19 Aralık 2015 Cumartesi

MÜNAFIKLARIN SIFATLARI VE HÜKÜMLERİ




Zeyd b. Erkam (r.a.) şöyle anlatır:

Biz Allah Resulüyle birlikte bir sefere çıktık. Bu seferde halka bir kıtlık isabet etti. Bunun üzerine Abdullah b. Ubey arkadaşlarına: Allah Resulü'nün yanında bulunan kimseleri beslemeyin ki etrafından dağılıp gitsinler dedi. Ravi Züheyr: Bu "havlehu" kelimesini mecrur okuyanın kıraatıdır dedi. Ubey devamla: Eğer Medine'ye dönersek andolsun kuvvetli olan, en hakir olanı muhakkak oradan çıkaracaktır dedi. Ben hemen Peygamber'e geldim ve bu sözleri kendisine haber verdim. Peygamber, Abdullah b. Ubey'e adam gönderip bunu kendisinden sordu. Ubey, bunu söylemediğine var kuvvetiyle yemin etti ve: Zeyd, Allah Resulüne yalan söylemiş dedi. Onların söyledikleri şeyden gönlüme şiddetli bir hüzün düştü. Nihayet Allah beni tasdik ederek: Münafıklar sana geldiği zaman...suresini indirdi. Sonra Peygamber onları kendileri için istiğfar etmeğe davet etti de onlar başlarını çevirdiler. Bir de şu ayet indi: Onlar dayanmış keresteler gibidirler.

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4976

Cabir'in (r.a.) anlattığına göre:

Peygamber (ﷺ), Abdullah b. Ubey'in kabrine geldi. Onu kabrinden dışarı çıkardı. İki dizi üzerine koydu. Onun üzerine tükürüğünden üfledi ve ona gömleğini giydirdikten sonra "Allah en iyi bilir" buyurdu.

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4977

Abdullah b. Mesûd (r.a.) şöyle anlatır:

Kâbe'nin yanında üç kişi toplandılar. Bunların ikisi Kureyş'li, biri Sakif'li yahut da ikisi Sakif'li, biri Kureyş'li idi. Kalplerinin anlayışı az, karınlarının yağı çoktu. Bunlardan biri: Allah'ın bizim konuştuklarımızı işittiğini zannediyor musunuz? dedi. Diğeri: Eğer açıktan söylersek işitir, gizli söylersek işitmez dedi. Öteki ise: Eğer açıktan söylediğimiz zaman işitirse gizli söylediğimiz zaman da işitir dedi. İşte bunun üzerine Aziz ve Celil Allah: Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derilerinizin aleyhinize şahidlik etmesinden sakınmıyordunuz...ayetini indirmiştir.

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4979

Zeyd b. Sabit'ten (r.a.) rivayet edildiğine göre:

Peygamber (ﷺ) Uhud harbine çıktı. Bu sırada yanında bulunanlardan bir takım insanlar geriye döndüler. Peygamber'in sahabeleri de bunlar hakkında iki grup oldular. Bir kısmı: Onları öldürelim dedi. Bir kısmı da: Hayır öldürmeyelim dedi. Bunun üzerine: Size ne oldu da münafıklar hakkında iki fırka oldunuz? ayeti indi.

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4980

Ebu Saîd Hudrî'nin (r.a.) bildirdiğine göre:

Allah Resulü (ﷺ) zamanında münafıklardan bir takım kimseler, Peygamber gazaya çıktığı vakit arkaya kalırlardı ve Allah Resulü'nün arkasında kalıp (evlerinde) oturduklarına sevinirlerdi. Peygamber geldiği zaman da ona bir takım özürler beyan edip yemin ederler ve yapmadıkları bir şeyle övülmelerini arzu ederlerdi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: Yaptıklarına sevinen, yapmadıkları ile de övülmelerini isteyenleri zannetme. Evet, bunları sakın azabtan kurtulacak zannetme!

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4981

İbn Abbas'ın (r.a.) rivayetinde Humeyd b.Abdurrahman b. Avf şöyle anlatıyor:

Mervan (r.a.), kapıcısına: Ey Rafi'! İbn Abbas'a git ve ona: Eğer biz müslümanlardan, yaptığına sevinen ve yapmadığı bir işle övülmek isteyen herkes azap olunacak ise, hepimiz azap olunacağız (demektir)? diye sor dedi.

İbn Abbas bu suale: Bu ayetten size ne? Bu ayet ancak Kitap Ehli hakkında nazil olmuştur, diye cevap verdi.

Sonra: Hani Allah kendilerine Kitap verilenlerden, onu insanlara açıklayacaklarına ve gizlemeyeceklerine dair söz almıştı ayetini okudu. Yine İbn Abbas Yaptıklarına sevinen, yapmadıklarıyla da övülmelerini arzu edenleri zannetme."(Âl-i İmrân, 188) ayetini okudu. İbn Abbas bundan sonra şöyle dedi: Peygamber (ﷺ) bir kere onlara bir şey sordu. Onlar da sualin cevabını ondan sakladılar da başkasını haber verdiler. Müteâkiben Peygamber'in kendilerinden sormuş olduğu şeyi sanki ona haber vermişler göstererek dışarı çıktılar ve kendisinden bundan dolayı övülmelerini istediler. Sorduğu şeyi gizlemiş olmaktan da sevindiler.

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 4982

Enes b. Malik (r.a.): Bizden, Neccar oğullarından bir kimse vardı. Bu zat, Bakara ve Ali İmran surelerini okumuştu. Allah Resulü'ne de katiplik yapıyordu. Derken bu adam kaçıp gitti ve Kitap Ehline katıldı. Onlar kendisini yüksek makamlara çıkardılar ve: Şu adam Muhammed'e katiplik yapıyordu diyerek kendisini pek beğendiler. Aradan çok zaman geçmeden Allah onun boynunu helak etti. Onun için bir mezar kazdılar ve onu gömdüler. Fakat sabah olunca yer onu dış yüzüne atmıştı. Sonra döndüler ve onun için yine bir çukur kazdılar ve onu tekrar gömdüler. Arz tekrar onu yeryüzüne attı. Sonra döndüler, bir çukur daha kazdılar ve yine gömdüler. Fakat yer onu yine dış yüzüne atmıştı. Bunun üzerine artık onu atıldığı vaziyette bıraktılar.

Sahih-i Müslim'deki hadis numarası: 498

15 Aralık 2015 Salı

KABİR AZABI HAKTIR!

Kabir Hayatı (Berzah)
Ölümle başlayıp yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata kabir hayatı denilir. Kabir hayatı "berzah" diye de anılmıştır. Bir hadiste "Kabir, âhiret duraklarının ilkidir. Bir kimse eğer o duraktan kurtulursa sonraki du­rakları daha kolay geçer. Kurtulamazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacak­tır" (Tirmizî, “Zühd”, 5; İbn Mâce, “Zühd”, 32) buyurularak ölümle âhiret hayatının başladığı ifade edilmiştir.

Her insan ister ölerek toprağa gömülsün, ister boğularak denizde kalsın veya yanarak külü havaya karışsın, mutlaka kabir hayatını geçirecek ve kı­yamet günü diriltilecektir. Genellikle insanlar ölünce kabre konulduğundan bu gibi durumlarda da kabir hayatı ifadesi kullanılmaktadır.

İnsan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adında iki me­lek kendisine gelerek “Rabb'in kimdir?”, “Peygamberin kimdir?” “Dinin nedir?” diye soracaklar, iman ve güzel amel sahipleri bu sorulara doğru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapıları açılarak cennet gösterile­cektir. Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara doğru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapıları açılacak ve cehennem gösterilecektir. Kâfirler ve mü­nafıklar kabirde acı ve sıkıntı içinde azap görürlerken müminler nimetler içerisinde mutlu ve sıkıntısız bir hayat süreceklerdir
(bk. Tirmizî, “Cenâiz”, 70).

Kabir azabı ve nimeti ile ilgili olarak Kur'an'da ve sahih hadislerde çe­şitli bilgiler bulunmaktadır.



KABİR AZABINA DELALET EDEN AYET’İ KERİMELER!

فَوَقَاهُ اللَّهُ سَيِّئَاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ النَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُوا آلَ فِرْعَوْن أَشَدَّ الْعَذ

“ Allah onu – yani Musa’yı – onların kurdukları tuzakların kötülüğünden korudu ve Fravn ailesini azabın en kötüsü kuşattı.Onlar sabah akşam ateşe sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün de, Fravn ailesini azabın en çetin yerine sokun denir.”
(Mu'min 45-46)

Bu Ayet’i kerimelerde zikredildiği gibi, Fravn ailesi kıyametten önce kabirlerinde sabah akşam azaba sunulmaktadırlar. Kıyamet koptuktan sonra ise ikinci bir azabtan ve bunun da şiddetinden bahsedilmektedir.

Bu ayetin tefsirinde İbni Kesir r.h birkaç rivayetle , zikredilen bu Ayet’i kerimelerin kabir azabı ile alakalı olduğunu anlatmaktadır.
İbn'i Kesir : C.13 , S. 7000
Allah’u Azze ve Celle yine bir Ayet’i celilesinde şöyle buyurmaktadır :

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى

“Kim de benim zikrimden yüz çevirirse,onun için dar bir geçim vardır. Kıyamet gününde de onu kör olarak haşrederiz. (Ta ha 124)

{ … Ebu Hurayra r.anh'dan. Dedi ki : Rasulullah ﷺ“ …. Onun için dar bir geçim vardır…. “ Ayet’i hakkında ; “ Bu kabir azabıdır“ buyurmuşlardır. }

Ebu Zura kanalıyla : Bezzar :
{ … Ebu Said el-Hudri r.a dan.Dedi ki : Rasulullah ﷺ : Allah’u Teala’nın "Onun için dar bir geçim vardır…." ayet’i hakkında ; "Bu kabir azabıdır" buyurmuşlardır. }

Ebu Zura kanalıyla : İbni Ebu Hatim :
İbn'i Kesir : C: 10, S. 5280

Allah’u Azze ve Celle yine bir Ayet’i celilesinde şöyle buyurmaktadır :

يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ بِالْقَوْلِ الثَّابِتِ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ وَيُضِلُّ اللّهُ الظَّالِمِينَ وَيَفْعَلُ اللّهُ مَا يَشَاءُ

"Allah iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder.Allah zalimleri ise şaşırtır. Allah dilediğini yapar". (İbrahim 27)

{ … Bera İbni Azib r.a dan : Peygamber ﷺ :
“ Allah iman edenlere dünya hayatında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder. Allah zalimleri ise şaşırtır.Allah dilediğini yapar. “ Ayet’i kabir azabı hakkında indi.
Kabirde ölüye : Rabbin kimdir ? diye sorulur. O da : “ Rabbim Allah ve Peygamberim Muhammad ﷺ'dir “ der. İşte bu,Aziz ve Celil olan Allah’ın : “ Allah iman edenlere dünya haya-tında da ahirette de o sabit sözde daima sebat ihsan eder…. “ Ayetindeki sabit kavlin delalet ettiği sözdür“ buyurdu. }

Muslim : C.8 ; Hadis no : 2871

{ … Rasûlullah'ın zevcesi mu'minlerin annesi Aişe R.A'dan şöyle haber verdi : Rasûlullah ﷺ namaz'ın sonunda :

" Allah’ım ! kabir azabından sana sığınırım. Mesih deccalin fitnesinden sana sığınırım. Hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım. Allahım ! günahtan ve borçlanmaktan sana sığınırım “ diye dua ederdi. Biri kendisine :
" Yâ Rasûlullah borçtan ne de çok istiaze ediyorsun " dedi. Bunun üzerine :
" İnsan borçlandığı vakit söz söyler de yalan uydurur, söz verir de sözünde durmaz " buyurdu. }

Buhari : C 2 , Hadis No 820 ; Muslim : C 2 ; Hadis No 589

Ehli Sünnet de, bu meselede icma’ etmiştir.”



