buyurmuştur, dedi.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5062

Ebu Musa Eş'ari'den (r.a.) nakledildiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak mümin için Cennette içi boş bir tek inciden bir çadır vardır. Boyu altmış mildir. Mümine mahsus aileler vardır ki mümin onları dolaşıp ziyaret eder, fakat onlar birbirlerini görmezler."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5070

Ebu Hureyre'nin (r.a.) rivayet ettiğine göre:
Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve Celil Allah Adem'i kendi suretinde yarattı. Onun boyu altmış arşındır. Adem'i yaratınca: Haydi git de şu cemaate selam ver. Onlar oturan bir grup melekti. Sana ne cevap vereceklerini iyi dinle. Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyetinin selamı olacaktır, buyurdu. Bunun üzerine Adem gitti ve melekler topluluğuna: -esselamu aleyküm (selam size) dedi. Onlar da: -esselamu aleyke ve rahmetullah (selam ve Allah'ın rahmeti senin üzerine olsun) diye karşıladılar. Ve selamlarına "Ve Rahmetullah" cümlesini ziyade ettiler. Cennete giren herkes Adem'in suretinde ve altmış arşın uzunluğunda olacaktır. Ama Adem'den sonra insanlar ta şimdiye kadar kısalmaya devam etmiştir."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5075

Ebu Hureyre'nin (r.a.) anlattığına göre:
Hz. Peygamber (a.s.): "Siz Adem oğullarının yakmakta olduğunuz şu ateşiniz Cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir parçadır" buyurdu. Sahabeler: Ey Allah'ın Resulü! Vallahi bu bile yetecekmiş, dediler. Allah Resulü: "Cehennem ateşi her biri dünya ateşi sıcaklığı derecesinde olmak üzere üzerine altmış dokuz kat daha fazla kılındı" buyurmuştur.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5077

Ebu Hureyre (r.a.)
Allah Resulü'nün (a.s.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: "Cehennem ile Cennet münakaşa ettiler. Cehennem: Bana zalimler ve mütekebbirler girer dedi. Cennet: Bana zayıflar ve miskinler girer dedi. Aziz ve Celil Allah Cehenneme: Sen benim azabımsın. Dileyeceğim kimselere seninle azap ederim buyurdu. (Belki de: Dilediğime seninle isabet ederim demiştir). Cennete de: Sen benim rahmetimsin. Dilediğim kimselere seninle merhamet ederim. İkinizi de dolduracak vardır buyurdu."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5081

Enes b. Malik'in (r.a.) bildirdiğine göre:
Allah'ın Peygamber'i (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Cehennem durmadan: Daha var mı? diyecek. Nihayet İzzetin Rabbine Pak ve Yüce Allah ona ayağını koyar. Bunun üzerine Cehennem: İzzetine yemin ederim ki yeter, yeter! der ve parçaları birbirine dürülür."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5084

Ebu Saîd'in (r.a.) anlattığına göre:
Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurdu: "Kıyamet günü ölüm, alaca bir koç suretinde getirilir. (Ebu Kureyb şunu ziyade etti:) Cennet ile Cehennem arasında durdurulur. (Hadisin kalan kısmında ittifak etmişlerdir). Müteâkiben: Ey Cennet ahalisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? denilir. Cennetlikler hemen başlarını kaldırıp bakarlar ve: Evet, bu ölümdür derler. Sonra: Ey Cehennem ahalisi! Sizler bunu tanıyor musunuz? diye sorulur. Onlar da başlarını kaldırarak bakarlar ve: Evet, bu ölümdür derler. Bunu takiben koçun kesilmesi emrolunur ve derhal boğazlanır. Bundan sonra: Ey Cennet halkı! Cennette ebedi yaşıyacaksınız, artık ölüm yoktur. Ve ey Cehennem halkı! Sizler de ebedisiniz, artık ölüm yoktur denilir." Bundan sonra Allah Resulü şu ayeti okudu: Onları hasret günü ile korkut. Çünkü onlar hâlâ gaflet içinde ve hâlâ iman etmemişken iş bitmiş olur.Allah Resulü bu ayeti okurken eliyle dünyaya işaret etmiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5087

