23 Aralık 2013 Pazartesi

Bedir Ehlinin Bağışlanması

بســـم الله الرحمن الرحيم
  
   
Bedir Ehlinin Bağışlanması
  
   
Nebi'nin (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Ömer'e buyurduğu:
"Ne biliyorsun! Belki de Allahu Teâlâ Bedir'e katılanların durumlarına bakmış ve "Ne yaparsanız yapın, ben sizi bağışladım" demiştir." hadisi... (Buhârî (4274) ve Müslim (2494) Ali b. Ebû Talib'ten rivayet etmişlerdir.)
Bu hadis-i şerifin mânasını, insanlardan birçok kimse farklı anlamıştır. Çünkü hadisin zahirinden kendilerine her şeyin mubah olduğu ve istedikleri her şeyi yapabilecekleri anlaşılmaktadır. Ama bu mümkün değildir.
İçlerinde İbnü'l-Cevzi'nin de bulunduğu bir grup şöyle demişlerdir:
"Hadisteki "Ne yaparsanız yapın" ifadesinden maksad ileride yapacaklarınız ile alakalı değil, bilakis geçmiş ile ilgili yaptıklarınız hakkındadır. Buna göre mânası şöyle olur:
"Önceden işlediğiniz hangi ameliniz (günahınız) var idiyse onu bağışladım demektir."
Kuşkusuz buna şu iki husus delalet etmektedir:
A - Şayet burada geçen fiil, gelecek ifade etseydi o zaman cevabı "sizleri bağışlayacağım" diye olurdu.
Yine böyle olsaydı, bütün günahlar hakkında genellik olmuş olurdu ki, burada bu mânaya gelmez. Gerçek cevap şu ki;
"Şüphesiz ki ben bu savaşınızdan dolayı geçmiş günahlarınızı bağışladım." mânasında olur. Lakin bu açıklama da iki yönden zayıf bir açıklamadır:
1. Hadiste geçen "Ne yaparsanız yapın" lafızı bu açıklamaya engeldir. Çünkü bu lafız, gelecek ifade eder. Geçmişlik ifade etmez. "Sizleri bağışladım" bölümünün ise; "ne yaparsanız yapın" bölümüne uyacak diye bir gerekliliği olmayabilir. Çünkü "Sizleri bağışladım" sözü, gelecekteki bağışlamanın vuku bulduğunu ortaya koyan bir sözdür. "Allah'ın emri (kıyamet) geldi... ve "Rabbin geldi..." ve benzer âyetlerde olduğu gibi.
2. Hadisin bizzat kendisi bu açıklamayı reddetmektedir. Çünkü hadisin sebebi zaten Hâtıb kıssasıdır. O'nun Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında yaptığı casusluğu ile ilgilidir. Şüphesiz ki bu hâdise de Bedir savaşından sonra gerçekleşmiş idi, öncesinde olmamıştı. İşte hadisin vürud sebebi budur. Bundan kast edilen de kesinlikle bu olsa gerek.
Allah en iyisini bilen olmakla beraber bizim bu hadis hakkındaki düşüncelerimiz şöyledir:
Bu hadisteki hitap hakkında Allahu Teâlâ, onların, dinlerinden vaz geçmeyen ayrılmaz kimseler olduklarını, İslâm üzere öldüklerini, buna ek olarak başkalarının bazen işlediği gibi onların da bazı günahlar işlemiş olduklarını ancak Allah'ın onları günahlarda ısrarcı kılmadığını, bilakis onları nasuh tevbeye ve istiğfara ulaştırdığını ve günahlarından sonra işledikleri bazı sevaplarının bu günahlarını sildiğini kuşkusuz bilmektedir. Böylece bu durum başkalarına olmadan sadece kendileri hakkında özel bir durum hâlini almış oluyor. Çünkü bu husus onlar hakkında gerçekleşmiş ve böylelikle bağışlanmışlardır.
Bu ifadeden, bağışlanmış olmayı suistimal ederek, farzları yerine getirmemeleri de elbette anlaşılamayacağı gibi aynı zamanda bu, sebeplerini yerine getirmeleriyle mağfiretin oluşmasına da engel teşkil etmez. Şayet bağışlanmış olmaları, onların emredilen buyrukları artık yerine getirmeyebileceklerini ortaya koysaydı, o zaman bundan sonra namaz kılmaya, oruç tutmaya, hac etmeye, zekat vermeye ve cihad etmeye ihtiyaç duymazlardı. Kuşkusuz bu da imkânsızdır.
Muhakkak ki, günahlardan sonra mutlaka yapılması gereken öncelikli gereksinim tevbe etmektir. Şu var ki, bağışlamış olmanın söz verilmiş olması, bağışlanmayı gerektirecek sebep ve faktörlerin de artık iptal edilebilirliği fikrini asla ortaya koymaz. Bu açıklamayı (destekleyecek) benzer başka bir hadis-i şerif ise şöyledir:
"(Allahu Teâlâ): Kulum bir günah işledi ve: Ey Rabbim! Bir günah işledim, onu benim için bağışla" der. diye buyurur. Bunun üzerine Allah onu bağışlar. Sonra Allah'ın dilediği zamana kadar bekler ve bir günah daha işler ve:
"Ey Rabbim! Bir günah işledim. Onu benim için bağışla" der. Allah onu bağışlar. Sonra Allah'ın dilediği zamana kadar bekler ve bir günah daha işler ve: "Ey Rabbim! Bir günah işledim. Onu benim için bağışla" der.
Bunun üzerine Allahu Teâlâ:
"Kulum, günahları bağışlayan ve bundan ötürü onu hesaba çeken bir Rabbinin olduğunu bildi. Şüphesiz ki kulumu bağışladım. Öyleyse istediğini işlesin." diye buyurur." (Buhârî (7507) ve Müslim (2758) Ebû Hüreyre'den rivayet etmişlerdir.)
İşte bu hadis-i şerifte de o kimseye haramları ve günahları işlemesine dair bir izin ya da mutlaklık bulunmamaktadır. Hadis tamamıyla kulun her bir günah işleyip de, tevbe ettiği takdirde bağışlanmasının da devam edeceğine delalet etmektedir.
Bu kulun böyle bir bağışlanma aldığına dair özelliğine bakarsak; kendisi de biliyordu ki herhangi bir günahta ısrarcı olunmamalı. Kendisi bir günah işlediği zaman tevbe etmekteydi. O'nun durumunda olan herkes için de bu durum aynı hüküm alırdı. Ancak şu var ki, zikredilen bu kul hakkında karar kesilmiştir. Tıpkı Bedir ehli hakkında hükmün kesildiği gibi. Aynı zamanda Peygamber'in (sallallahu aleyhi ve sellem) cennet ile müjdelenenleri haber verdiği ya da kendilerinin bağışlanmış olduklarını belirttiği kimselerde olduğu gibi...
Şunu gözden kaçırmamak lâzım ki; bunlarla, sahabeden bunlar olsun, başkası olsun herhangi bir kimsenin, artık bütün günahları ve cürümleri işleyebileceği ya da farzları terk edebileceği asla anlaşılmamaktadır. Bilakis bu kimseler (dinî işlerde) daha çok çalışmakta, daha çok korkmakta ve müjdelendiklerinden sonra da öncesine nazaran daha çok dikkat etmekteydiler. Cennet ile müjdelenen on sahabe de olduğu gibi...
Ebû Bekir es-Sıddık, Allah'ın emrinden çokça korkan ve günahlardan çok sakınan bir şahsiyetti. Ömer de öyleydi. Çünkü kendileri biliyorlardı ki, genel olan müjde bazı şartlarla kayıtlıydı. Ve bu ölüme dek sürmekteydi. Bu müjdeyi bozacak bazı engellerin de olduğunu bilmekteydiler. Onlardan hiçbir kimse bu müjdeyi mutlak olarak ve isteyenin farzları terk edebileceği biçiminde anlamamışlardır.