Kabir azabı ile ilgili bazı hadisler!
عن عائشة عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ان للقبر ضغطة ولو كان أحد ناجيا منها نجا منها سعد بن معاذ​
{ …. Aişe r.anha'dan. Rasulullah ﷺ buyurdular ki :
Muhakkakki kabrin bir sıkıştırması vardır. Eğer ondan kurtulacak olan olsaydı, Sa’d bin Muaz olurdu. }

AHMED : 6 / 55 – 23762.N , HEYSEMİ : 3 / 46 – 4255.N , S.SAHİHA : 1695.N

{ … Enes İbni Malik r.anh'dan :
Peygamber ﷺ buyurdular ki :
Eğer ölülerinizi defnetmeme endişesi olmasaydı, kabir azabından sizlere işittirmesi için muhakkak Allah’a dua ederdim. }

MUSLİM : 8.C.2868.N , AHMED : 6. 21149 , İBNİ EBİ ASIM ES-SÜNNE : 868.N , İBNİ EBİ ŞEYBE MUSANNEF : 3/373

{ … İbni Abbas r.anhuma şöyle demiştir :
Peygamber ﷺ iki kabrin üzerine uğradı da :
- Bu iki kabrin içerisindekiler muhakkak ki azab olunuyorlar. Halbu ki büyük bir şeyden dolayı da azab olunmuyorlar,buyurdu. Sonra da :
- Bunlardan birisi koğuculuk ederdi, diğeri de idrarından sakınmazdı, buyurdu.

Ravi dedi ki : Bundan sonra rasulullah ﷺ bir yaş çubun aldı,onu iki parçaya böldü, sonra o parçalardan her birini bir kabrin üzerine dikti. Sonra da : Bunlar yaş kaldıkları müddetçe umulur ki bu kabir sahiplerinden azab hafifletilir, buyurdu. }

BUHARİ : 3.C.1300.S , İBNİ MACE : 1.C.347.N ,MUSLİM : 1.C.292.N


“Kabir azabı ve nimetleri” ile ilgili hadisler
Konu ile ilgili hadisler için bkz :

Buhârî, Cenaiz 32, 45, 66, 84, 85, 86, 87, 88, Sehv 64, Rikak 42; Müslim, Mesacid 35, Cenaiz 4, 9, 12 (924), 26, 61 (950), 72 (957), Cennet 65 (2866), 67 (2867), 68 (2868), 69 (2869), 76 (2873); Tirmizî, Cenaiz 24, 70, 71, Zühd 5 (2309); Ebu Dâvud, Taharet 11, Cenaiz 73 (3221), Cihad 27 Sünnet (4751, 4750); Nesâî, Taharet 25, Cenaiz 10, 12, 20, 21, 23, 44, 48, 49, 69, 78, 110, 114, 115, 116, 117; İbn Mâce, Taharet 26 (346), Salat 6, İkame 26, Cenaiz 53 (1589), 54 (1594); Dârimî, Rikak 94; Müsned: 2/172, 441, 3/3-4, 38, 259, 296, 353, 4/287-288, 295, 6/364; Hâkim, Müstedrek, 1/35; Taberânî, el-Kebir, el-Evsat; İbn Mende, Kitabu’t-Taharet; Bezzâr; Ebu Musa el-Medini, et-Terğib ve’t-Terhib

6 Aralık 2015 Pazar

Ehl-i Sünnet'in Bir Tane Adı Vardır, O da "Ehl-i Hadîs"tir.


Şeyhul İslam Ebu Osman İsmail es-Sabuni r.h şöyle demiştir: 

“Bidat ehli olan kimselerin alametleri üzerine açıkça görülür. Onların alamet ve belirtirlerinin en açık olanı ise Nebi ﷺ’in haberlerini taşıyan kimselere (Hadis Ehline) düşmanlık etmeleri, onları küçümsemeleri, onlara Haşviye, cahil, zahiriye ve müşebbihe adını vermeleridir. Çünkü onlar Rasulullah ﷺ’e dair haberlerin ilimle ilgisi olmadığına inanırlar. Onlara göre ilim şeytanın bozuk akıllarının sonuçları ile karanlık kalblerinin vesveseleri arasında kendilerine telkin etmiş olduğu şeylerdir.

Akidetus Selefi Ashabil Hadis


Ebû Hâtim Muhammed b. İdris el-Hanzalî er-Râzi şöyle demiştir:

"Bid'at ehlinin alâmeti eser (rivayet) ehline sövmeleridir. Zındıkların alâmeti, eser/rivayet ehlini "Haşeviyye" olarak isimlendirmeleridir. -Böylece rivâyetleri iptal etmek isterler- Kaderiyye fırkasının alâmeti, rivâyet ehlini "Cebriye" diye isimlendirmeleridir. Cehmî'lerin alâmeti rivâyet ehlini "Müşebbihe" diye isimlendirmeleridir. Râfizilerin alâmeti, rivâyet ehlini "Nâbite ve Nâsıbîler" diye isimlendirmeleridir. Ben diyorum ki: "Bütün bunlar asabiyedir. (taassuptur) Ehl-i Sünnet'in bir tane adı vardır, o da "Ehl-i Hadîs"tir.

El-Lâlekai İtikad (1/179)

5 Aralık 2015 Cumartesi

Yolculukta Nafile Namaz Kılıp Kılmama Meselesi

Yolculukta Nafile Namaz Kılıp Kılmama Meselesi

Sabah'ın sünneti istisna olarak müekked  namazlar  seferde  kılınmaz.  Ancak  seferde  duhâ,  teheccüd gibi  diğer  nafile namazlar  kılınabilir. [1]

Abdullah ibn Ömer (r.anhümâ)'dan rivayet edilmiştir: "Ben, Peygamber (ﷺ) ile birlikte yolculuk ettim. Onun yolculuk sırasında nafile kıldığını görmedim. Zikri yüce olan Allah, "Doğrusu Al­lah'ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır [2] buyur­du.[3]

(Lafız, Buhârî'ye aittir.)

Müslim'in, Yezîd ibn Züreyy'den yaptığı rivayet şu şekildedir:

(Hafs der ki:) Bir hastalığa yakalanmıştım. Abdullah ibn Ömer, bana geçmiş olsuna gelmişti. Ona, yolculukta nafile kılınıp kılınmayacağım sordum. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer:

Ben, Resulullah (ﷺ) ile birlikte bir yolculukta bulundum. Onu nafile kılarken görmedim. [4] Eğer ben, nafile kılacak olsaydım, farz namazın tamarnını kılardım. Çünkü yüce Allah, Doğrusu Allah'ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır [5] buyurdu. [6]

Buhârî'nin, Âsım'dan yaptığı rivayet ise şu şekildedir:

Asım, Abdullah ibn Ömer'in şöyle dediğini işitti: Ben, Resulullah (ﷺ) İle birlikte bir yolculukta bulundum. O, yolculuk sırasında iki rekattan faz­la kılmıyordu. Ebu Bekr, Ömer ve Osman ile de birlikte yolculukta bulun­dum. Onlar da yolculukta nafile kılmıyorlardı. [7]

Müslim'in, Asım'dan yaptığı rivayette Abdullah ibn Ömer şöyle der:

Peygamber (ﷺ) Mina'da yolcu namazı kıldı. Ebu Bekr ile Ömer ve sekiz yada altı yıl Osman'da orada yolcu namazı kıldı.

Hafs der ki: Abdullah ibn Ömer, Mina'da iki rekat namaz kılardı. Sonra yatağına gelirdi. Ben:

Ey amca! Bu iki rekattan sonra iki rekat daha namaz kılsan ol­maz mı?' dedim. O da:

Öyle yapsaydım, namazı tamam kılmış olurdum' dedi. [8] Yine Müslim'in, Asım'dan yaptığı rivayet şu şekildedir:

Abdullah ibn Ömer ile birlikte Mekke yolunda yolculukta bulundum. Öğle namazını bize iki rekat kıldırdı. Sonra dönüp geldi. Biz de onunla birlikte döndük. Konakladığı yere gelip oturdu. Onunla birlikte biz de oturduk. Bir ara namaz kıldığı yere bir öz atıp bir takım kimselerin ayakta olduklarını gö­rüp;

Bunlar ne yapıyorlar?' diye sordu. Ben de:                                     

Teşbihte bulunuyorlar (nafile namaz kılıyorlar)' dedim. Bunun üzerine Abdullah ibn Ömer:

Ben teşbih yapacak olsam, [9] mutlaka namazımı tamamlardım. Kar­deşimin oğlu! Ben, Resulullah (ﷺ) ile birlikte bir yolculukta bulundum. Al­lah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Ebu Bekr İle birlikte yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafile) namaz kılmadı. Ömer ile birlikte yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafi­le) namaz kılmadı. Sonra Osman ile birlikte yolculukta bulundum. Allah'ın onun ruhunu alıncaya kadar o da (yolculuk sırasında) iki rekattan fazla (nafi­le) namaz kılmadı. Çünkü yüce Allah idi 'Doğrusu Allah'ın resulünde sizin için güzel bir örnek vardır.[10] buyurdu.[11]

Ebu Davud'un rivayeti, Müslim'in bu rivayetine benzer durumdadır. Tirmizî'nin rivayetinde ise, Abdullah ibn Ömer şöyle der:

Ben; Peygamber (ﷺ), Ebu bekr, Ömer ve Osman ile birlikte yolculuk­ta bulundum. Onlar öğle ve ikindi(nin farzlarını) ikişer rekat olarak kılarlardı. Bundan önce ve sonra bir namaz kılmazlardı.