Abdullah b. Ömer (r.a.)
Allah Resulü'nün (a.s.) şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Allah, Cennetlikleri Cennete, Cehennemlikleri de Cehenneme sokar. Sonra aralarında bir tellal kalkıp: Ey Cennet ahalisi! Artık ölüm yoktur; ve: Ey Cehennem ahalisi! Artık ölüm yoktur. Herkes bulunduğu yerde ebedidir! diyecektir."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5088

Ebu Hureyre (r.a.)
Allah Resulü'nün (a.s.): "Kâfirin avurt dişi (yahut azı dişi) Uhud (dağı) kadar, derisinin kalınlığı da üç günlük mesafedir" buyurduğunu bildirmiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5090

Ebu Hureyre (r.a.) Allah Resulü'ne isnat ettiği hadiste Allah Resulü (a.s.):
"Cehennemde kâfirin iki omuzu arası, hızlı giden bir süvarinin üç günlük yolu kadardır" buyurmuştur.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5091

Harise b. Vehb Huzai (r.a.)
Hz. Peygamber (a.s.) den şunları işittiğini söylemiştir: Peygamber: "Size Cennet ehlini haber vereyim mi?" buyurdu. Sahabeler: Evet, dediler. Allah Resulü: Zayıf olan ve halk tarafından zayıf görülen her mümin (Cennetlik) dir. Allah'a yemin etse, muhakkak ki Allah onu yemininde doğru çıkarır, buyurdu. Sonra da: "Size Cehennem ehlini haber vereyim mi?" buyurdu. Sahabeler: Evet, dediler. Allah Resulü: Her katı yürekli, düşman ve kibirli kimsedir, buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5092

Abdullah b. Zema (r.a.) şöyle anlatır:
Allah Resulü (a.s.) hutbe okudu da deveyi ve onu boğazlayanı anarak şöyle buyurdu: Semud kavminin en aşağılığı fırladığı zaman..."Buna, Ebu Zema gibi kuvvetli, şirret bir adam kalkıştı" buyurdu. Sonra Allah Resulü kadınlardan bahsederek onlar hakkında öğütler verdi ve: "Sizden biriniz karısını ne zamana kadar dövecek?" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5095

Ebu Hureyre (r.a.) şöyle anlatır:
Allah Resulü (a.s.): "Ben şu Kaab oğullarının atası Amr b. Luhay b. Kama b. Hındifi, Cehennemde bağırsaklarını sürüklerken gördüm" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5096

Hz. Aişe (r.ah.),
Allah Resulü'nden (a.s.) şunları işittiğini söylemiştir: "İnsanlar Kıyamet gününde yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunurlar." Ben de: Ey Allah'ın Resulü! Kadın ve erkekler beraber olup birbirlerine bakacaklar mı? dedim. Allah Resulü: "Ey Aişe! Mesele, birbirlerine bakmalarından çok daha vahim" buyurdular.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5102

İbn Abbas (r.a.)
Hz. Peygamber'i (a.s.) hutbede şöyle buyururken işitmiştir: "Muhakkak ki sizler Allah'a yürüyerek, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak kavuşacaksınız!"
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5103

Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar üç fırka olarak haşredilecekler: Birinci fırka, istekliler, korkanlar. İkinci fırka, İki kişi bir deve üzerinde, üçü bir deve üzerinde, dördü bir deve üzerinde ve on kişi bir deve üzerinde olanlar. Geri kalanlarını da Cehennem toplayacak; nerede geceyi geçirirlerse, o ateş de onlarla beraber geceler. Onlar nerede istirahat ederlerse o da onlarla beraber istirahat eder. Sabahladıkları yerde onlarla beraber sabahlar. Akşamladıkları yerde, onlarla beraber akşamlar."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5105

Abdullah b. Ömer (r.ahm.),
Hz. Peygamber'in (a.s.) İnsanlar alemlerin Rabbi için kalkacağı günayeti hakkında şöyle buyurduğunu haber vermiştir: "İnsanlardan her biri kulaklarının yarı yerlerine kadar tere batmış olarak kalkacaktır."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5106

Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet edildiğine göre:
Allah Resulü (a.s.) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz Kıyamet günü ter, yerin içine yetmiş kulaç işleyecektir. Ve hiç şüphesiz insanların ağızlarına yahut kulaklarına kadar ulaşacaktır." Ravi Sevr, bunların hangisini söylediğinde tereddüt etmiştir.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5107