      

İbn Teymiyye'nin Akîdesi


İbn Teymiyye r.h
Akidesinin ne olduğu hakkında bizzat kendisinin yazmış olduğu şu kaside ile bize şöylece cevab vermektedir:

"Ey mezhebimi ve akidemi soran kişi! Doğru yolu bulmak için soru sorana, doğru yolda gitmek ihsan edilsin.
Sözünü tahkik ederek söyleyen, bundan yan çizmeyen ve değiştirmeyenin sözüne kulak ver.
Bütün ashabı sevmek benim yolumdur, bu sevgiyle onlara yakın olmayı, Allah’a yakın olmaya bir vesile (yol) sayarım.
Herbirisinin pek açık-seçik kadri ve fazileti vardır, fakat aralarından es-Sıddiyk daha da faziletlidir.
Kur’an hakkında âyetlerinde geçenleri söylerim, o kadimdir, Allah tarafından indirilmiştir.
İlahi sıfata dair bütün âyetleri ilk tarzda nakledildiği şekilde hak olarak kabul ederim.
Bunun mesuliyetini de bu nakli yapanlara havale ederim ve bu hususta hertürlü tahayyüle karşı onu korurum.
Kur’ân’ı bir kenara itip de söylediği söze: el-Ahtal dedi ki... diye delil getiren ne çirkin iş yapmış olur!
Mü’minler Rablerini hak olarak göreceklerdir. Ve keyfiyetsiz olarak (hadiste belirtildiği üzere) semaya iner.
Mizanı ve kendisinden içip, susuzluğumu gidereceğimi ümit ettiğim Havzı ikrar ve kabul ederim.
Aynı şekilde cehennemin üstünde uzatılacak sıratı da. Muvahhid olanları kurtulacak, diğerleri ise terkedileceklerdir.
Cehennem ateşine bedbaht olan bir kimse ilahi hikmet gereği girecektir, takva sahibi olan kişi de aynı şekilde cennete girecektir.
Canlı ve aklı başında herkesin kabrinde ameli kendisiyle birlikte olacak ve ona kabirde soru sorulacaktır.
İşte Şafîi’nin de, Malik’in de, Ebu Hanife’nin de sonra da Ahmed’in de nakledilegelen akidesi budur.
Eğer onların izledikleri yola uyarsan, ilahi tevfike mazhar olursun. Eğer bid’at bir yol ortaya koyarsan, kimse senin bu yolunu dayanak kabul etmez." (Bk. Cilâu'l-Ayneyn fi Muhakemeti'l-Ahmedeyn, s. 58)