Abdullah ibn Ömer der ki: Ben (yolculuk sırasında iki rekat olarak kılı­nan farz namazların) öncesinde ve sonrasında (nafile) namaz kılacak olsam, (iki rekat olarak kıldığım namazları dört rekata) tamamlardım. [12]

Nesâî'nin rivayetinde ise, Asım şöyle der:

Abdullah ibn Ömer ile birlikte bir yolculukta bulundum. O, öğle ve ikindi namazlarının farzlarını) ikişer rekat olarak kıldı. Sonra da yaygısına çekildi. Cemaatin teşbih çektiğini (nafile namaz kıldığını) görünce:

Onlar ne yapıyorlar?' diye sordu. Ben de:

Teşbih çekiyorlar (nafile namaz kılıyorlar) dedim. Bunun üzeri ne Abdullah ibn Ömer:

Eğer farz namazdan önce ve sonra namaz kılmam gerekseydi, (iki rekat olarak kıldığım) farz namazı tamamlardım. Resulullah (ﷺ) ile birlikte bulundum. O, yolculukta olduğu zaman iki rekattan fazla kılmazdı. Ebu Bekr ölünceye kadar böyle yaptı. Ömer ve Osman'da, böyle yaptı dedi. [13]

[1] Bkz. Fethu’l-Bârî, (2/578); ‘Avayşe,  Mevsu‘atu’l-Fıkhı’l-Muyessere,  (2/342)

[2] Ahzâb: 33/21

[3] Buhârî, Taksiru's-Salât 11; Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 8-9 (689); Ebu Dâvud, Sefer 7 (1223); Tirmîzî, SaJât 39 (544); Nesâî, Taksiru's-Salât 5; İbn Mâce, İkâme 75 (1071); Ah-med b. Hanbel, 2/20, 44, 45, 56, 57, 83, 84

[4] Hadis; Resulullah (s.a.v)'İn, yolculukta beş vakit namaza bağlı olarak kılınan revatıb sün­netleri kılmadığını ve Raşid halifelerin de aynı yolu takip ettiklerini ifade etmektedir.

[5] Ahzâb: 33/21

[6] Müslim, Salâtu'I-Musâfirîn 9 (689}

[7] Buhârî, Taksiru's-Salât 11

[8] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 18 (694}

[9] Yani 'beş vakit namaza bağlı olarak kılınan sünnet namazlarını kılacak olsam, farz namazı dört rekat olarak tamamlardım. Bu, benim için daha makbuldür. Fakat ben, bunların iki­sini de yapmıyorum. Yolculukta sünnete uygun olan namaz şekli; dört rekatli farz namaz­ları iki rekat kılmak ve sünnetleri de terk etmektir' demektir. (ç)

[10] Ahzâb: 33/21

[11] Müslim, Salâtu'l-Musâfirîn 9 (689)

[12] Tirmizî,Salât39(544)

[13] Nesâî,Taksiru's-Salât5

BOZUK OLAN; HADİS EHLİNİN ÜSLUBU DEĞİL, BİD’AT EHLİNİN YAĞCILIĞIDIR!

1- Sefine Radıyallahu anh’den:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem nakışlarla süslenmiş bir eve girmezdi”

Sahihtir. İbn Hibban (8/91) Hakim (2/186) Ahmed (5/220-222) İbn Mace (3360) Ebu Davud (3755) Taberani (7/84)

2- Ebu Sa’lebe el-Huşenî radıyallahu anh’den:

“Bir adam parmağında altından bir yüzük bulunduğu halde Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına oturdu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem elindeki değnekle adamın eline vurdu. Sonra da adama gereken önemi göstermedi. Adam da yüzüğünü çıkarıp attı…”

Hasendir. İbn Hibban (1/410) Tahavi (4/261) Ahmed (4/195) Nesai (8/171)

3- Ebû Said el-Hudrî radıyallahu anh’den:

“Bir adam parmağında altından bir yüzük olduğu halde Necran’dan Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem yüzüğü görünce adamdan yüz çevirdi. Adam da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e hiçbir şey soramadı. Bunun üzerine adam, hanımının yanına geri döndü ve ona durumu anlattı. Hanımı: “Sende bir hal var. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına dön ve yüzüğü de at” dedi. Adam gelip Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına girmek için izin istedi. Ona izin verdi. Adam selam verdi, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de selamı aldı. Adam: “Ey Allah’ın rasulü! Benden niçin yüz çevirdin?” diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Sen bana parmağında ateşten bir kor tanesi olduğun halde geldin.” Buyurdu. Adam: “Ey Allah’ın rasulü! O halde ben şu anda size pekçok ateş koru getirdim” dedi. Zira adam bahreyn’den süslü eşyalar getirmişti. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem: “Getirdiğin şeyler bizden bir şeyi zenginleştirecek değildir ve bizim yanımızda Harre’nin taşlarından farksızdır. Fakat onlar dünya hayatının geçimliğidir” buyurdu. Adam: “O halde ashabının içerisinde bana mazeret beyan et ki, senin herhangi bir şey sebebiyle bana kızdığını sanmasınlar” dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ayağa kalkıp adama mazeret beyan etti ve aralarında geçen durumun yüzükle ilgili olduğunu bildirdi. Adam: “O halde yüzüğü neden yaptırayım?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Demir, gümüş veya tunçtan” buyurdu.”

Sahihtir. İbn Hibban (7/411) Ahmed (3/14) Nesai (8/170)

4- Cabir b. Abdillah radıyallahu anhuma’dan:

“Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Ömer b. el-Hattab radıyallahu anh’e Mekke’nin fethi yılında Muhassab vadisinde iken, Kabe’ye varmasını, orada bulunan bütün suretlerin silinmesini emretti. Çünkü Nebî sallallahu aleyhi ve sellem Kabe’nin içindeki bütün resimler silininceye kadar oraya girmemiştir.”

Sahihtir. İbn Hibban (7/540) Ebû Davud (4156) Beyhaki (7/268) Ahmed (3/335, 336, 383, 396)

5- Kumandanlardan birini bir kimse övmeye başlayınca Mikdad b. Esved radıyallahu anh onun üzerine toprak atmaya başlamış ve “Nebî sallallahu aleyhi ve sellem bize meddahların yüzüne toprak saçmamızı emretti” demiştir.

Sahihtir. Muslim (Zühd 68)

6- İbn Abbas radıyallahu anhuma Arafatta cemaatin telbiye getirmediklerini görünce bunun sebebini sormuş, halkın Muaviyeden korktukları için telbiye getirmediğini öğrenince hemen çadırından çıkmış ve: “Lebbeyk, Allahumme Lebbeyk. Onlar Ali radıyallahu anh’e kızgınlıklarından dolayı sünneti terk ediyorlar!” diye söylenmiştir.

Sahihtir. Nesai, (3006)

7- İbn Ömer radıyallahu anhuma’nın azatlı cariyesi ona Medine’den gitmek istediğini, zamanın kötüleştiğini söyleyince, İbn Ömer radıyallahu anhuma: “Yerinde otur! Aptal! Zira ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i “Eğer bir kimse Medinenin şiddet ve sıkıntısına katlanırsa, kıyamet gününde ben ona şahit yahut şefaatçi olurum” buyururken işittim.” Demiştir.

Sahihtir. Muslim (Hac 482)

8- Abdullah b. Ömer radıyallahu anhuma oğlunun, hanımını mescide göndermeyeceği ile ilgili sözü üzerine, daha önce hiçkimseye sövmediği şekilde sövmüştür.

Sahihtir. Abdurrazzak (3/147, 5107) Ahmed (2/127, 140, 143)

9- Birisi İbn Ömer radıyallahu anhuma’ya Ramazanda Teravihi imamın arkasında kılayım mı?” diye sordu. O da ona Kur’an’ı okuyup okuyamadığını sordu. Adam evet deyince: “Öyleyse neden eşek gibi susuyorsun? Git evinde kıl” dedi.

Sahihtir. Abdurrazzak (4/263)

10- Umare b. Rueybe, Bişr b. Mervan’ı Cuma günü minberde ellerini kaldırarak dua ederken görünce: “Allah bu ellerin belasını versin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’i minber üzerinde gördüm; işaret parmağından başkasını kaldırmazdı” demiştir.

Sahihtir. Muslim (hac 53)

11- Ebu Bekre radıyallahu anh Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in taş atmayı yasakladığına dair hadisi anlatırken amcasının oğlu taşı almış ve: “Bunu mu yasakladı?” diyerek atmış, Ebu Bekre radıyallahu anh de bunun üzerine: “Dikkat et! Ben sana Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den haber veriyor ve yasakladığını söylüyorum, sen ise hala atıyorsun. Vallahi yaşadığım sürece artık seninle konuşmam” demiştir.

Sahihtir. Ahmed (5/46) Muslim (sayd 54)

12- İbn Ömer radıyallahu anhuma mescidde hadis rivayet ederken orada bulunan bir kıssacıya sırtını dönerek oturmuş, o kıssacı ellerini kaldırıp dua etmiş, İbn Ömer radıyallahu anhuma ise elini kaldırmamıştır.

Hasendir. Abdurrazzak (3/218)

13- Muaviye b. Ebi Sufyan, altın veya gümüşten yapılmış su kabını kendi ağırlığından daha fazlasıyla satınca Ebu’d-Derda radıyallahu anh: “Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den işittim, O böyle yapılmasını yasakladı. Ancak misli misline satılmasına izin verdi” dedi. Muaviye: “Ben bunda sakınca olduğunu sanmıyorum” dedi. Ebu’d-Derda: “Bunun yaptığını kınayıp beni destekleyecek yok mu? Ben ona Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den hadis rivayet ediyorum, o ise kendi görüşünü söylüyor. Ben senin bulunduğun yerde artık kalamam…” demiştir.