İbn Ömer'in (r.ahm.) bildirdiğine göre:
Resulüllah (a.s.) şöyle buyurdu: "Sizden biriniz vefat ettiğinde, sabah ve akşam ona oturacağı makamı gösterilir. O kimse Cennet ehlinden ise, Cennetlik; ateş ehlinden ise Cehennemlik olacaktır. Ve ona: Kıyamet günü Allah seni oraya gönderinceye kadar işte senin yerin budur, denilir."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5110

Ebu Eyyûb (r.a.)
Bir gün güneş battıktan sonra Allah Resulü (a.s.) dışarı çıktı ve bir ses işitti: Bunun üzerine: "Yahudiler kabirlerinde azap görüyorlar" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5114

Enes b. Malik (r.a.)
Allah'ın Peygamber'i (a.s.) şöyle buyurdu demiştir: "Kul, kabrine konduğu ve arkadaşları geri dönüp gittikleri zaman onların ayakkabılarının seslerini şüphesiz işitir. Buyurdular ki: İki melek gelip onu oturtarak: Şu adam hakkında ne derdin? diye sorarlar. Mümin: Onun Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet ederim diye cevap verir. Bunun üzerine ona: Cehennemdeki yerine bak! Allah onun yerine sana Cennetten bir yer verdi, denilir." Allah'ın Peygamber'i: "O iki makamını birden görür" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5115

Bera b. Azib'den (r.a.) nakledildiğine göre:
Hz. Peygamber (a.s.): Allah, iman edenleri sabit sözle yerlerinde tutarayeti kabir azabı hakkında indi. Kabirde ölüye: Rabbin kimdir? diye sorulur. O da: Rabbim Allah ve Peygamberim Muhammed'dir der. İşte, Aziz ve Celil Allah'ın: Allah, iman edenleri dünya hayatında da Ahirette de sözlerinde sabit tutar...ayeti budur, buyurmuştur.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5117

Hz. Aişe (r.ah.)
Allah Resulü (a.s.): "Kıyamet gününde kim hesaba çekilirse azap görecektir" buyurdu. Bunun üzerine ben: Aziz ve Celil Allah İşte kolayca bir hesaba çekilirbuyurmamış mı? dedim. Resulüllah: "O hesap değildir. Bu dediğin ancak arzdır. Kıyamet gününde hesapta tartışılan kimse azap görecektir" buyurdu.
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5122

Abdullah b. Ömer (r.ahm.)
Allah Resulü'nü (a.s.) şöyle buyururken işittiğini söylemiştir: "Allah bir kavme azap etmek isteyince o kavim içinde bulunan her ferde azap isabet eder. Sonra herkes amellerine göre diriltilirler."
Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 5127

19 Kasım 2013 Salı

Peygamberlerin tevbesi


 
 بســـم الله الرحمن الرحيم

  
 
Peygamberlerin tevbesi

Yüce Allah Hz. Âdem, Nûh ve onlardan sonra, Peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed'e -salat ve selâm hepsinin üzerine olsun- kadar gelen bazı peygamberlerin tevbesi hakkında bilgi vermektedir.

Meselâ Kur'ân'ın son indirilen sûrelerinden birisi olan Nasr sûresinde Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Allah'ın yardımı ve fethi geldiği"

"Ve insanların dalga dalga Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman."

"Rabb'ine hamdederek tesbih et. O'ndan mağfiret dile. Çünkü o, tevbeleri çok kabul edendir." (Nasr, 110-1-3)

Öte yandan Hz. Âişe Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem)'ın rükû ve secdesinde genellikle şöyle duâ ettiğini rivayet etmektedir:

سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ رَبَّنا وَبِحَمْدِكَ ،اللَّهُمَّ اغفِر لي

"Rabbimiz olan Allah’ım! Seni her türlü noksan sıfatlardan tenzih eder ve hamdinle seni tesbih ederim. Allah’ım! Beni bağışla."