22 Aralık 2013 Pazar

Nesih ve Mensuh Konusu

Nesih ve Mensuh meselesi ayeti kerime ve hadisi şerifler ile sabit iken bunu inkar edenlerin kendi görüşlerinden başka delilleri bulunmamaktadır.

   Nesih: İzale, bertaraf, ibtal ve yok etme; izale edilen şeyin yerine başka birinin konulması veya konulmaması, nakletme, kaldırma, hükümsüz kılma, istinsah etme, değiştirme, tahvil etme (nesha) fiilinin mastarıdır.
   Istılah âlimlerince nesh değişik şekillerde tarif edilmiştir. Neshin, ıstılâhî tariflerinin ortak noktaları alınmak suretiyle şu şekilde tarifi mümkündür: “Nesh, şer’î bir delil ile sabit şer’î ve fer’î bir hükmün daha sonra gelen yeni şer’î bir delille kaldırılması, ilgası, tebdil ve tağyîr edilmesidir.” Bu şekilde kendinden önceki hükmü kaldıran delile “nâsih”, hükmü kaldırılan delile de “mensûh” denilir.
   Alimler neshi ve mensuh meselesine ve bu konu ile alakalı ayetlere vakıf olmayanların ayetlerden hüküm çıkarmaya çalışmalarının ve Kur’andan vaaz vermelerinin caiz olmadığını bildirmişlerdir.
   Kur’an-ı Kerimde bu konuda çok açık ayetler bulunmaktadır. Şöyle ki:
“Biz herhangi bir ayeti nesheder veya onu unutturursak, ondan daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki; gerçekten Allah her şeye Kadir’dir.” (Bakara 106)

   “Biz bir ayet yerine başka bir ayeti değiştirdiğimizde, o kişiler: ‘Sen ancak bir uydurucusun!’ derler. Oysa Allah neyi indireceğini pek iyi bilmektedir. Doğrusu onların pek çoğu bilmezler.” (Nahl 101)

   “(Ey Habibim) Biz seni okutacağız da sen asla unutmayacaksın. Ancak Allah’ın dilediği müstesna. Çünkü O âşikârı da bilir, gizliyi de” (el-Âlâ, 6-7)

   Bu gibi ayetler Allahu Teala’nın indirdiği bir ayeti lafzen veya hükmen kaldırıp/unutturacağını beyan etmektedir. Şimdi birkaç örnek ile konuyu genişletelim..
Nesih 3 şekilde olur.

1- Lafzı ve manası mensuh (kaldırılmış) olan
2- Yalnız manası (hükmü) kaldırılıp lafzı mevcut olan
3- Lafzı lafzı kaldırılıp manası baki olandır.

LAFZI VE MANASI KALDIRILMIŞ OLAN

   Hazreti Enes (Radıyallahu anh) nı şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Allahu Teala, Meune kuyusunda öldürülenler hakkında ayet indirmiş di ki, biz o ayeti nesh olununcaya kadar (kaldırılıncaya) kadar okurduk. Şöyle ki:
   “Dikkat edin! Kavmimize ulaştırın ki, şüphesiz biz Rabbimize kavuştuk. Bizden razı oldu ve bizi razı etti.”

MANASI (HÜKMÜ) KALDIRILIP LAFZI BAKİ OLAN

   1- Mesela Enfal suresi 65. ayeti kerimesinde sabırlı 20 kişinin 200 kişiye, 100 kişinin 1000 kişiye gelip gelebileceği yani böyle bir karşılaşmadan kaçmanın haram olduğu belirtilmektedir. Hemen sonraki 66. ayeti kerimede ise Allahu Teala sayı ve zafiyet bakımından bir zafiyetin olması, ümmetin kolaylığı için sabırlı 100 kişinin 200 kişiye, 1000 kişinin 2 bin kişiye galip geleceğini yani 1’e 2’lik bir karşılaşmadan kaçılmasının haramiyetini beyan etmiştir.
   Ayetlerin meali şöyledir: “Ey nebi! İnsanları savaşa teşvik et! İçinizden sabredici yirmi kişi bulunursa iki yüz kişiye galip gelirler. Sizden (sabırlı) yüz kişi bulunursa, o kafir olmuş kimselerden bin (kişiy)i yenerler…..” (Enfal 65)

   “Allahu Teala sizde bir zafiyet olduğunu bilmiş ve şuanda bir hafifletme yapmıştır. Artık içinizden sabırlı yüz kişi bulunursa, iki yüz (kişiy)e galip gelirler. Ama aranızdan (sabırlı) bin (kişi) bulunursa, Allah’ın izni (ve desteği) ile iki bin (kişiy)e galip gelirler. Zaten Allah o sabredenlerle beraberdir” (Enfal 66)

   Görüldüğü üzere bir ayet diğer ayetin hükmünü neshetmiştir. Ayetin lafzı vardır ancak hükmü kalkmıştır.