Sahihtir. Malik (buyu 33) Şafii, er-Risale (s.192)

14- İbn Ömer radıyallahu anhuma Ebu Eyyub radıyallahu anh’ı evine davet etti. Ebu Eyyub duvarda bir perde asılı olduğunu gördü. İbn Ömer: “Duvara perde (duvar halısı gibi) asma hususunda kadınlar bize galip geldi” deyince, Ebu Eyyub: “Bunu herkesten beklerdim de senden beklemezdim. Vallahi senin yemeğini yemeyeceğim” diyerek geri döndü. Sahihtir.

Buhari (Nikah 76)

15- İbn Mes’ud radıyallahu anh bir evde suret görünce geri dönmüştür.

Sahihtir. Buhari (Nikah 76)

16- Vali Mervan b. Hakem sünnette olanın aksine olarak bayram namazında hutbeyi öne alınca Ebu Said radıyallahu anh bunun sebebini sordu. Mervan bu durumun terk edildiğini söyleyince Ebu Said radıyallahu anh üç defa: “Asla olmaz! Allaha yemin ederim ki siz benim bildiğimden daha hayırlısını yapamazsınız” diyerek oradan ayrılmıştır.

Sahihtir. Muslim (Salatu’l-iydeyn 9)

17- Aişe radıyallahu anha kendisinin yanında kalan bir ailenin evinde tavla olduğunu öğrenince: “Eğer o tavlayı çıkarmazsanız, ben sizi evimden kovacağım” demiştir.

Hasendir. Malik (Ru’ya 6) Şerhu’s-Sunne (12/385) Buhari Edebu’l-Mufred (1274)

18- Ömer radıyallahu anh, Ebu Bekr radıyallahu anh’ın kızkardeşini ölü ardından feryatla ağladığı için yanından uzaklaştırmıştır.

Sahihtir. Buhari (husumat 5)

19- Ömer radıyallahu anh bir adamın başında kedi derisinden bir şapka göründe onu alıp yırtmış ve “Ben bunu ancak leş olarak görüyorum” demiştir.

Munkatı. Abdurrazzak (1/71)

20- Huzeyfe radıyallahu anh Medain’de iken kendisine gümüş kapta su getiren birisinin elinden bardağı alıp sahibine fırlatmış ve “Bunu ilk defa yapmadım. Ben onu gümüş bardakla su vermekten yasaklamıştım. Fakat o vazgeçmedi” demiş ve ilgili hadisi rivayet etmiştir.

Sahihtir. Ahmed (5/396, 397, 398, 400)

21- İbn Ömer radıyallahu anhuma kendisine gümüş kapla su verilirse o kabı kırardı.

Sahihtir. Abdurrazzak (Ma’mer’in Cami kitabı 11/70)

Şüphesiz Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ashabının, hüccet ulaşmış kimselerin sünnete muhalefet etmelerine karşı yukarıda zikredilenler ve daha burada zikredemediğim bir çok rivayetlerde tavırları ortadadır.

Video çekimleri yapan ve suretlerini yayınlayan saptırıcı şeyhlerin ve onları dinleyenlerin selefilik iddiaları nerede, suret bulunan bir eve girmeyi dahi kabul etmeyen bu ümmetin selefi nerede?

Kadınların huzuruna çıkarak sohbet yapan haramhor hevaperestler, mütevatir naslar ve icma ile sabit olmuş perde hicabını hevalarıyla ortadan kaldıran, hatta kadınların da erkeklerin huzuruna çıkıp sohbet verebileceğini iddia eden selefilik takiyyesi yapan habis mutezile şeyhleri nerede, Kadından daha zararlı bir fitne unsuru bırakmadığını söyleyen Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile O’nun ancak perde arkasından hadis rivayet eden hanımları nerede?

İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklama vacibini ortadan kaldırıp rahatça günahları işleme ortamı kurmak için “Önce tevhid” sloganını kötü emellerine alet eden, fıkhi konulardaki saptırmaları bu sloganla gizlemeye çalışan, sünnetlerin ihya edilmesini fitne olarak gören, sünnete uyulmasından dolayı “rezil olduk” yaygarası koparan eyyamcı sahte selefiler nerede, yukarıda hallerinden örnek verdiğimiz Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ve ashabı nerede?

Fıtır sadakasının para ile verilebileceğini, kadının mahremsiz yolculuğa çıkabileceğini, avamın dahi kâfir ülkelerinde yaşayabileceğini, oy kullanmanın imandan(!) olduğunu, bidat ehline karşı yumuşak davranılacağını, tevhid(!) uğruna her türlü tavizin verilebileceğini vs. türlü kelam ve felsefe oyunlarıyla gündeme getiren yol kesiciler nerede, “iman söz ve ameldir” diyen, Muhammedun Rasulullah sözüyle ittiba olmadan tevhid geçersizdir diyen, Allah ve rasulünün emirlerinden hiçbir şeyi önemsiz, faydasız ve küçük görmeyen Ehl-i Sünnet menheci nerede?

Hocalarının hatırı için Allah rasulünün sünnetini görmezden gelen, müteşabihlere tutunup muhkemi reddeden, Hadis ehlinin sünnete mutabık davet metodunu “Üslupsuz(!)” gören, bâtılı reddedeceği yerde, bâtıla karşı çıkanla uğraşıp: “ilim ehli hiç böyle yapar mı, yakışır mı?” diyen ve bu samandan iddianın altından mikroplu su yürüten türedi anlayış nerede, Allah ve rasulünün önüne kimseyi geçirmeyen, geçen olursa kim olursa olsun; elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle ona mani olan Sahabe ve tabiinin anlayışı nerede?

İhtilaflardan ibret alınması gerekirken, hevalarının gösterdiği doğrultuda ihtilafı örnek gösteren anlayış nerede, Allah Azze ve Celle’nin ihtilafı kınaması ve iman edenlere ihtilaflarını Allah ve rasulüne arz etmeyi emretmesi nerede?

Seyfullah Erdoğmuş

4 Aralık 2015 Cuma

Deccal’in Vasıfları ve Yapacağı Şeyler!

Deccal’in Vasıfları ve Yapacağı Şeyler!

1) Deccal Yahudi’dir!
2) Deccal Kâfirdir!
3) Deccal Kısırdır!
4) Deccal, İnsanı Öldürüp Diriltir!
5) Deccal, Çok Kuvvetlidir!
6) Deccal, Çok Hızlıdır!
7) Deccal, Kalın Boyunludur.
8) Deccal’in Alnı Açıktır.
9) Deccal, Kırmızı Yüzlüdür.
10) Deccal, İri Yarı Biridir.
11) Deccal, Kısa Boyludur.
12) Deccal’in Bacakarının Arası Açıktır.
13) Deccal, Sevimsizdir.
14) Deccal, Gençtir.
15) Deccal, Çukur ve Tümsek Olmayan Bir Halde Silme Düzdür.
16) Deccal’in Saçı Oldukça Kıvırcıktır!
17) Deccal’in İki Gözü Arasında Kâfir Yazılıdır!
18) Deccal’in Gözü Cam Gibi Yeşildir!
19) Deccal’in Sağ Gözü Kör veya Şaşıdır!
20) Deccal’in Sol Gözü Sönük veya İçi Çıkartılmış Üzüm Tanesi Gibidir!
21) Deccal’in Ayakları Dengesiz ve Çarpıktır!
22) Deccal’in Yanında Akar İki Nehir Vardır!
23) Deccal, Gökyüzüne Emrettiğinde Yağmur Yağar!
24) Deccal, Toprağa Emrettiğinde Sebze ve Meyve Çıkar!
25) Deccal, Toprağa Emrettiğinde Hazinelerini Çıkartır!
26) Deccal, Hayvanların Memelerindeki Sütünü Artırır!
27) Deccal, Sebzelerin ve Meyvelerin Bereketini Artırır!
28) Deccal’in Yanında Ekmekten ve Etten Dağlar Vardır!

Buhari 6976, 6980, Müslim 2933, 2934, 2937, 2942, Ebu Davud 4316, 4320, Ahmed 2/291, 7892, 4/20, 16368

3 Aralık 2015 Perşembe

Cinin İnsan Vücuduna Girdiği Hakkındaki Hadisler!

Cinin İnsan Vücuduna Girdiği Hakkındaki Hadisler

1) Ebu Said el-Hudri (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

‘Sizden herhangi biri esnediği zaman eliyle ağzını kapatsın! Kuşkusuz ki şeytan (kişinin ağzına) girer!’ buyurdu.”
Müslim 2995/57, Ebu Davud 5026

2) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :

‘Sizden biri uykusundan uyanıp abdest alırken burnuna su alıp sümkürsün! Çünkü şeytan onun genzinde geceler!’ buyurdu.”

Buhari

3) Hüseyin bin Ali (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:

“Mü’minlerin annesi Safiyye binti Huyey (Radiyallahu Anha) bana şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) , Ramazanın son on gününde i’tikafta iken bir gece Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına girip onunla bir saat sohbet etmiş. Sonra evine dönmek için ayağa kalkmış. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’de onu evine götürmek için kalmış. Nihayet Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha) ’nın kapısının önündeki mescidin kapısına ulaştığında, Ensar’dan iki kişi oradan geçmiş ve Rasulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’e selam vermişler.
Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o iki kişiye:
–‘Yavaş olun durun! Kuşkusuz ki bu kadın (eşim) Safiyye binti Huyey’dir!’ dedi.
O iki kişi:
–Subhanallah!!! Ya Rasulallah! dediler ve bu kendilerine çok ağır geldi.
Bunu üzerine Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) o iki kişiye:
–‘Şüphesiz ki şeytan, insan vücudunda kanın ulaştığı yere ulaşır! Ben sizin gönüllerinize şeytanın bir şüphe atmasından endişe ettim!’ buyurdu.”