(Buhari, ezan bahsi, c. 1, s. 199; Kitabût-Tefsir, c. VI, s. 93; Müslim, Kitab-üs-Salât, c.1, s. 350; H. No 484; Ebû Dâvud, Kitab-us-Salât, Ah-med, El-Müsned, c. VI, s. 43, 49,190)

Nitekim Rasûlullah henüz böyle duâ etmezden önce Cenâb-ı Hak kendisine şu âyeti indirmiştir:

"Andolsun Allah, peygamberi ve güçlük saatinde ona uyan muhacirleri ve ensârı affetti. O zaman içlerinden bir kısmının kalpleri kaymaya yüz tutmuş iken yine de onların tevbesini kabul buyurdu. Çünkü o, onlara karşı çok şefkatli, çom merhametlidir." (Tevbe, 9/17)

Konu ile alâkalı olarak Rasûlullah da şöyle buyurmuştur:

"Ey insanlar! Rabbinize tevbe edin; canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, ben günde yetmiş kereden fazla "estağfurullah'e ve etûbû ileyh" (Allah'tan mağfiret dilerim ve O'na tevbe ederim) derim."

(Buhârî, Kitâbü'd-Deavât (Dualar kitabı) c. VII, s. 145)

Öte yandan Müslim, el-Eğar el-Müzenî'den, Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmektedir. Rasûlullah -salat ve selâm üzerine- şöyle buyurdu:

"Elbette benim kalbimde bulutlanır; bundan dolayı günde yüz defa "estağfırullah" (Allah'dan mağfiret dilerim) derim."

(Müslim, Kitâb-üz-Zikir, c. III, s. 2075; H. No 41; Beyhâkî, Şuab'ul-İman, 47. Şu'be)

İbn Ömer aynı konu ile ilgili şöyle bir hadis rivayet etmektedir:

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in bir mecliste, yüz kez şöyle duâ ettiğini saydık:

"Rabb'im, beni bağışla; tevbemi kabul buyur. Kuşkusuz sen tevbeleri çokça kabul buyuran ve günahları çokça bağışlayansın."

(Ebû Dâvud, K. Salât, c. II, s. 178, H. No 1616; Tirmizl, Kit. Dualar, c. V, s. 494, H. No 3434 İbn Mâce, K. Edeb, c. II, s. 1253, H. No 3814; Nesâî, Amel-ül-Yevm vel-Leyle, H. No 458; Buhârî, Edeb'ül-Müfred, s. 162, H. No 618; İbn Hibbân, Sahih, s. 2459)

Buhârî, Müslim, Ebû Musa'dan, Rasûlullah'ın şöyle duâ ettiğini nakletmektedir:

"Allah'ım işlerimdeki hatalarımı, bilgisizliğimi ve aşırılığımı bağışla. Zira sen onu benden çok daha iyi bilirsin. Allah'ım şakamı, ciddiyetimi, hatamı ve kastımı bağışla; ki bunların tamamı benim katımdandır; benden meydana gelen durumlardır. Allah'ım yapıp öne sürdüğüm yapmayıp ertelediğim, açıktan yaptığım şeyler için beni mağfiret et. Çünkü bunların hepsini sen benden iyi bilirsin. Öne alan sonraya bırakan gerçekte Sensin ve Sen herşeye güç yetirensin."

(Buhâri, K. Dualar, c. VII; s. 166; Müslim, Zikir k. c. III, s. 2087; H. No 70)

Gene Buhârî ve Müslim, Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini aktarmaktalar:

Ebû Hüreyre anlatıyor:

Rasûlullah'a:

"Ey Allah'ın elçisi, namazda tekbir ile kıraat arasında hangi duayı okuyorsun?" diye sorduğumda şöyle duâ ettiğini söyledi:

"Allah'ım! Doğu ile batının arasını birbirinden uzaklaştırdığın gibi benimle hatalarımın arasını da birbirinden uzaklaştır. Allah'ım! Beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi beni de hatalarımdan temizle. Allah'ım! Beni kar, buz ve soğuk su ile hatalarımdan yıka."

(Buhâri, Kitab-ül-Ezân, c. 1, s. 180; Müslim, K. Mesâcîd, c. I, s. 419, H. 147. Ebû Dâvud, K. Salât, c. 1, s. 493, H. No 781; Nesâî, c. II, s. 129; İbn Mâce, c. 1, s. 263, H. No 508; Ahmed, c. II, s. 494)

Ancak Müslim ve diğer bazı hadis kaynakları Rasûlullah'ın, başını rükû'dan kaldırdığı zaman bu duayı okuduğunu ifade etmişler.

