22 Ocak 2017 Pazar

Taksitli Satışta Fiyat Farkı!

Mustafa el-Adevi’den tercüme eden: Ebû Muâz!


السؤال : لدي جهاز تلفاز قدره خمسة آلاف درهم ، وأريد بيعه بالأجل ، أريد فيه سبعة آلاف درهم ، هل هذا نوع من الربا أم لا ؟ والألباني رحمه الله تعالى يقول : لا يجوز بيعة في بيعتين
إجابة الشيخ مصطفى العدوي حفظه الله: الحمد لله والصلاة والسلام على رسول الله وبعد :فالأخ يمتلك جهاز قيمته خمسة آلاف درهم ، يريد بيعه بالآجل بسبعة آلاف درهم هل هذا جائز ؟ نعم جائز إذ الله قال:( وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا) وهذا بيع إذ النبي صلى الله عليه وسلم قال :"البيعان بالخيار ما لم يتفرقا" فجائز صنيعك وبيع الآجل جائز أما ما ذهب إليه الراحل الفاضل العالم الشيخ ناصر الدين الألباني رحمة الله عليه من منعه من البيع بالتقسيط فأراه والله تعالى أعلم ، جانب الصواب في هذا ، وجانب ما عليه الأكثرون من العلماء والله أعلم.

Şeyh Mustafa el-Adevî’ye soruldu:

“Elimde beş bin dirhem değerinde bir televizyon cihazı var. Ben bunu taksitle yedi bin dirheme satmak istiyorum. Bu bir faiz türü müdür, değil midir? El-Elbânî rahimehullah: “Bir satışta iki satış caiz değildir” diyor.

Şeyh Mustafa el-Adevi’nin cevabı:
“Hamd Allah’adır. Salat ve selam Allah’ın rasulünedir. Bundan sonra, kardeş beş bin dirhem değerindeki cihazı taksitle yedi bin dirheme satmak caiz midir diye soruyor. Evet caizdir. Zira Allah: “Allah alışverişi helal, ribayı ise haram kıldı” buyurmuştur. Bu ise bir alışveriştir. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de: “Alışverişte taraflar birbirlerinden ayrılmadıkça muhayyerdirler” buyurmuştur. Yapmakta olduğun taksitli satış caizdir. Vefat etmiş bulunan faziletli alim Şeyh Nasıruddin el-Elbâni rahimehullah ise taksitli satışı caiz görmemiştir. Allahu a’lem benim gördüğüm o ki, bu meselede isabetli olan, alimlerin çoğunluğunun üzerinde bulundukları sözdür. Allah en iyi bilendir.”

"İYİ NİYET VE SAMİMİYET" Hakkında Hadisler Ve Ayetler!

14 Ocak 2017 Cumartesi

Ehli Sünnet İçindeki İhtilafların Sebepleri!

1- Niyetin bozukluğu, cahillik, taşkınlık ve şeytan.

Şeyhulislam İbn Teymiyye, İktizau’s-Sırati’l-Mustakim’de (1/148) şöyle demiştir: “İki taraf arasında kınanmış olan ihtilafın sebebi bazen niyetin bozukluğudur. Nefislerde taşkınlık, haset, yeryüzünde üstünlük arzusu ve benzer hasletlerin bulunması, başkasının sözünü veya fiilini kötülemeyi yahut ona galip gelip üstünlük sağlamayı yahut nesep, mezhep, memleket veya arkadaşlık gibi konularda kendisine uygun olanı desteklemeyi gerektirir. Çünkü bu yollardan kendisine ya­kın gördüğü görüşlerin yaygınlaşıp tutulması ona şeref ve mevki kazandırır. İnsanlar arasında bu tip tutumlar ne kadar yaygındır! İhtilafın bu çeşidi zulümdür, hak sınırını aşmak­tır.
Kimi zaman da ihtilafı körükleyen sebep, ya tarafların aralarındaki ihtilaf konusunun gerçek mahiyetini bileme­meleri veya tartışan taraflardan birinin karşı tarafın dayan­dığı delili kavrayamamaları, ya da taraflardan birinin ken­di delil ve hükmünün haklılık payını bilememesidir. Demek ki, cehalet ve zulüm bütün kötülüklerin esasıdır.