Buhari 4/1882

4) Osman bin Ebi’l-As (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) beni, Taif’e vali tayin ettiği dönemde namazımda bana bir şey peyda olmaya başladı hatta ne kıldığımı bilemez oldum. Ben bu durumu görünce kalkıp (Taif’ten Medine’ye) Rasulullah
(Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’in yanma gittim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) (beni görünce):
–‘Ebu’l-As’ın oğlu?’ dedi.
Ben:
–Evet, Ya Rasulallah! dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
–‘Seni (buraya) getiren sebep nedir?’ buyurdu.
Ben:
–Ya Rasulallah! Namazlarımda bana bir şey peyda oldu, öyle ki ne kıldığımı bilemiyorum! dedim.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) :
–‘Anlattığın şey, şeytanadır! Onu bana yaklaştır!’ buyurdu.
Bunun üzerine ben, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ’in yanına vardım ve (diz çökerek) ayaklarım üzerine oturdum. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) elini göğsüme vurdu, ağzımın içine tükürdü ve:
–‘Çık! Ey Allah’ın! Düşmanı’ dedi.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu işi üç defa tekrarladı. Sonra (bana):
–‘(Git) işinle meşgul ol!’ buyurdu.
Ravi demiştir ki:
Sonra Osman bin Ebi’l-As (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
–And olsun ki, ondan sonra şeytanın bana sokulduğunu sanmam!”

İbni Mace 3548

29 Kasım 2015 Pazar

Yüce Allah’ın Yoluna Nasıl Davet Edilir?

Yüce Allah’ın Yoluna Nasıl Davet Edilir?

Yüce Allah buyurdu ki:

"Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et! Onlarla en güzel yolla mücadeleni yap."
(en-Nahl, 16/125)

İbn Kesîr bu âyetin tefsirinde diyor ki:

Yüce Allah Rasûlü Muhammed Salallahu aleyhi vesellem'e insanları Allah'ın yoluna hikmetle davet etmesini emir buyurmaktadır.

İbn Cerir dedi ki: Hikmet Allah'ın peygamberine indirdiği kitap ve sünnettir. Güzel öğüt ve kitapta bulunan kişiyi kötülüklerden alıkoyan ve insanların başlarına gelen olayları hatırlatmaktır.

İşte insanlara Allah'ın azabından sakınmaları için bunları hatırlat!

"Onlarla en güzel yolla mücadeleni yap" da onlardan tartışma ve mücadeleye gerek duyanlarıyla en güzel şekilde yumuşaklıkla ve güzel hitapla mücadele et ve tartış.

Yüce Allah'ın: "Aralarından zulmedenler müstesna olmak üzere kitap ehliyle ancak en güzel yolla mücadele edin." (el-Ankebut, 29/46) buyruğunda olduğu gibi.

Yüce Allah ona yumuşak davranmasını emretmektedir. Nitekim Musa ve Harun -ikisine de selam olsun-'u Firavun'a gönderdiği zaman da şu buyruğuyla aynı şekilde emir vermiştir:

"Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır yahut korkar." (Taha, 20/44)195

İbnu'l-Kayyim az önceki âyetin tefsirinde diyor ki:

Yüce Allah davetin mertebelerini insanların mertebelerine göre tayin etmiştir:

a. Hakka karşı inad etmeyen, haktan yüz çevirmeyen, zeki ve hakkı kabul eden bir kimse hikmet yoluyla davet edilir.

b. Hakkı kabul etmekle birlikte bir çeşit gafleti ve gecikmesi olan kimseyse güzel öğütle davet edilir. Bu da teşvik ve korkutma ile birlikte verilen emir ve nehiy ile olur.

c. İnad edip inkar eden kimseye karşı ise en güzel yolla mücadele edilir.

İşte bu âyetin anlamı ile ilgili doğru olan anlama şekli budur. Yunan mantığının esiri olanların zannettikleri gibi değildir. Çünkü onlara göre hikmet açık kıyastır ve bu havasa yapılan davet çeşididir. Güzel öğüt ise hitap kıyasıdır. Bu da avamın davetidir. En güzel yolla mücadele ise cedeli kıyastır. Bu da önermeleri kabul edilen
tartışma kıyası yoluyla tartışanların kanaatlerini reddetmektir. Ancak böyle bir açıklama tarzı batıldır ve bu felsefe esaslarına göre bina edilmiştir. Müslümanların usullerine ve dinin kaidelerine -sözkonusu edilme yerleri
burası olmayan- pek çok bakımdan aykırıdır.

Miftahu Dari's-Saade, I, 193

28 Kasım 2015 Cumartesi

Tagut Nedir?

Tagut Nedir?

"Tagut" kelimesi Kur’an-ı kerimde sekiz yerde, sekiz defa zikredilmiştir.

Bunlar:

"Bakara: 256, Bakara: 257, Nisa: 51, Nisa: 60, Nisa; 76, Maide: 60, Nahl: 36, Zümer: 17" ayetleridir.

"Tagut" kelimesi; taga, yetgı, tugyan, yetgu tugyanenden türemiştir. Haddini aşmış, yükselmiş, küfürde ileri gitmiş, isyanda haddini aşmış manalarına gelir. Bu özelliklere sahip olan herkes tagut olarak isimlendirilir.

"Tagal mau ve’l bahr"; su ve deniz yükseldi denildiğinde, denizin dalgaları yükseldi manasına gelir.

Haddini aşan her şeye tagut denir.

"Tagut" kelimesi, hem tekil ve çoğul hem de dişi ve erkek için kullanılır.

Fa’lut kalıbında yani; "tagyut" şeklindedir. Fakat (ye) harfi (gayn) harfinden önce gelmiş ve fethalı (üstünlü) okunmuştur. Ondan önceki harf de fethalı (üstünlü) olduğu için bu (ye) harfi (elif) harfine çevrilmiş ve "tagut" kelimesi oluşmuştur.

Tagutun çoğulu; "tavagit" dir. Hadiste şöyle geçer:

"Babalarınız ve tagutlar (tavagi - tavagit) adına yemin etmeyin!"

Hadisteki "tavagi" kelimesi, "tagiyenin" çoğuludur. Bunlar ise müşriklerin ibadet ettikleri putlar ve başkalarına verdikleri isimlerdir. Devs tagiyesi, Hesam tagiyesi denildiğinde Devs ve Hesam kabilelerinin taptığı putlar kastedilirdi.

"Tavagi"; küfürde haddini aşan manasına da gelir. Bu durumda, Devs ve Hesam’ın büyükleri ve ileri gelenlerine itaat kastedilir. (Lisanul Arap c: 15 s: 7)


Ebu İshak şöyle dedi:

"Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen her şey cibt ve taguttur... Allah-u Teâlâ bu konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor:

"Onlar, taguta ve cibte inanıyorlar." (Nisa: 51)

Ezheri şöyle dedi:

"Ayetteki cibt ve tagut Hayy b. Ahtab ve Ka’b b. Eşref’tir.... Bu mana tagutun lügat manasına zıt değildir. Çünkü o ikisinin emrine tabi olduklarında Allah-u Teâlâ'dan başka o ikisine itaat etmiş olmaktadırlar."

Şu’be, Ata ve Mücahid şöyle dediler:

"Cibt; sihirdir. Tagut ise; şeytan, kahin ve dalalette baş olan herkestir."

El Ahfeş:

"Taguta kulluk etmekten kaçınarak..." (Zümer: 17) ayeti hakkında şöyle dedi:

"Tagut putlardan olabildiği gibi cin ve insanlardan da olabilir." ( Bu açıklamaların hepsi Lisan’ul Arap’ta geçmektedir.)

Vahidi şöyle dedi:

"Bütün arapça dil alimleri tagutu, "Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen herşey" olarak tarif etmişlerdir."

Nevevi şöyle dedi:

"Leys, Ebu Ubeyde ve El Kesai "tagut" hakkında şöyle dediler:

"Tagut; Allah-u Teâlâ'dan başka ibadet edilen her şeydir." (Şerh Sahihi Müslim c: 3 s: 18)

Cevheri şöyle dedi:

"Tagut, şeytan ve dalalette baş olan herkestir."

Rahman’ın Kullarının Nitelikleri!

Rahman’ın Kullarının Nitelikleri


1- Yüce Allah buyurdu ki: "Rahmanın kulları yeryüzünde ağır ve vakur yürürler." (el-Furkan, 25/3)

Onların niteliklerinden birisi de yeryüzünde sükunetle, vakarla ve alçak gönüllülükle yürümeleri, büyüklendikleri için ayaklarını yerlere vurmayışları da vardır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Çünkü sen hiçbir zaman yeri de yaramazsın, boyca da asla dağlara erişemezsin." (el-İsra, 17/37)

İbn Kesîr dedi ki: "Yeryüzünde kibir ve azametle yürüme" yani zorbaların yürüyüşü gibi böbürlenerek ve sağa sola eğilip bükülerek yürüme! Çünkü sen yürüyüşünle yeri delemezsin. "Boyca da asla dağlara erişemezsin" yani eğilip bükülmekle, öğünmekle, kendini beğenmekle bu kadar uzayamazsın. Aksine bu şekilde hareket eden kimse maksadının tam zıttı ile dahi cezalandırılabilir. (Büyüklenenler kıyamet gününde zerrecikler misali edileceklerdir.)

2- "Cahiller onlara hitap ettiklerinde: 'Selam' der geçerler." (el-Furkan, 25/63)

Yani beyinsizler kötü sözlerle kendilerine hitap edecek olursa benzeri ile ona karşılık vermezler. Aksine onlar eziyet ve günahtan yana esenlikli
olan sözler söylerler. Kötülüğü en güzeliyle savmak maksadıyla bu onların "selamun aleykum" şeklinde selam ifadesiyle de olabilir, yumuşak sözlerle de olabilir. Affetmek yahut bağışlamakla ve öfkeyi yutmakla da olabilir.1

3- "Onlar ki gecelerini Rablerine secde ve kıyam ile geçirirler." (el-Furkan, 25/64)

Gecenin bir kısmında namaz kılarlar, kıyamda dururlar ve dua ederler. Nitekim yüce Allah onların nitelikleriyle ilgili olarak şunları söylemektedir:

"Yanları yataklarından uzak kalır. Rablerine korkarak ve ümit ederek dua ederler. Onlara verdiğimiz rızıktan infak da ederler."
(es-Secde, 32/16)

Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem buyurdu ki:

"Her kim geceleyin uyanır ve seslice:
"Bir ve tek ve ortağı bulunmaksızın Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Mülk (egemenlik ve tasarruf) yalnız onundur. Her türlü hamd sadece onadır. O herşeye güç yetirendir. Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederim. Yalnız ona hamdederim. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah en büyüktür. Allah ile olmadıkça hiçbir şeye güç yetirilemez, takat getirilemez" dedikten sonra: "Allah'ım, bana mağfiret buyur, der yahutta dua ederse duası kabul olunur. Eğer abdest alır, namaz kılarsa namazı kabul olunur."2

Ben bu duayı okudum, duam kabul edildi.