   2- Başka bir misal miras ile ilgilidir. Bakara Suresi 180. ayetinde geçen mü’minlerin servetlerindne bir kısmını anne-baba ve yakınlarına vasiyet etmelerinin farz oluşu Nisa Suresi 11 ve 12. ayetlerinde miras taksiminin kesinleşmesi ile kaldırılmış, artık yapılacak vasiyetler geçersiz sayılmıştır. (İslama göre kişi mal varlığını ölmeden önce istediği dağıtabilir ancak malının dağıtımının öldükten sonrası için yaptığı vasiyet geçersizdir.)

   Kur’an-ı kerimde bu konuda bir çok örnek vardır. Yukarıda da denildiği gibi nesh ve mensuh meselesini bilmeyenlerin Kur’an-ı Kerimden vaaz vermeleri doğru değildir.

LAFZI KALDIRILIP MANASI BAKİ OLAN

   Mesela recim meselesinde zina eden erkek ve kadının recm edileceği hakkındaki ayetin lafzı sonradan kaldırılmıştır. (Hükmü geçerli olmakla birlikte bu konuda Resulüllah Efendimizin mütevatır derecesine ulaşmış inkar edilemeyecek hadisleri mevcut olduğundan recim konusu inkar edilemez.)
   Abdullah b. Abbas (r. anhümâ), Hazreti Ömer’in minberde şöyle dediğini rivâyet etmiştir. “Cenab-ı Allah Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i hak ile göndermiş ve O’na Kitab’ı indirmiştir. Recm ayeti de O’na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık. Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık”. Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp “Biz Allah’ın kitabında recmi bulamıyoruz” der ve Allah’ın indirdiği bir farzı terkederek sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah’ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır” (Müslim, Hudûd, 15).

   Hazreti Ömer’in sözünü ettiği okunuşu mensuh ayet şudur: “İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları recmedin” (Mâlik, Muvatta’, Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed b. Hanbel, V, 132, 183). 

Hazreti Ömer’in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan cematten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Ahmed Davudoğlu, İstanbul 1978, VIII, 350). es-Serahsî (ö. 490/1097). 

Ömer (Radıyallahu anh)’in şöyle dediğini nakleder:
   “Eğer insanlar, Ömer Allah’ın Kitabına ilave yaptı demeyecek olsalar, “ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri…” ifadesini Mushaf’ın haşiyesine yazardım” (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, IX, 37).

   Bazıları Resulüllah’ın hadisi ile ayetin neshedilemeyeceği, dolayısıyla bu hükmün geçersiz olduğunu iddia ederler. Yani recim cezasının olmadığını söylerler. Halbuki yukarıda da okuduğunuz gibi bu ayetin lafzı kalkmış ancak manası sabit kalmıştır…

ELİMİZDEKİ KUR’AN CEBRAİL’İN SUNDUĞU KUR’ANDIR

   Şu da bilinmelidir ki, elimizde bulunan Kur’an-ı Kerim Cebrail (Aleyhisselam)ın Efendimize arzettiği (sunduğu) son şeklidir.

   Ubeydetu’s-Selmani’nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
   “Resulüllah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in vefat ettiği sene, O’na arzedilen (sunulan) kıraat (Kur’an okunuşu) Hazreti Osman (Radıyallahu anh) ın bütün insanları üzerine topladığı (herkesin razı olduğu) ve bütün insanların ittifakı (birliği)yle okuduğu kıraattır. (Suyuti, D. Mensur 1/258)

   İbn-i Mesud (Radıyallahu anh) ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
“Cibril-i Emin her sene bir kere, Kuran’ı Efendimize arz ederdi. Son sene iki kere arz etti. İşte ben o sene Resulüllah’tan Kuran’ı aldım.” (Suyuti, Dürrul Mensur 1/259)

   Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Allahu Teala dinin yeni yeni oturduğu zaman diliminde bazı ayetler indirmiş ve daha sonra unutturmak sureti ile onları kaldırmıştır. Bazı ayetlerin hükmünü diğeri ile neshetmiştir. Ehli Sünnetin ittifak ettiği görüş nesih ve mensuhun olduğudur. Siz, televizyonlara çıkan yerden bitme ne olduğu belirsiz, hadis, müctehid tanımayan, işine gelmeyen ayeti bile görmeyen körlere aldanıp da ehli sünnetten şaşmayın..