Nitekim Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Fakat bu emaneti insan yüklendi. Hiç şüphesiz, o çok zalim ve çok cahildir.” (Ahzab 72)

Allame Mukbil b. Hadi rahimehullah Nasihatî Li Ehli’s-Sunne risalesinde (s.196) şöyle demiştir: “Ehli sünnete nasihatim ayrılık ve ihtilaf sebeplerinden uzaklaşmalarıdır. Ehli sünnetin akidesi birdir, yönelişleri birdir, burada cehalet, taşkınlık ve şeytan gibi sebepler bulunması dışında ayrılık ve ihtilafın uygun görülmesi söz konusu değildir. Sahihu Muslim’de gelen hadiste şöyle buyurulur: “Şüphesiz şeytan namaz kılanların arap yarımadasında kendisine ibadet etmelerinden ümidini kesmiştir. Ancak aralarını bozma konusunda ümitlidir.”


2- Anlayış kusuru ve kötü arzu:

Allame İbn Useymin, Sahihu’l-Buhari şerhinde (1/126) “helal bellidir” hadisini açıklarken şöyle demiştir: “Çoğunluğa şüpheli gelen şeylerin sebebi, ya insanların geneline, ya ilim ve anlayışları eksik olan veya istenmeyen huyları olan ilim talebelerine meselenin kapalı gelmesidir. Zira bu kapalılığın birinci sebebi: ilim eksikliğidir. Yüz hadis ezberleyenin, bin hadis ezberleyen gibi olmadığı malumdur. İkincisinin ilmi daha fazladır. İkinci sebebi: anlayıştaki kusurdur. Kişi daha fazla ezberleyince onda daha fazla ilim var gibidir. Ancak onda anlayış yoktur. Yine bu da meselelerin kapalı gelmesine sebep olur. Zira o nasları olduğu gibi anlamaz. Üçüncüsü: Kötü arzudur. Nasları inandığı gibi yorumlar. Bunlar Kur’an veya sünnet hakkında kendi görüşüyle konuşur, nasları inandığı şeye uygun düşürmeye çalışır. Ona inandığı şeye aykırı bir nas geldiğinde boynunu çevirir. Bazen nassı reddeder… Ama Allah’ın kendisine ilim, anlayış ve samimi niyet verdiği kimse, nasları kendine uydurmaz, naslara uyar. Kalbi, kalıbı, azaları ve sözleriyle delili talep eder. Bu genellikle hakka isabet eder, ulaşması için ona hak kolaylaştırılmıştır.

13 Ocak 2017 Cuma

Nasihatle Gıybet Arasındaki Fark!

Nasihat, Müslüman bir kimseyi bid'attan, fitnelerden, karışıklıklardan korumayı amaçlar. Konuşmaların­da, muamele ve ilişkilerinde sana danışırsa ona bildiğin şeyleri söylemen nasihattir.
Kendisine dünürcü gelen Muaviye ve Ebû Cehm hakkında Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile müşavere yapan Fatıma bt. Kays'a Rasûllullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Muaviye'ye gelince, o seni doyuramaz. Ebû Cehm'in de omuzundan deynek düşmez" demiştir.
Bir sahabe Rasûlullah'la sefere çıkan ashab'tan birine; "Kavminin yurtlanandan uzaklaşınca, onu koru" demiştir.

Gıybet, Allah, Rasûlü ve müslüman kulları için nasihat edasıyla yapılır­sa, her çeşit güzellikleriyle Allah'a yaklaştıran şey olur.

Yok, eğer, kardeşini kötülemek kişiliğini bozmak, etiyle eğlenmek ve insanların gözünden düşür­mek için onu ayıplamak şeklinde olursa bu, müşkil bir dert olur. Ateşin odu­nu yediği gibi, güzel amelleri yiyen ateş olur.