(Müslim, c. 1, s. 346-347, H. No 204; Abdullah b. Ebû'l-Evfâ, Rasûlullah'ın şöyle duâ ettiğini rivayet etmiş: "Allah'ım! Gökler yer ve bunların dışında dilediğin şeyler doluşunca hamd sana aittir. Allah'ım beni kar, buz ve soğuk su ile günahlarımdan temizle; Allah'ım! Beyaz elbisenin kirden temizlendiği gibi beni günah ve hatalarımdan temizle." Ayrıca-Ahmed, El-Müsned, c. IV, s. 354)

Gene Müslim, Hz. Ali'den Rasûlullah'ın iftitah tekbiri (namaza başlama tekbiri)nin ardından şu duayı okuduğunu rivayet etmektedir:

"Allah’ım! Sen, Meliksin. Sen’den başka ibadete layık ilah yoktur. Sen benim Rabbimsin, ben ise senin kulunum. Nefsime zulmettim, günahımı itiraf ettim. Benim bütün günahlarımı affet. Muhakkak ki günahları senden başka affedecek yoktur. Allah’ım! Beni en iyi ahlaka yönelt. Sen’den başka beni en iyi ahlaka yöneltecek yoktur. Kötü ahlakı benden uzaklaştır. Senden başka kötü ahlakı benden uzaklaştıracak yoktur. Buyur, Senin emrindeyim. Hayırların hepsi senin elindedir. Şer sana nisbet edilmez. Ben seninim ve sana döneceğim. Sen Mübareksin, yücesin. Sana tevbe eder ve günahımın bağışlanmasını senden dilerim."

Yine Müslim Sahih'inde, Rasûlullah'ın secdede iken şöyle duâ ettiğini kaydetmiş:

"Allah'ım! Küçük-büyük, gizli-açık, önce ve sonra yaptığım günahların hepsini mağfiret et."

(Müslim, Kitab'üs-Salât, c.1, s. 350, H. No 216; Ebû Hüreyre'den; E. Dâvud, c. I, s. 547, H. No 878)

Öte yandan Sünen sahipleri, Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) at vb. binek hayvanına binerken şöyle duâ ettiğini İmâm Ali'den rivayet etmişlerdir:

"Bunu bizim emrimize veren Allah'ın şanı yücedir. Yoksa biz bunu hizmetimize yanaştıramazdık".

(Zuhrûf, 43/13) (Ebû Dâvud, Kitab'ül-Cihâd, c. III, s. 77, H. No 2602; Tirmizî, K. Da'avat, c. Vs. 501, H. No 3446; Nesâî, Amel'ül-Yevm Vel-leyle, s. 502; İbn Hibbân Sahih, s. 2380-2381; Hâkim, el-Müstedrek, c. II, s. 98-99; Beyhâkî, Sünen c. V, s. 252)

Rasûlullah ardından tekbir alır ve hamd eder sonra şöyle duâ ederdi:

"Senin şanın yücedir. Ben kendime zulmettim. Beni mağfiret eyle. Çünkü Senden başka günahları mağfiret eden yoktur."

Ardından gülerek şöyle buyurdu Rasûlullah:

"Rabb, kulunun "beni bağışla; çünkü günahları Senden başka bağışlayacak hiç kimse yoktur" şeklinde duâ etmesinden hoşlanır ve şöyle der:

"Kulum, benden başka günahları hiç kimsenin bağışlamayacağını öğrenmiş."

Cenâb-ı Hak Resûl'e şöyle duâ etmesini buyurdu:

"Kendinin, mü'min erkek ve mü'min kadınların günahı için mağfiret dile." (Muhammed, 47/19)

Devamla şöyle buyuruyor yüce Allah:

"Biz sana apaçık bir fetih verdik"

"Tâ ki Allah, senin günahından, geçmiş ve gelecek olanı bağışlasın, bütün tasalarını gidersin. Ve Sana olan nimetini tamamlasın ve Seni doğru bir yola iletsin." (Feth, 48/1-2)

Buhârî ve Müslim, şefaat hadisinde Rasûlullah'ın şöyle buyurduğunu kaydetmişler:

"Kıyamet günü kendisinden şefaat dileğinde bulunanlara Mesih şöyle diyecek: "Muhammed'e gidin. Çünkü O, Allah'ın geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışladığı bir kuldur."

(Buhârî ve Müslim bu hadisi. Enes'ten rivâyet etmişler; Kitabu't-Tevhîd, c. VIII, s. 173; Müslim, K. İman, c. 1, s. 180, H. No 193; Beyhâki,Şuab'ul-İman H. No 303)

Yine Buhârî Sahih'inde şu hadisi nakletmiş:

"Rasûlullah ayakları şişinceye dek ibadet ederdi:

Bunu görenler kendisine:

"Neden böyle yapıyorsun, oysa Allah senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını bağışlamıştır?" diye sorduklarında Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):

"Rabbine şükreden bir kulda mı olmayayım." diye cevap verdi.