4- "Onlar ki: 'Rabbimiz bizden cehennem azabını geri çevir. Çünkü gerçekten onun azabı kesin bir helâk oluştur' derler. 'Gerçekten o ne kötü bir durak ve ne kötü bir yerdir!'"
(el-Furkan, 25/65-66)

Onların niteliklerinden birisi de Rablerine cehennem azabını kendilerinden uzak tutması için dua etmeleridir. Çünkü cehennem azabı ebedi bir helâk oluştur. Orada kalmak ve orada bulunmak ne kötüdür! âyet-i kerimeden
Allah'a cehennem ateşinden korktukları için ibadet etmediklerini söyleyen mutasavvıfların kanaatleri reddedilmektedir.

5- "Ve onlar ki, mallarını infak ettiklerinde israf da etmezler. Cimrilik de etmezler. Bunun arasında orta bir yol tutarlar." (el-Furkan, 25/65)

Yüce Allah onları orta yolu tutmakla nitelendirmektedir. Onlar yaptıkları harcamalarında israf etmedikleri gibi,
cimrilik ederek kendilerini de, aile halklarını da darda bırakmazlar. Aksine onlar orta yolludurlar.
Taberi âyetin tefsirinde şunları söyler:
"Yüce Allah'ın burada nafakada (harcamada) israftan kastettiği yüce Allah'ın kullarına mübah kıldığı sınırı aşarak ileri gitmektir. Cimrilik etmek (iktar) ise Allah'ın emrettiğinden daha az harcamaktır. Kavam (orta yol) ise ikisi arasında
olandır." Bu âyetin anlamını yüce Allah'ın şu buyruğu da açıklamaktadır:

"Elini boynuna bağlanmış kılma (cimri olma)! Onu büsbütün de açma (israf etme)! Yoksa kınanır, yaptığına pişman olur kalırsın." (el-İsra, 17/29)

Yüce Allah cimriliği yererek, israfı yasaklayarak, iktisatlı olmayı da emrederek buyuruyor ki: Sen kimseye hiçbir şey vermeyen, hayrı engelleyen bir cimri olma. Takatinden fazlasını, gelirinden yukarısını vererek harcamada aşırı gitme, israf yapma! Çünkü sen cimrilik edersen kınanmış bir kimse olursun. İnsanlar seni kınar, seni yererler ve seni gerekli görmezler. Takatinden fazla açık elli olursan, bu sefer sen hareket edemeyen (el-
hasîr) gibi kalır, harcayacak bir şey bulamazsın. -Hasir, ise yürümekten âciz kalan, zayıflığı ve acizliği dolayısıyla yerinde duran bineğe denilir.- İşte İbn Abbas ve el-Hasen bu âyet-i kerimede kastedilen cimrilik ve israf(ın yasaklanması) amacıyla zikredildiğini belirterek açıklamışlardır.3

6- "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilâha dua etmezler." (el-Furkan, 25/68)

Bu gerçekten önemli bir niteliktir. Onların Allah'ı tevhid ettiklerini, ona bütün ibadetlerinde özellikle dualarında hiç kimseyi ortak koşmadıklarını ortaya koymaktadır. Çünkü dua bir ibadettir. Ayrıca Allah'tan başka ölülere -
isterse peygamber ya da veli olsunlar- dua etmek ameli boşa çıkartan şirk çeşitlerindendir.

"Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem'e hangi günah daha büyüktür diye sorulunca: "O seni yaratmışken Allah'a eş koşmandır" diye
cevap vermiştir.4

7- "Hak ile olması dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler."
(el-Furkan, 25/68)

Onların bir başka niteliği de Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı canı öldürmeyişleridir. Kız çocukları diri diri gömmek ve başka çeşitler de bu kabildendir. Ancak öldürülmesinin haramlığını ortadan kaldıran hak ile olması müstesnadır. İrtidad eden, başkasını öldüren, yeryüzünde fesad çıkartanlar gibi. Bunlar hak ile öldürülürler.

8- "Zina da etmezler." Rahman’ın kulları zinaya yaklaşmazlar. Çünkü o bir hayasızlıktır ve kötü bir yoldur. O hem kişiye, hem topluma zararlıdır. Çünkü çeşitli hastalıklara sebeb olur, aileyi darmadağın eder ve daha başka tehlikeleri vardır.

"Kim bunları işlerse ceza(ları) ile karşılaşır. Kıyamet gününde onun azabı kat kat verilir. O azabda ebediyyen hor ve hakir bir halde kalır."
(el-Furkan, 25/68-69)

Allah'tan başkasına dua etmek, canı öldürmek ve zina gibi sözü geçen büyük günahlardan herhangi birisini işleyen bir kimse kıyamet gününde bir ceza olmak üzere azabının tekrar tekrar edilmesi ve zelil ve hakir olarak o azabta ebedi kılınması gibi bir ceza ile karşı karşıya kalacaktır.
"Ancak" bütün yaptıklarından dünyada yüce Allah'a "tevbe edenler müstesnadır." Şüphesiz yüce Allah şartlarına uygun olarak tevbe edenin tevbesini kabul eder.

9- "Ve onlar ki yalan şahitlik yapmazlar."
(el-Furkan, 25/72)

Taberi dedi ki: Görüşler arasında doğruya en yakın olan şöyle denilmesidir:
Şirk, şarkı, yalan ve buna benzer ve "zûr (yalan)" adının verildiği herbir şeye şahid olmayan, tanıklık etmeyen kimselerdir. Çünkü Allah onların genel niteliği itibariyle yalan şahitlikte bulunmadıklarını belirtmektedir.
Dolayısıyla haber ya da fiil olarak kabul edilmesi gereken bir delil bulunmadıkça bunlardan herhangi bir şeyin tahsis edilmemesi gerekir.

Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem de şöyle buyurmuştur:

"Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?” diye üç defa sordu. Bizler haber ver ey Allah'ın Rasûlü dedik. Şöyle buyurdu: "Allah'a ortak koşmak, anne-babaya haksız muamelede bulunmak." O sırada yaslanmış
iken oturdu ve şöyle buyurdu: "Dikkat edin bir de yalan söz, dikkat edin bir de yalan şahitlik." Bu sözü o kadar    tekrarladı ki, keşke sussa diye temenni ettik.5

10- "Lağve (boş ve batıl şeylere) rastladıklarında da şereflice yüz çevirip geçerler."
(el-Furkan, 25/72)

Ondan yüz çevirerek hilm ile onu geride bırakır, giderler. Taberî der ki: Bu hususta görüşler arasında bence doğruya en yakın olan şöyle demektir: Yüce Allah övdüğü bu mü'minlere dair haber vererek onların boş söz ve işler yanından şereflice yüz çevirip geçtiklerini bildirmektedir. Lağv (boş iş ve söz) arapçada aslı ve hakikati
bulunmayan, batıl olan ya da çirkin görülen herbir söz ve fiilin adıdır. İnsanın bir diğer insana gerçekle ilgisi olmayan batıl sözlerle sövmesi lağvdir. Çirkin kabul edilen bazı yerlerde nikâhtan sarih ifadelerle sözkonusu etmek de lağvdendir. Aynı şekilde müşriklerin tanrılarını tazim etmeleri de, o tazim ettikleri varlığın tazim ettikleri şekilde bir hakikati olmadığından ötürü, batıl işlerdendir. Şarkı dinlemek de din ehli arasında çirkin
görülen işlerdendir. O halde bütün bunlar lağv kapsamı içerisine girerler. Dolayısıyla lağv diye adlandırılması gereken herhangi bir şey için bunun bir kısmı kastedilmiş, bir kısmı kastedilmemiştir demenin açıklanabilir bir
tarafı yoktur. Çünkü rivayet edilen bir haber ya da akli bakımdan böyle bir tahsisin yapıldığına dair bir delalet bulunmamaktadır.

11- "Onlar ki Rablerinin ayetleriyle kendilerine öğüt verildiğinde onlara karşı sağır ve kör kimseler olarak yıkılmazlar." (el-Furkan, 25/73)

İbn Kesîr dedi ki: Bu da mü'minlerin nitelikleri arasında yer alır:

"Gerçek mü'minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer, ayetleri karşılarında okunduğu zaman (bu) onların imanını arttırır ve onlar ancak Rablerine güvenip dayanırlar."
(el-Enfal, 8/2)

Ama kâfir böyle değildir. O Allah'ın kelamını dinlediği takdirde ondan etkilenmez. Halinde herhangi bir değişiklik olmaz. Aksine o küfrü, azgınlığı, bilgisizliği ve sapıklığı üzerinde devam eder gider.

Yüce Allah'ın: "Bunlara karşı sağır ve kör kimseler olarak yıkılmazlar" buyruğu ile ilgili olarak Şabi'ye bir topluluğu secde halinde görmekle birlikte (neden) secde ettiklerini duymayan bir kimse onlarla birlikte secde eder mi diye soruldu, o şu: "Onlar ki Rablerinin âyetleriyle kendilerine öğüt verildiğinde..." buyruğunu okudu.

Yani onlarla birlikte secde etmez. Çünkü o secde emri üzerinde düşünme imkanını bulmamıştır. Mü'min bir kimsenin ise rastgele başkalarına uyan bir kimse olmaması gerekir. Aksine o yaptığı işi basiret, kesin kanaat ve açık seçik bir sebebe dayanarak yapmalıdır.

Katade yüce Allah'ın: "Onlar ki Rablerinin âyetleri ile kendilerine öğüt verildiğinde bunlara karşı sağır ve kör kimseler olarak yıkılmazlar" âyetinin tefsiri hakkında şunları söylemektedir:

Yüce Allah buyuruyor ki: Onlar hakka karşı sağır ve kör değildirler. Onlar Allah'a yemin ederim ki haktan geleni akleden ve onun kitabından,
duyduklarından yararlanan kimselerdir."6

12- "Ve onlar ki: 'Rabbimiz eş ve çocuklarımızdan bize gözlerimizin aydınlığı olan (salih kimse)ler ver...' derler." (el-Furkan, 25/74)

İbn Kesîr dedi ki: Bu buyrukla Allah'tan sulblerinden ve soylarından geleceklerden Allah'a itaat eden, O'na hiçbir varlığı ortak koşmaksızın bir ve tek olarak ibadet eden kimseler çıkarması için dua edenleri kastetmektedir.

a. İbn Abbas dedi ki: Allah'a itaat olan işleri yaparak dünyada da, âhirette de gözlerini aydınlatacak kimseleri kastetmektedirler.

b. İkrime dedi ki: Onlar bu sözleriyle güzellik ya da güzel görünümü kastetmiyorlardı. Onlar soylarından geleceklerin itaatkar olmalarını isterler.

c. Hasan-ı Basri'ye bu âyet-i kerime hakkında soru sorulması üzerine şöyle cevap vermiştir: Bu yüce Allah'ın müslüman kuluna eşinin, kardeşinin, candan yakın arkadaşının Allah'a itaat ettiğini göstermesidir. Allah'a yemin olsun ki müslüman için Allah'a itaat eden bir evlat yahut bir torun yahut bir kardeş yahut candan bir arkadaş
görmekten daha çok gözünü aydınlatacak hiçbir şey yoktur.