Nasihat ile serzenişte bulunmak arasındaki fark:

Nasihat, öğüt verdiğin kimseye, merhamet ederek, acıyarak ve ona farklı davranarak ih­sanda bulunmandır. Yani nasihat, merhamet ve naziklikten doğan mahza ihsandır. Nasihat eden kişinin amacı, Allah'ın rızasını, rahmetini çekmek; Allah'ın kullarına ihsanda bulunmaktır. Bu amaçta olan kişi, son derece lütufkâr olur. Öğüt verdiği kimsenin ezasına, kınamasına tahammül eder. Ona olan muamelesi, maharetli, şefkatli doktorun hastasına olan muamele­si gibidir. Doktor, hastasının kötü ahlakına, geçimsizliğine ve nefretine ta­hammül eder; ilacı ona içirmek için bütün yolları dener. Nasihat veren kişi­nin durumu da böyledir.

Serzenişte bulunan kimse ise, içindeki kinini kusan, ihanet eden ve onu nasihat suretiyle kınayıp, ona serzenişte bulunana: "Ey şunu şunu yapmış adam. Ey ihaneti, kötülüğü hak etmiş adam" diyerek şefkatli ve öğüt veren konumunda bulunan kimsedir.

Serzenişte bulunan kimsenin özelliği şudur: Kendisini seven, kendisinin yaptığı gibi yapan yahut kendisi gibi kötülük iş­leyen bir adam gördüğünde ona karşı çıkmaz, hiçbir şey demez. Birçok maze­retlerle arkaya çıkar. Üzerine biraz varılınca da: "O, nasıl oluyor da günah­sız oluyor? İnsan hata işleyebilir. Ama güzel amelleri, kötü amellerinden da­ha çoktur. Ayrıca Allah, çok bağışlayandır, acıyandır da.,." der.

Bu ne tuhaf şey ki, öfkelendiği kimseye karşı değil de, sevdiği kimseye karşı böyle diyebi­liyor?! Öğüt vermek suretiyle serzenişte bulunmanın hazzıyla afv ve mağfi­ret ummanın hazzı nasıl bir oluyor ve de çeşit çeşit mazeretler ileri sürmek nasıl mümkün olabiliyor?

Nasihat verenle serzenişte bulunan kimse arasındaki farktan biri de şu­dur: Nasihat veren, nasihatini kabul etmediğinde sana düşman olmaz. "İs­ter kabul et ister kabul etme, Allah katında ben mükâfatımı aldım" der, o kimsenin arkasından dua eder ve de insanlar arasında nasihatte bulunduğu kişinin hiç kusurlarından bahsetmez. Serzenişte bulunan kimse ise bunun tam tersidir.

Müellif: Ebu Muaz


Bir Evlat, Babasından Aldığı Günlük Harçlığı Tasadduk Ederse, Bunun Ecri Babasına mı, Yoksa Oğluna mı Döner?

Soru: 

Ben, bir öğrenciyim ve (her gün) babamdan harçlık alıyorum. Bu harçlığımın bir kısmı ile bir mescit yapımına ortak olmak istedim. Bunun sevabı babamın mı, yoksa benim mi olur? Çünkü malın sahibi babamdır.


Cevap:

Hamd, yalnızca Allah'adır.

Nafakanız ve ihtiyacınız için babanızın size verdiği maldan tasadduk ederseniz, Allah Teâlâ'nın lütuf ve ihsanıyla bu nafakanın ecrinin tamamının sizin olması, bu malı kazanan ve size harcayan babanıza da sizin ecriniz gibi ecir vermesini alın ümit ederiz.

Nitekim Âişe'den -Allah ondan râzı olsun- rivâyet olunduğuna göre, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

(( إِذَا أَطْعَمَتِ المَرْأَةُ مِنْ بَيْتِ زَوْجِهَا غَيْرَ مُفْسِدَةٍ، كَانَ لَهَا أَجْرُهَا، وَلَهُ مِثْلُهُ، وَلِلْخَازِنِ مِثْلُ ذَلِكَ، لَهُ بِمَا اكْتَسَبَ، وَلَهَا بِمَا أَنْفَقَتْ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]

وفي بعض الروايات: (( تصدقت ))، وفي بعضها: (( أنفقت ))

"Bir kadın, kocasının evinden israf etmeden ve kocasına zarar vermeden yedirirse, ona (yedirmesinin/infakının) sevâbı, kocasına da onun bir benzeri (kazanmasının) sevâbı verilir (yaptığı infak sebebiyle ecri kendinin, malı kazanması sebebiyle bir o kadarı da kocasının olur). Hazinedâra da o kadar sevâp verilir. Onlardan hiçbiri diğerinin sevâbından bir şey eksiltmez (koca bu sevâbı o şeyi kazandığı için, kadın da hayırda harcadığı için hak etmiştir)."