17 Aralık 2013 Salı

Suud Bankaları ve Faizsiz Oldugu İddia Edilen Bankalar Hakkında

Suud Bankaları ve Faizsiz Olduğu
İddia Edilen Bankalar Hakkında

Şeyh Mukbil’in Fetvası

Soru: “Suudi Arabistan, Pakistan ve Sudan’da mevcut olan İslami bankaların İslam’daki hükmü
nedir? Bununla beraber Şeyh el-Elbani bunların faiz bankaları olduğu görüşündedir.

Şeyh Mukbil Rahimehullah’ın Cevabı:

Mesele Şeyh el-Elbanî hafazahullahu teala’nın dediği
gibidir. Zira onlar fazlalık alıyorlar ve: “Bu çalışanların işi karşılığıdır” diyorlar. Bu ise faiz bankalarından sayılır. Nitekim Sudan’a giden
kardeşlerimiz Sudan’lıların faiz konusunda başka bir hile yaptıklarını ifade etmişlerdir. Bu, daha
önce anlatılan şu hiledir: “Biz makine istiyoruz ve banka bunun için tacire yazıyor ve ona şöyle
diyor: “Bunu banka üzerine on beş bine kaydettir ve müşteriye yirmi bin olarak yaz.” Bu tıpkı: efendim Alidir sözünü Ali efendimdir şeklinde söylemek gibidir.”

Bkz.: Kamu’l-Muânid (2/188)
Link: http://www.muqbel.net/fatwa.php? fatwa_id=3239

13 Aralık 2013 Cuma

Hak İle Batıl Arasında Ayırım Yapmanın Zorunluğu



İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
ﻣَﺜَﻞُ ﺍﻟْﻤُﻨَﺎﻓِﻖِ ﻓِﻲ ﺃُﻣَّﺘِﻲ ﻛَﻤَﺜَﻞِ ﺍﻟﺸَّﺎﺓِ ﺍﻟْﻌَﺎﻳِﺮَﺓِ ﺑَﻴْﻦَ
ﺍﻟْﻐَﻨَﻤَﻴْﻦِ ﺗَﺼِﻴﺮُ ﺇِﻟَﻰ ﻫَﺬِﻩِ ﻣَﺮَّﺓً , ﻭَﺇِﻟَﻰ ﻫَﺬِﻩِ ﻣَﺮَّﺓً , ﻟَﺎ
ﺗَﺪْﺭِﻱ ﺃَﻳُّﻬَﺎ ﺗَﺘْﺒَﻊُ

“Ümmetimde münafığın misali, iki koyun sürüsü arasında kalan, bazen şuna bazen buna katılan,
hangisine tabi olacağını bilemeyen koyunun misali gibidir .”
(Muslim (2784) İbn Hibban (264) Ahmed (2/47, 68, 82, 88, 102, 143) İbn Batta, el- İbane (2/457 no:431)

İbrahim b. Nasr şöyle demiştir: “Fudayl b. Iyad rahimehullah’ın şöyle dediğini işittim: “İçerisinde
hak ile batıl, mümin ile kafir, güvenilir ile hâin, cahil ile alim arasında ayrım yapmayan, iyiliği iyi
görmeyen ve kötülüğe karşı çıkmayan insanlara şahit olacağın bir zamanda kalsan ne yaparsın?”
İbn Batta dedi ki: “Biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz. Muhakkak ki buna ulaştık, bunların çoğunu işittik, öğrendik ve şahit olduk. Şayet Allah’ın kendisine sahih bir akıl ve güçlü bir basiret bağışladığı kimse, İslam’ın ve müslümanların hali ile doğru yolu tutan müslümanların halini iyice düşünse ve tekrar tekrar tefekkür etse, insanların topukları üzerinde geri döndüklerini, arkalarını dönerek gittiklerini, doğru yoldan yüz çevirdiklerini, sahih delilden saptıklarını açıkça görürdü. Nitekim insanların çoğu daha önce çirkin gördüklerini güzel görmeye, daha önce haram saydıklarını helal saymaya, daha önce karşı çıktıklarını uygun bulmaya başlamışlardır. Allah size rahmet etsin, bu müslümanların ahlakı değildir. Bu dinde basiret üzere olan, iman ve yakîn ehli olan kimseler bunları yapamaz.”
(İbn Batta, el-İbane (1/188 no:24)

Mubeşşir b. İsmail el-Halebî dedi ki: “el- Evzaî’ye: “Bir adam: “Ben sünnet ehliyle de, bid’at ehliyle de otururum” diyor” denildi. El- Evzaî dedi ki: “Bu adam hak ile batılı eşitlemek istiyor.”
İbn Batta dedi ki: “el-Evzaî doğru söylemiştir. Ben derim ki; bu adam hakkı batıldan, küfrü imandan ayıramaz. Bunun gibiler hakkında ayet inmiş ve el-Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’den sünnet gelmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “İman edenlerle karşılaştıkları zaman “iman ettik” derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise “Biz sizinle beraberiz” derler.” (Bakara 14)"
(İbn Batta, el-İbane (2/456 no: 430)

5 Aralık 2013 Perşembe

40 Hadis



1

إِنَّ الْخَيْرَ لاَ يَأْتِى إِلاَّ بِالْخَيْرِ.