( Buhârî Kitabu't -Tefsir, c. VI, s. 44; Beyhâkî, Şuab'ul-İman, 33. Şube)

Bu konu ile ilgili kitab ve sünnette birçok nâss vardır.

17 Kasım 2013 Pazar

Cin Musallat Olmuş Kişiye Okunacak Ayetler

Cin Musallat Olmuş Kişiye Okunacak Ayetler

Cinin musallat olduğu kişi, abdestli olarak yüzü kıbleye gelecek şekilde oturur. Aşağıdaki ayetleri okuyacak kişide hastanın sağ tarafına ve yüzü hastanın sağ omuzuna bakacak şekilde oturur.

Ama bu ayetleri okuyacak kişinin, Kur’an’ı ve Sünneti iyi bilmesi gerekir!

Fatiha Suresi

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم ﴿1﴾ الْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ ﴿2﴾ الرَّحْمَانِ الرَّحِيمِ ﴿3﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ﴿4﴾ إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ﴿5﴾ اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ ﴿6﴾ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ ﴿7﴾

Bakara Suresi 1. Ayetten 5. Ayete Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

الم ﴿1﴾ ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ ﴿2﴾ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ ﴿3﴾ وَالَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَبِالأَخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ ﴿4﴾ أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿5﴾

Bakara Suresi 163. ve 164. Ayetler

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

وَإِلَهُكُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الرَّحْمَانُ الرَّحِيمُ ﴿163﴾ إِنَّ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَاخْتِلاَفِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتِي تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِمَا يَنفَعُ النَّاسَ وَمَا أَنزَلَ اللهُ مِنْ السَّمَاءِ مِنْ مَاءٍ فَأَحْيَا بِهِ الأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاءِ وَالأَرْضِ لاَيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ ﴿164﴾

Bakara Suresi 255. Ayet Yani Ayete’l-Kürsi

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

اللهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ لاَ تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلاَ نَوْمٌ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مَنْ ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ يَعْلَمُ مَا بَيْنَ أَيْدِيهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ وَلاَ يُحِيطُونَ بِشَيْءٍ مِنْ عِلْمِهِ إِلاَّ بِمَا شَاءَ وَسِعَ كُرْسِيُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ وَلاَ يَئُودُهُ حِفْظُهُمَا وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظِيمُ ﴿255﴾

Bakara Suresi 285. ve 286. Ayetler

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِنْ رَبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِنْ رُسُلِهِ وَقَالُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ ﴿285﴾ لاَ يُكَلِّفُ اللهُ نَفْسًا إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنْتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ ﴿286﴾

Âl-i İmran Suresi 1. ve 2. Ayetler

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

الم ﴿1﴾ اللهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ ﴿2﴾

Âl-i İmran Suresi 18. ve 19. Ayetler

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

شَهِدَ اللهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُولُوا الْعِلْمِ قَائِمًا بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿18﴾ إِنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ إِلاَّ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَهُمْ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَنْ يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللهِ فَإِنَّ اللَّهَ سَرِيعُ الْحِسَابِ ﴿19﴾

Âraf Suresi 54. 55. ve 56. Ayetler

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

إِنَّ رَبَّكُمُ اللهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ ﴿54﴾ ادْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً إِنَّهُ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ ﴿55﴾ وَلاَ تُفْسِدُوا فِي الأَرْضِ بَعْدَ إِصْلاَحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَةَ اللهِ قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ ﴿56﴾

Hicir Suresi 80. Ayetten 84. Ayete Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

وَلَقَدْ كَذَّبَ أَصْحَابُ الْحِجْرِ الْمُرْسَلِينَ ﴿80﴾ وَآتَيْنَاهُمْ آيَاتِنَا فَكَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ ﴿81﴾ وَكَانُوا يَنْحِتُونَ مِنْ الْجِبَالِ بُيُوتًا آمِنِينَ ﴿82﴾ فَأَخَذَتْهُمْ الصَّيْحَةُ مُصْبِحِينَ ﴿83﴾ فَمَا أَغْنَى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿84﴾