13- "Bizi takva sahiplerine önder yap." Yani bizimle başkalarının hidâyeti bulacağı önder kimseler kıl.

İbn Kesîr dedi ki: İbn Abbas, el-Hasen ve es-Süddi şöyle demişlerdir: Sen bizleri hayra giden yolda bize uyulan önderler kıl.

Başkaları da: Sen bizleri hidâyete çağıran, hidâyete ileten, hayra çağıran kimseler kıl, diye açıklamışlardır.

"İşte bunlar sabretmelerinden ötürü cennetin yüksek köşkleri ile mükafatlandırılacaklar ve onlar orada esenlik dileği ve selam ile karşılanacaklardır." (el-Furkan, 25/75-76)

İbn Kesîr dedi ki: Yüce Allah mü'min kullarının sözü edilen güzel niteliklerini, sözlerini ve güzel fiillerini sözkonusu ettikten sonra "işte bunlar" yani bu niteliklere sahip olanlar kıyamet gününde cennet demek olan "yüksek köşkler" ile mükafatlandırılacaklarını belirtmektedir. Bu ise "sabretmelerinden ötürü" yani bütün bunları
yerine getirecekleri için olacaktır.

"Ve onlar orada cennette "esenlik dileği ve selam ile karşılanacaklardır." Yani orada onlara selam verilecek, ikramlarda bulunulacak, saygı ve ihtiram ile karşılanacaklardır. Selam (esenlik) onlar içindir ve onlara üzerinize selam olsun denilecektir. Çünkü melekler onlara herbir kapıdan girecek ve: Sabretmenizden ötürü selam sizlere, âhiret yurdunun akıbeti ne güzeldir diyeceklerdir.

"Onlar orada ebedi kalıcıdırlar" buyruğu orada ikamet edecekler, başka bir yere götürülmeyecekler, ölmeyecekler ve oradan ayrılmayacaklardır, demektir.
"O ne güzel karargah ve ikamet yeridir" buyruğu ise görünüşü itibariyle ne güzel bir yerdir, dinlenilecek ve konaklanılacak ne hoş bir mekandır, demektir.7

1. Bk. Kasımi tefsiri
2. Buhârî ve başkaları.
3. Bk. İbn Kesîr, III, 37.
4. Buhârî ve Muslim.
5. Buhârî ve Muslim
6. İbn Kesîr, III, 329
7. III, 333

Kâfirlere Benzemeye Çalışmanın Yasak Oluşu

Kâfirlere Benzemeye Çalışmanın Yasak Oluşu


Yüce Allah buyuruyor ki:

"Ey iman edenler! 'Râinâ' demeyin. 'Unzurnâ' deyin ve dinleyin. kâfirler için ise çok acıklı bir azap vardır." (el-Bakara, 2/104)

Hafız İbn Kesîr âyetin tefsirinde diyor ki:
Yüce Allah mü'min kullarına söz ve fiillerinde kâfirlere benzemeye çalışmalarını yasaklamaktadır. Şöyle ki yahudiler konuşmalarında küçültücü maksatlar ile birden çok anlama gelme ihtimali bulunan ifadeler
kullanıyorlardı. -Allah'ın laneti üzerlerine olsun- Bundan dolayı onlar "bizi dinle, bize de kulak ver" demek istediklerinde. "Raina" diyorlar ve bununla ahmaklık ve bilgisizlik anlamına gelen "er-ra’ûna"yı kastediyorlardı.

Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Yahudilerden kelimeleri yerlerinden (silip) tahrif edenler vardır. Dillerini eğip bükerek, dine de saldırarak: 'İşittik (fakat) isyan ettik. İşit, işitmez olası ve raina' derler. Eğer onlar: 'Dinledik ve itaat ettik. İşit ve bizi de gözet' deselerdi, elbette kendileri için daha iyi ve daha doğru olurdu. Fakat Allah küfürleri yüzünden kendilerini
lanetlemiştir. Onların ancak pek azı iman ederler." (en-Nisâ, 4/46) diye buyurmaktadır.

Onların selâm verdikleri vakit ölüm demek olan "es-sâm" kelimesini kullanarak "es-sâmu aleyküm" dediklerine dair hadisler rivayet edilmiş bulunmaktadır. Bundan dolayı yüce Allah bizlere: "Ve aleyküm (sizin de üzerinize olsun)" diye karşılık vermemizi emretmiştir. Bizim onlara yaptığımız beddualarımız kabul olunur ama onların bize yaptıkları kabul olunmaz. Maksat yüce Allah'ın mü'minlere söz ve fiilleri itibariyle kâfirlere benzemeye çalışmayı yasakladığıdır.

Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Ey iman edenler! 'Raina' demeyin. 'Unzurnâ: Bize de bak' deyin ve dinleyin. Kâfirler için ise çok acıklı bir azap vardır."

Sahih bir senedle Rasûlullah Salallahu aleyhi vesellem'in şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir:

"Ben kıyametten az önce kılıç ile gönderildim. Ta ki ona hiçbir ortak koşulmaksızın bir ve tek olarak Allah'a ibadet olunsun. Rızkım mızrağımın gölgesi altında takdir edilmiştir. Zelil olmak ve küçüklük ise benim emrime muhalefet edenler hakkındadır ve her kim bir kavme benzemeye çalışırsa o da onlardandır."

(Hadis sahih olup, Ahmed ve başkaları tarafından rivayet edilmiştir.)


Bu hadiste sözlerinde, fiillerinde, elbiselerinde, bayramlarında, ibadetlerinde ve daha başka bizim için meşru kılınmamış ve bizim aynı şeyleri devam ettirmemiz kabul edilmemiş diğer bütün hususlarda kâfirlere benzemeye çalışma hakkında ağır bir nehiy ve tehdit bulunmaktadır.
Daha sonra senediyle kaydedildiğine göre Abdullah b. Mesud kendisine gelen ve: Bana tavsiyede bulun diyen bir adama şunları söylemiştir: Sen yüce Allah'ı: "Ey iman edenler" diye buyurduğunu duyduğun yerde ona
kulağını ver, dikkatle dinle. Çünkü şüphesiz ki o ya emrettiği bir hayırdır yahutta yasakladığı bir şerdir.

İbn Cerir dedi ki: Bizce doğru olan şudur: Şanı yüce Allah mü'minlere peygamberlerine "râinâ" demelerini yasaklamaktadır. Çünkü bu yüce Allah'ın peygamberine söylenmesini hoş karşılamadığı bir sözdür.

20 Kasım 2015 Cuma

Mevlid-i Nebevî'yi Kutlamak Bidat'dır!

Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan ve onlara katılmadığından dolayı kendisini ayıplayan âilesine nasıl davranmalıdır?

Soru: Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan ve benim İslâm'ımın yeni bir İslâm olduğunu, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmediğimi söyleyen âile fertlerimin aksine ben, Mevlid-i Nebevî'yi kutlamıyorum.
Bu konuda bir öğüt verir misiniz?

Cevap: Hamd, yalnızca Allah'adır.

Birincisi:

Kıymetli kardeşim!

İnsanlar arasında yaygın hâle gelen gelenek bid'atlarından birisi olan Mevlid-i Nebevî'yi kutlamayı terk etmekle güzel bir davranış gösterdiniz.
Senin, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ittibâ etmeni ayıplayan kimselere hiç aldırma! İslâm hidâyeti üzere dosdoğru yolda yürümeye devam etmen gerekir. Allah Teâlâ'nın kendi kavmine göndermiş olduğu hiçbir elçi (peygamber) yoktur ki kavmi onunla alay etmiş, onun akıl ve dînini ayıplamış olmasınlar.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( ﻛَﺬَﻟِﻚَ ﻣَﺎ ﺃَﺗَﻰ ﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﻣِﻦْ ﻗَﺒْﻠِﻬِﻢْ ﻣِﻦْ ﺭَﺳُﻮﻝٍ ﺇِﻟَّﺎ ﻗَﺎﻟُﻮﺍ ﺳَﺎﺣِﺮٌ ﺃَﻭْ ﻣَﺠْﻨُﻮﻥٌ (( ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺬﺍﺭﻳﺎﺕ ﺍﻵﻳﺔ : 52 ]

"İşte böyle. Onlardan öncekilere ne zaman bir elçi geldiyse mutlaka ona: Büyücü veya deli, dediler.(Kureyş'in, peygamberi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i yalanlayıp: O şâirdir,sihirbazdır,delidir, dedikleri gibi,Kureyş'ten önce elçilerini yalanlayan topluluklar da Kureyş'in yaptığının aynısını yaptılar. Bundan dolayı Allah Teâlâ onlara azabını tattırmıştır.)" (Zâriyât Sûresi: 52)

Allah Teâlâ'nın peygamberlerinde senin için pek güzel örnekler vardır. Bu sebeple başına gelen ezâlara sabretmelisin ve ecrini Rabbinden beklemelisin.

İkincisi:
Sana nasihatımız şudur:
Onlarla münakaşa etmekten ve tartışmaktan uzak durmalısın. Eğer içlerinden dinleyen ve istifâde etmek isteyen akıl sahibi birisini bulursan, Mevlid-i Nebevî'nin hakikatini, hükmünü ve onu geçersiz kılan delilleri göstermek için onunla tartışabilir, ona sünnete uymanın fazîletini ve dînde bid'at çıkarmanın kötülüğünü açıklayabilirsin. Böyle kimseleri gördüğün zaman, onlarla diyalog sırasında ve onlara nasihat ederken sana fayda verecek birtakım şeyleri sunuyorum:

1. Bu kimselerle diyaloga, onların son sözlerinden başlayalım.

Sana söyledikleri son sözleri de şuydu: "Senin İslâm'ın, yeni bir İslâm'dır".