“Hayır ancak hayır getirir.”


2

خَيْرُكُمْ مَنْ تَعَلَّمَ الْقُرْآنَ وَعَلَّمَهُ.

“Sizin en hayırlınız Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir.”

Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân 21.


3

خَيْرُ الْجِيرَانِ عِنْدَ اللهِ خَيْرُهُمْ لِجَارِهِ.

“Allah katında komşuların hayırlısı, komşusuna hayırlı olandır.”

Tirmizî, Birr 28.


4

رِضَا الرَّبِّ فِى رِضَا الْوَالِدَيْنِ.

“Allah’ın rızası, anne ve babanın rızasıdır.”

Hâkim, Müstedrek 152.


5

لَعَنَ اللهُ مَنْ لَعَنَ وَالِدَيْهِ.

“Kim annesine ve babasına lânet ederse Allah da ona lânet eder.”

Buhârî, Kitabu’l-Edeb 4.


6

لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَرْحَمْ صَغِيرُنَا، وَيُوَقِّرْ كَبِيرُنَا.

“Küçüğüne merhamet etmeyen, büyüğüne saygı göstermeyen bizden değildir.”

Ebu Davud, Edeb 58.


7

إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِى إِلَى الْبِرِّ.

“Muhakkak ki doğruluk iyiliğe götürür.”

Müslim, Birr 103.


8

وَإِنَّ الْبِرَّ يَهْدِى إِلَى الْجَنَّةِ.

“Muhakkak ki iyilik de cennete götürür.”

Müslim, Birr 103.


9

طَعَامُ الْوَاحِدِ يَكْفِى الإِثْنَيْنِ.

“Bir kişilik yemek iki kişiye yeter.”

Müslim, Eşribe 179.


10

إِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ اللهَ.

“Bir şey istediğinde Allah’tan iste.”

Tirmizî, 2516.


11

وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللهِ.

“Yardım istediğin zaman, Allah’tan yardım iste.”

Tirmizî, 2516.


12

أَفْضَلُ الذِّكْرِ لاَ إِلهَ إِلاَّ اللهُ.

“Zikrin en faziletlisi “Lâ ilâhe illallah.”

Tirmizî, Davet 9.


13

مَنْ كَانَ لَهُ شَعْرٌ فَلْيُكْرِمْهُ.

“Kimde azıcık bir şey varsa, onu infak etsin.”

Tirmizî, 2516.


14

اَلسِّوَاكُ مَطْهَرَةٌ لِلْفَمِ، مَرْضَاةٌ لِلرَّبِّ.

“Misvak ağzı temizler, Allah’ı memnun eder.”

Nesâî, Taharet 4.


15

عَلَيْكُمْ بِالشَّفَائَيْنِ، اَلْعَسَلِ وَالْقُرْآنِ.

“Size iki şifa tavsiye ediyorum: Bal ve Kur’ân.”

İbni Mâce, 3452.


16

سِبَابُ الْمُسْلِمِ فُسُوقٌ وَقِتَالُهُ كُفْرٌ.

“Müslümana sövülmesi fâsıklıktır ve onun öldürülmesi küfürdür.”

Buhârî, İman 36.


17

لاَ تَبَاغَضُوا وَلاَ تَدَابَرُوا وَلاَ تَنَافَسُوا.

“Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize olan sevginizi kesmeyiniz, birbirinizle yarışmayınız.”

Buhârî, Edeb 57.


18

لاَ تَحَاسَدُوا وَلاَ تَنَاجَشُوا وَلاَ تَبَاغَضُوا.

“Birbirinize haset etmeyiniz, alışverişte fiyat arttırmayınız, birbirinize buğz etmeyiniz.”

Müslim, Birr 18.


19

مَنْ أَطَاعَنِى دَخَلَ الْجَنَّةَ.

“Bana itaat eden kişi cennete girer.”

Buhârî, İman 36.


20

مَنْ يُرِدِ اللهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِى الدِّينِ.

“Allah bir kişiye hayır murat ederse onu dinde âlim kılar.”

21

اَلرَّجُلُ عَلَى دِينِ خَلِيلِهِ.

“Kişi, arkadaşının dini üzeredir.”

Ebu Davud, 4333.


22

عَلَيْكَ بِكَثْرَةِ السُّجُودِ ِللهِ.

“Allah için secdeleri çoğaltmanızı tavsiye ederim.”

Müslim, Salât 225.


23

مَنْ رَأَى مِنْكُمْ مُنْكَرًا فَلْيُغَيِّرْهُ.

“Kim bir kötülük görürse onu düzeltsin.”

Kütübü Sitte 89.


24

قُلْ هُوَ اللهُ أَحَدٌ تَعْدِلُ ثُلُثَ الْقُرْآنِ.

“İhlas sûresi, Kur’an’ın üçte birine bedeldir.”

Buhârî, Fedâilu’l-Kur’an 13.


25

إِنَّ اللهَ جَمِيلٌ يُحِبُّ الْجَمَالَ.