Mü’minun Suresi 115. Ayetten 118. Ayete Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لاَ تُرْجَعُونَ ﴿115﴾ فَتَعَالَى اللهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْكَرِيمِ ﴿116﴾ وَمَنْ يَدْعُ مَعَ اللهِ إِلَهًا آخَرَ لاَ بُرْهَانَ لَهُ بِهِ فَإِنَّمَا حِسَابُهُ عِنْدَ رَبِّهِ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الْكَافِرُونَ ﴿117﴾ وَقُلْ رَبِّ اغْفِرْ وَارْحَمْ وَأَنْتَ خَيْرُ الرَّاحِمِينَ ﴿118﴾

Sâffat Suresi 1. Ayetten 10. Ayet Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

وَالصَّافَّاتِ صَفًّا ﴿1﴾ فَالزَّاجِرَاتِ زَجْرًا ﴿2﴾ فَالتَّالِيَاتِ ذِكْرًا ﴿3﴾ إِنَّ إِلَهَكُمْ لَوَاحِدٌ ﴿4﴾ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَرَبُّ الْمَشَارِقِ ﴿5﴾ إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ ﴿6﴾ وَحِفْظًا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ مَارِدٍ ﴿7﴾ لاَ يَسَّمَّعُونَ إِلَى الْمَلاَ الأَعْلَى وَيُقْذَفُونَ مِنْ كُلِّ جَانِبٍ ﴿8﴾ دُحُورًا وَلَهُمْ عَذَابٌ وَاصِبٌ ﴿9﴾ إِلاَّ مَنْ خَطِفَ الْخَطْفَةَ فَأَتْبَعَهُ شِهَابٌ ثَاقِبٌ ﴿10﴾

Ahkaf Suresi 29. Ayetten 32. Ayete Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

وَإِذْ صَرَفْنَا إِلَيْكَ نَفَرًا مِنْ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْآنَ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُوا أَنْصِتُوا فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا إِلَى قَوْمِهِمْ مُنْذِرِينَ ﴿29﴾ قَالُوا يَاقَوْمَنَا إِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا أُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسَى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْدِي إِلَى الْحَقِّ وَإِلَى طَرِيقٍ مُسْتَقِيمٍ ﴿30﴾ يَاقَوْمَنَا أَجِيبُوا دَاعِيَ اللهِ وَآمِنُوا بِهِ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ ﴿31﴾ وَمَنْ لاَ يُجِبْ دَاعِيَ اللهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الأَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِهِ أَولِيَاءُ أُولَئِكَ فِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ ﴿32﴾

Rahman Suresi 33. Ayetten 36. Ayete Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

يَامَعْشَرَ الْجِنِّ وَالأَنسِ إِنْ اسْتَطَعْتُمْ أَنْ تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ فَانفُذُوا لاَ تَنفُذُونَ إِلاَّ بِسُلْطَانٍ ﴿33﴾ فَبِأَيِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ﴿34﴾ يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلاَ تَنتَصِرَانِ ﴿35﴾ فَبِأَيِّ آلاَءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ ﴿36﴾

Haşr Suresi 21. Ayetten 24. Ayete Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

لَوْ أَنْزَلْنَا هَذَا الْقُرْآنَ عَلَى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللهِ وَتِلْكَ الأَمْثَالُ نَضْرِبُهَا لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿21﴾ هُوَ اللهُ الَّذِي لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ هُوَ الرَّحْمَانُ الرَّحِيمُ ﴿22﴾ هُوَ اللهُ الَّذِي لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلاَمُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿23﴾ هُوَ اللهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الأَسْمَاءُ الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ ﴿24﴾