Onlara deriz ki:

- Kimin dîni ve İslâm'ı daha eski? Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan mı, yoksa kutlamayan mı?

Hiç şüphe yok ki akıl ve insaf sahibi birisinin cevabı: Mevlid-i Nebevî'yi kutlamayanın İslâm'ı ve dîni daha eskidir, olacaktır. Dolayısıyla sahâbe -Allah onlardan râzı olsun-, tâbiîn, etbâu't-tâbiîn ve onlardan sonra Mısır'daki Ubeydîlerin asrına kadar gelenler bu Mevlidi kutlamamışlardır.Mevlidi kutlama olayı, bunlardan sonra olmuştur.

O halde yeni İslâm'ın sahibi kimdir?

2. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i en çok sevenlerin kim olduğuna bakalım. Sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- mi? Yoksa onlardan sonra sonraki asırlarda olanlar mı?

Hiç şüphe yok ki akıl ve insaf sahibi birisinin cevabı:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i en çok seven ve en büyük sevgi besleyenler, sahâbedir -Allah onlardan râzı olsun-, olacaktır. O halde sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğumunu (Mevlid-i Nebevî'yi) kutladılar mı? Yoksa böyle bir şeyi terk mi ettiler. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum gününü kutlayan bu kimseler, Peygamberleri Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmekte nasıl sahâbeyle yarışabilecekler?

3. Onlara şunu soralım: Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek ve O'na muhabbet beslemek ne demektir?

Hiç şüphe yok ki Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmek ve O'na muhabbet beslemek akıl ve insaf sahibi birisinin yanında şu anlama gelir: O'nun sünnetine uymak ve O'nun izlediği yoldan gitmektir. Mevlid-i Nebevî'yi kutlayan bu kimseler, peygamberlerinin sünnetine sıkı sıkıya bağlı kalsalar ve ittibâ yolunu izleselerdi, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i seven sahâbeye ve peygamberlerine tâbi olanlara yeten Kur'an ve sünnet, onlara da yeterdi.Her türlü hayrın, ilk müslümanlara tâbi olmakta olduğunu, her türlü şerrin de onlardan sonra dînde bid'at çıkaranlarda olduğunu mutlaka öğrenecektir.

Kadı İyad -Allah ona rahmet etsin-, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmenin alâmetleri bölümünde şöyle demiştir:

"Bilmelisin ki, kim bir şeyi severse, ona mutabık kalmayı tercih eder. Böyle yapmazsa, sevgi ve muhabbetinde samimî olmaz. Sadece sevdiğini iddiâ eden kimse olur. Bu sebeple Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmekte samimiyet; bunun alâmeti kendi üzerinde ortaya çıkan sevgidir. Bu alâmetlerin ilki ise; O'nu örnek almak, O'nun sünnetini kullanmak, O'nun söz ve fiillerine uymak, emirlerini dinlemek ve yasaklarından kaçınmak, yoklukta ve bollukta, hoşa giden ve gitmeyen her şeyde O'nun âdâbıyla âdâblanmaktır.

Bunun delili Allah Teâlâ'nın şu sözüdür:

(( ﻗُﻞْ ﺇِﻥْ ﻛُﻨﺘُﻢْ ﺗُﺤِﺒُّﻮﻥَ ﺍﻟﻠّﻪَ ﻓَﺎﺗَّﺒِﻌُﻮﻧِﻲ ﻳُﺤْﺒِﺒْﻜُﻢُ ﺍﻟﻠﻪُ ((... ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺁﻝ ﻋﻤﺮﺍﻥ ﻣﻦ ﺍﻵﻳﺔ : 31 ]

" (Ey Rasûl!) De ki: Allah’ı (gerçekten) seviyorsanız, bana tâbi olun (gizli ve açık bana îmân edin) ki Allah da sizi sevsin." (Âl-i İmrân Sûresi: 31)

Yine O'nun şeriatını tercih edip başkasından üstün tutmak, hevâ, istek ve arzusunu şeriata uygun hâle getirmek için onu şeriate teşvik etmek ve yöneltmektir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

(( ﻭَﺍﻟَّﺬِﻳﻦَ ﺗَﺒَﻮَّﺅُﻭﺍ ﺍﻟﺪَّﺍﺭَ ﻭَﺍﻟْﺈِﻳﻤَﺎﻥَ ﻣِﻦ ﻗَﺒْﻠِﻬِﻢْ ﻳُﺤِﺒُّﻮﻥَ ﻣَﻦْ ﻫَﺎﺟَﺮَ ﺇِﻟَﻴْﻬِﻢْ ﻭَﻟَﺎ ﻳَﺠِﺪُﻭﻥَ ﻓِﻲ ﺻُﺪُﻭﺭِﻫِﻢْ ﺣَﺎﺟَﺔً ﻣِﻤَّﺎ ﺃُﻭﺗُﻮﺍ ﻭَﻳُﺆْﺛِﺮُﻭﻥَ ﻋَﻠَﻰ ﺃَﻧﻔُﺴِﻬِﻢْ ﻭَﻟَﻮْ ﻛَﺎﻥَ ﺑِﻬِﻢْ ﺧَﺼَﺎﺻَﺔٌ ﻭَﻣَﻦ ﻳُﻮﻕَ ﺷُﺢَّ ﻧَﻔْﺴِﻪِ ﻓَﺄُﻭْﻟَﺌِﻚَ ﻫُﻢُ ﺍﻟْﻤُﻔْﻠِﺤُﻮﻥَ (( ‏[ ﺳﻮﺭﺓ ﺍﻟﺤﺸﺮ ﺍﻵﻳﺔ : 9 ]

"Bir de önceden Medine'yi kendilerine yurt edinen ve (muhâcirlerin hicretinden önce) îmân eden kimseleredir -ki onlar kendilerine hicret edenleri sever ve onlara verilen şeylerden (ganimet mallarından) dolayı içlerinde hiçbir çekememezlik duymazlar. Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi onları kendi nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimrilik ve bencilliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin tâ kendileridir." (Haşr Sûresi: 9)

Allah Teâlâ'nın rızâsını üstün tutup, kulların hiddet ve gazabına tercih etmektir.
Kim bu vasıflara sahip olursa, Allah Teâlâ ve elçisi Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'e olan sevgisi kâmil olur. Kim de bazı şeylerde bu sevgiye aykırı hareket ederse, sevgisi eksik olur. Fakat bu durum, onu, sevgi ve muhabbetin dışına çıkarmaz." (eş-Şifâ bi Ta'rîfi Hukûki'l-Mustafâ; c: 2, s: 24-25)

4. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum tarihine bakalım. Bu tarih hakkında bir şey sâbit olmuş mudur? Buna karşılık Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in vefat tarihi sâbit olmuş mudur?

Hiç şüphe yok ki akıl ve insaf sahibi birisinin cevabı:

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum tarihinin sâbit olmamış, fakat vefat tarihi yakînen sâbit olmuştur, olacaktır.

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in hayatını anlatan siyer kitaplarına baktığımız zaman, siyer yazanların, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'İn doğumu hakkında şu görüşlere ayrılmakta olduklarını görmekteyiz:

1. Rebiü'l-Evvel ayının ikinci gecesi.

2. Rebiü'l-Evvel ayının sekizinci günü.

3. Rebiü'l-Evvel ayının onuncu günü.

4. Rebiü'l-Evvel ayının onikinci günü.

5. Zübeyir b. Bekkâr şöyle demiştir:

"Ramazan ayında doğmuştur."
Şayet Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğumundan bir şey kaynaklanmış olsaydı, sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- kendisine bunu sorarlar veya Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bizzat kendisi onlara bunu haber verirdi.Bütün bunlar olmamıştır.
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in vefatına gelince, hicretin onbirinci yılında Rebiü'l-Evvel ayının onikinci gecesi olduğunda hiçbir görüş ayrılığı yoktur.

Sonra bu bid'atçıların, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum gününü ne zaman kutladıklarına bakalım.
Bu bid'atçılar, bu kutlamayı, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum gününde değil de O'nun vefat gününde yapmaktadırlar!!!

Nitekim soylarını değiştirerek kendilerini Fâtıma'ya -Allah ondan râzı olsun- nisbet ederek "Fâtımîler" olarak adlandıran batınî Ubeydîler, câhil müslümanlara bid'atlarını yutturdular. Onlar da bunu çok saf bir şekilde kabul ettiler. Oysa onlar (Ubeydîler), Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in vefat ettiği günde sevinç ve mutluluk duymak isteyen zındık ve inkârcı bir topluluktu. İşte bunun için Mevlid-i Nebevî bid'atını icat ederek bunun için kutlamalar düzenlediler. Oysa onlar, bununla sevinç ve mutluluklarını göstermek istediler.Bunun için de bu kutlamalara katılan saf müslümanlara, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e sevgi ve muhabbetlerini göstermek istedikleri vehmini vermişlerdi. İşte Ubeydîler, çirkin emellerinde ve hilelerinde bu şekilde başarılı oldular. Yine, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'i sevmenin anlamını, mevlid kasideleri okumak, arpa, şeker ve tatlılar dağıtmak ve erkeklerle kadınların birbirine karıştığı, kadınların açılıp saçıldığı, her türlü fısk-ı fücûrun işlendiği çalgılı-türkülü oyunlar ve danslar düzenlemek şeklinde tahrif etmekte başarılı oldular. Bunun dışında bu meclis ve halkalarda bid'at olan tevessüller ve şirk olan sözler de söylenir hâle geldi.

Üçüncüsü:

Soruyu soran kardeşim!
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'e ittibâ etmekte sabırlı olmalısın. O'nun sünnetine aykırı hareket edenlerin sayıca çok olması seni aldatmasın. Sana ilim talep etmeni ve insanlara fayda vermeye gayret etmeni tavsiye ederiz. Bu gibi davranışların, seninle âilen arasında ayrılığa sebep olmasın. Çünkü onlar, bu kutlamaları câiz, hatta müstehap görenlerin fetvâlarını taklit etmektedirler. Bid'atı reddederken onlarla yumuşak huylu olmalısın. Onlara en güzel sözlerini, fiillerini ve ahlakını göstermeye çalışmalısın. Onlara, davranış ve ibâdetinle, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in sünnetine uyduğunu (ittibâ ettiğini) göstermelisin.
Allah Teâlâ'nın seni muvaffak kılmasını niyaz ederiz.

Allah Teâlâ en iyi bilendir.

Şeyh Muhammed Salih el-Muneccid