“Muhakkak ki Allah güzeldir, güzeli sever.”

Müslim 91.


26

مَنْ لَمْ يَشْكُرِ النَّاسَ لَمْ يَشْكُرِ اللهَ.

“Kim insanlara teşekkür etmezse, Allah’a teşekkür etmez.”

Tirmizî 1955.


27

طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ.

“Her müslümanın üzerine ilim öğrenmek farzdır.”

İbni Mâce, Mukaddime 224.


28

تَبَسُّمُكَ فِى وَجْهِ أَخِيكَ لَكَ صَدَقَةٌ.

“Din kardeşinin yüzüne tebessüm etmen sadakadır.”

Müslim, Birr 144.


29

يَسِّرُوا وَلاَ تُعَسِّرُوا، وَبَشِّرُوا وَلاَ تُنَفِّرُوا.

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”

Buhârî, İlim.


30

لاَ إِيْمَانَ لِمَنْ لاَ أَمَانَةَ لَهُ.

“Emanete hıyanet eden kimsenin imanı yoktur.”

Ahmed bin Hanbel, Cilt 3-135.


31

اِتَّقِ اللهَ حَيْثُمَا كُنْتَ.

“Nerede olursan ol Allah’tan kork.”

Tirmizî 1988.


32

إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْعَبْدَ التَّقِىَّ.

“Şüphesiz ki Allah, korkan kulunu sever.”

Müslim 2965.


33

قُلْ آمَنْتُ بِاللهِ ثُمَّ اسْتَقِمْ.

“Allah’a inandım” de, sonra dosdoğru ol.”

Tirmizî, Zühd; Müslim, İman.


34

مَنْ لاَ يَرْحَمُ النَّاسَ لاَ يَرْحَمُهُ اللهُ.

“İnsanlara merhamet etmeyen kişiye, Allah da merhamet etmez.”

Buhârî, Edeb 18.


35

دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ.

“Mazlumun bedduası kabul olur.”

Müslim, İman 29.


36

اَلْيَدُ الْعُلْيَا خَيْرٌ مِنَ الْيَدِ السُّفْلَى.

“Veren el, alan elden daha hayırlıdır.”

Buhârî, Zekât 18.


37

اِتَّقُوا النَّارَ وَلَوْ بِشِقِّ تَمْرَةٍ.

“Yarım hurmayla da olsa ateşten korunun.”

Müslim, Zekât 66.


38

مَا نَقَصَتْ صَدَقَةٌ مِنْ مَالٍ.

“Sadaka malı eksiltmez.”

Müslim, Birr 69.


39

مَنْ يَسَرَّ عَلَى مُعْسِرٍ يَسَّرَ اللهُ عَلَيْهِ.

“Borçluya kolaylık gösteren kimseye Allah kolaylık gösterir.”

Müslim, Zühd 74.


40

اَلْمُؤْمِنُ الْقَوِىُّ خَيْرٌ وَأَحَبُّ إِلَى اللهِ مِنَ الْمُؤْمِنِ الضَّعِيفِ.

“Kuvvetli mü’min, Allah katında zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevgilidir.”

Müslim, Kader 34

2 Aralık 2013 Pazartesi

Sakal İle İlgili Fatva!


Allâme İmâm Abdulazîz b. Bâz rahimehullah’a “sakalı kesmenin ve kısaltmanın hükmü” sorulmuştur. Verdikleri cevap şudur:

Hamd olsun bir ve tek olarak Allah’a, salât ve selâm olsun, Allah’ın kulu ve rasûlü nebîmiz Muhammed’e, âilesine ve ashâbına. Bundan sonra;

Bana, sakalın kesilmesinin ve kısaltılmasının hükmü hususunda bir soru ulaştı. Şunlar da sorulmaktadır: Sakalı kesmenin helâlliğine i’tikâd ederek kesen kişi kâfir midir? İbni ‘Umer radıyallâhu anhumâ hadîsi, sakal bırakmanın vâcibliğini ve kesmenin harâmlığını mı gerektirir, yoksa sadece sakal bırakmanın mustehab olmasını mı gerektirir?

Cevap: İbni ‘Umer radıyallâhu anhumâ hadîsinde, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu sabit olmuştur: “Bıyıkları kısaltın ve sakalları salıverin. Müşriklere muhâlefet edin.” Bu hadîsin sahîhliği üzerine ittifak edilmiştir. Buhârî, Sahîh’inde şu lafızla rivâyet etmiştir: “Bıyıkları kısaltın ve sakalı çoğaltın. Müşriklere muhâlefet edin.” Sahîh-i Muslim’de Ebû Hurayra radıyallâhu anh’dan; o da Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’den şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: “Bıyıkları kesin ve sakalı salıverin. Mecûsîlere muhâlefet edin.”