Cin Suresi 1. Ayetten 9. Ayete Kadar

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

قُلْ أُوحِيَ إِلَيَّ أَنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِنْ الْجِنِّ فَقَالُوا إِنَّا سَمِعْنَا قُرْآنًا عَجَبًا ﴿1﴾ يَهْدِي إِلَى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَا أَحَدًا ﴿2﴾ وَأَنَّهُ تَعَالَى جَدُّ رَبِّنَا مَا اتَّخَذَ صَاحِبَةً وَلاَ وَلَدًا ﴿3﴾ وَأَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَفِيهُنَا عَلَى اللهِ شَطَطًا ﴿4﴾ وَأَنَّا ظَنَنَّا أَنْ لَنْ تَقُولَ الأَنسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللهِ كَذِبًا ﴿5﴾ وَأَنَّهُ كَانَ رِجَالٌ مِنْ الأَنسِ يَعُوذُونَ بِرِجَالٍ مِنْ الْجِنِّ فَزَادُوهُمْ رَهَقًا ﴿6﴾ وَأَنَّهُمْ ظَنُّوا كَمَا ظَنَنتُمْ أَنْ لَنْ يَبْعَثَ اللهُ أَحَدًا ﴿7﴾ وَأَنَّا لَمَسْنَا السَّمَاءَ فَوَجَدْنَاهَا مُلِئَتْ حَرَسًا شَدِيدًا وَشُهُبًا ﴿8﴾ وَأَنَّا كُنَّا نَقْعُدُ مِنْهَا مَقَاعِدَ لِلسَّمْعِ فَمَنْ يَسْتَمِعْ اﻵنَ يَجِدْ لَهُ شِهَابًا رَصَدًا ﴿9﴾

A’la Suresi

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

سَبِّحْ اسْمَ رَبِّكَ الأَعْلَى ﴿1﴾ الَّذِي خَلَقَ فَسَوَّى ﴿2﴾ وَالَّذِي قَدَّرَ فَهَدَى ﴿3﴾ وَالَّذِي أَخْرَجَ الْمَرْعَى ﴿4﴾ فَجَعَلَهُ غُثَاءً أَحْوَى ﴿5﴾ سَنُقْرِئُكَ فَلاَ تَنسَى ﴿6﴾ إِلاَّ مَا شَاءَ اللهُ إِنَّهُ يَعْلَمُ الْجَهْرَ وَمَا يَخْفَى ﴿7﴾ وَنُيَسِّرُكَ لِلْيُسْرَى ﴿8﴾ فَذَكِّرْ إِنْ نَفَعَتْ الذِّكْرَى ﴿9﴾ سَيَذَّكَّرُ مَنْ يَخْشَى ﴿10﴾ وَيَتَجَنَّبُهَا الأَشْقَى ﴿11﴾ الَّذِي يَصْلَى النَّارَ الْكُبْرَى ﴿12﴾ ثُمَّ لاَ يَمُوتُ فِيهَا وَلاَ يَحْيَا ﴿13﴾ قَدْ أَفْلَحَ مَنْ تَزَكَّى ﴿14﴾ وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى ﴿15﴾ بَلْ تُؤْثِرُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا ﴿16﴾ وَالأَخِرَةُ خَيْرٌ وَأَبْقَى ﴿17﴾ إِنَّ هَذَا لَفِي الصُّحُفِ الأَولَى ﴿18﴾ صُحُفِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى ﴿19﴾

Kâfirun Suresi

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

قُلْ يَاأَيُّهَا الْكَافِرُونَ ﴿1﴾ لاَ أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ ﴿2﴾ وَلاَ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ ﴿3﴾ وَلاَ أَنَا عَابِدٌ مَا عَبَدتُّمْ ﴿4﴾ وَلاَ أَنْتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ ﴿5﴾ لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ ﴿6﴾

İhlas Suresi

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

قُلْ هُوَ اللهُ أَحَدٌ ﴿1﴾ اَللهُ الصَّمَدُ ﴿2﴾ لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ ﴿3﴾ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا أَحَدٌ ﴿4﴾

Felak Suresi

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ﴿1﴾ مِنْ شَرِّ مَا خَلَقَ ﴿2﴾ وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ إِذَا وَقَبَ ﴿3﴾ وَمِنْ شَرِّ النَّفَّاثَاتِ فِي الْعُقَدِ ﴿4﴾ وَمِنْ شَرِّ حَاسِدٍ إِذَا حَسَدَ ﴿5﴾

Nâs Suresi

أَعُوذُ بِاللهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ الشَّيْطاَنِ الرَّجِيمِ مِنْ هَمْزِهِ وَنَفْخِهِ وَنَفْثِهِ

بِسْمِ اللهِ الرَّحمن الرَّحِيم

قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ ﴿1﴾ مَلِكِ النَّاسِ ﴿2﴾ إِلَهِ النَّاسِ ﴿3﴾ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ ﴿4﴾ الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ ﴿5﴾ مِنْ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ﴿6﴾