Zikredilen hadislerdeki lafızlar, sakala dokunmadan olduğu hâl üzere bırakmanın ve onu salıvermenin vacibliğini, kesmenin ve kısaltmanın ise harâmlığını gerektirir. Çünkü aksine delâlet eden bir şey vârid olmadığı sürece, emirlerde asıl olan vâciblik, nehiylerde asıl olan ise harâmlıktır. İlim ehli yanında kabûl gören budur. Allah subhânehû ve te‘âlâ şöyle buyurmuştur:“Rasûl size neyi verdiyse onu alın ve neyi yasakladıysa ondan uzak durun. Allah’tan korunup sakının. Muhakkak ki Allah’ın azâbı çok şiddetlidir.” (Haşr, 7) ve yine şöyle buyurmaktadır: “Onun (Rasûl sallallâhu aleyhi ve sellem’in) emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitne isâbet etmesinden veya elem verici bir azâba uğramaktan sakınsınlar.” (Nûr, 63). İmâm Ahmed dedi ki: “Buradaki fitne, şirktir. Belki de o kimse, Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’in sözlerinden bazısını reddettiğinde, kalbine sapkınlıktan bir şey düşer de, helâk olur.” Bu ve benzeri hadîslerdeki emre delâlet eden lafızların, mustehablık ifade etmek için geldiği ne Kitap’ta ve ne de Sünnet’te vârid olmamıştır.

Tirmîzî’nin Ebu Hurayra radıyallâhu anh’dan rivâyet ettiği: “Nebî sallallâhu aleyhi ve selem’in sakalının eninden ve boyundan aldığına dâir.” hadîse gelince;  bu hadîs, ilim ehli yanında bâtıl bir hadîstir. Çünkü isnâdında, ‘Umer ibni Hârûn el-Belhî olarak isimlendirilen bir adam vardır ve yalancılık ile ittihâm olunmuştur. Üstelik, sahîh hadislere de muhalefetinin yanı sıra bu hadîsi rivâyet etmede, hadîs râvîleri arasında tek kalmıştır.

Böylece, bu hadîsin bâtıl olduğu bilinmiş oldu. Sahîh sünnete muhalefette, bu hadîse i’tibâr edip, onunla hüccet getirmek ise câiz değildir. Allahu’l-Muste‘ân.

Şüphe yok ki tıraş etmek, günah olması açısından daha şiddetlidir. Çünkü bu, sakalı tümüyle kazıyıp yok etmek, münker olan bir işte aşırıya gitmek ve kadınlara benzemektir. Kısaltılmasına ve azaltılmasına gelince; şüphesiz ki bu da bir münkerdir ve sahîh hadislere muhâliftir. Ancak sakalı tümüyle kazımaktan daha aşağı derecededir.

Bunu yapan kişinin hükmüne gelince; ister hatalı bir anlayışa dayanarak helâl olduğuna i’tikâd etsin, isterse bazı ulemâyı taklîd ederek bunu yapmış olsun, o isyankâr bir kimsedir, ancak kâfir değildir.

Bu münkerden sakındırmak ve bu hususta nasihat etmek de vâcibtir. Çünkü sakalın hükmü hususunda ilim ehli arasındaki hilaf, “Sakalı salıvermek mi vâcibtir yoksa -bir kabzaya kadar- kısaltmak câiz midir?” mes’elesindedir. Sakalın tıraş edilmesine gelince; buna cevâz veren ilim ehlinden hiç kimseyi bilmiyorum. Ancak bu, cahilliği veya bir âlimi taklîd etmesi sebebiyle, sakalı kesmenin câiz olduğunu zanneden kimsenin küfrünü gerektirmez. Delîllerinin açıkça ortada olması sebebiyle, dinde harâmlığı zorunlu olarak bilinen şeyler ise, bunun hilâfınadır. Eğer bunları mübah gören kişi, Müslümanların arasında yaşıyor ise, şüphesiz ki bu büyük küfürdür. Eğer bu kişi, kâfirlerin arasında yaşayan veya ilim ehlinden uzak bir bölgede bulunan bir kimse ise, bu ve bunun gibi kimselere delîller açıklanır, eğer mübah görme hususunda ısrar ederse, kâfir olur.

Bunun örneklerinden bazıları: Zinâ, içki, domuz eti ve bunlara benzeyen şeylerdir. Bu ve benzerleri, haramlığı dinde zorunlu olarak bilinen işlerdir. Delîlleri Kitâb ve Sünnet’te açık ve vâzıhtır. Bu hususlarda cehâlet iddiası dikkate alınmaz. Bu gibi şeyleri mübah sayanlar, yukarıda da geçtiği gibi, bu hususta câhil addedilmezler.

Allah’tan, bizi ve sizleri faydalı ilim ve sâlih amele muvaffak kılmasını isterim. Bizlere dîninde fıkıh versin, onun üzerine sebât nasîb etsin ve bizleri, saptırıcı fitnelerden korusun. Şüphesiz ki O, Semî‘ ve Karîb’dir.

Ve’s-selâmu aleykum ve rahmetullâhi ve berakâtuhu.

[Mecmûu‘ Fetâvâ ve Makâlât Mutenevvia‘ (10/80)