Buhârî, hadis no: 1440. Müslim, hadis no: 1024

Bazı rivâyetlerde: "Tasadduk ederse..." bazılarında da: "İnfak ederse..." şeklinde gelmiştir.


Buna göre bu infak şununla sınırlıdır:

1. Bu harcama, gerçek mal sahibinin malını ifsat etmeye yönelik olmamalıdır.

Örneğin evladın veya hanımın, malı infak eden babanın veya kocanın malına zarar vermesi gibi.

2. Alışılmışın üzerinde nafaka vermeye zorlanmamasıdır. Eğer alışılmışın üzerinde nafaka vermeye zorlanmışsa, mal sahibinin izninin alınması gerekir.

İbn-i Hacer, "Fethu'l-Bârî", c: 23, s: 303


Şeyh Muhammed Salih el-Muneccid


11 Ocak 2017 Çarşamba

Haraçcı!


Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Bu yol insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere karşıdır. İşte can yakıcı azab onlaradır." (Şura: 42)


Kadının birisi zina suçu işler ve suçunu itiraf ederek kendisinin cezalandırılmasını ister ve recmedilir.
Bununla ilgili olarak Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

"Bu kadın öylesine ihlaslı bir tevbede bulundu ki, bir haraçcı dahi böyle tevbe etse yine affedilir." (Müslim, Ebu Davud)


Haraçcı, yol kesen haydutlar gibidir ve hırsızdan daha kötüdür. Müslümanlara zulmederek onları haraca bağlayan haraçcı, yalnız zenginlerden haraç toplayan ve fakirlerin hakkına riayet eden haraçcıdan daha kötüdür. Haracı toplayan, katipliğini ve şahitliğini yapanların hepsi aynı günaha ortaktır.

İbn Kayyım Rahimehullah Diyor ki:

İnsanlar Kitap ve Sünnetle hüküm vermekten ve onlarla muhakeme olmaktan yüz çevirip, sadece bunların yeterli gelmeyeceğine inandıkları ve bunların dışında görüşlere, kıyaslara baş vurdukları, bunları ve şeyhlerin görüşlerini güzel saydıkları zaman;

Bu kimselerin fıtratlarında bir değişme baş gösterir.
Kalplerinde zulüm oluşuverir ve anlayışlarında bir sakatlık ve akıllarında bir ahmaklık meydana gelir.
İşte bu tip insanları bu hasletler kuşatıverir ve ona galip gelir.
Hatta küçükleri bunlarla eğitmekte, yaşlıları ise buna sevk etmektedirler. Bunu kötü bir iş olarak da görmezler.

Bu öyle bir hâl alır ki;

- Artık doğrunun yerini bid'at,
- Aklın yerini cehalet,
- Rüşdün yerini heva,
- Hidâyetin yerini sapıklık,
- İyiliğin yerini kötülük,
- İlmin yerini cahillik,
- İhlasın yerini riya,
- Hakkın yerini bâtıl,
- Doğrunun yerini yalan,
- Nasihatin yerini vurdumduymazlık ve
- Adaletin yerini de zulüm alır.

( el-Fevaid )

9 Ocak 2017 Pazartesi

İnsanların Fazilet Ve Saygınlığına Aldanmadan, Hakka Uymak!

Yemen’li Şeyh el-Muallimî rahimehullah, Ref’u’l-İştibah An Ma’na’l-İbadeti ve’l-İlah adlı kitabında (152-153) şöyle diyor:

“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ bazı samimî kimseleri, başkalarının hatası türünden şeylerle imtihan edebilir. O’nun sözünü terk edip hakka mı uyacaklar, yoksa fazilet ve saygınlığına aldanacaklar mı diye! Bahsi geçen bu fazilet sahibi kişi mazur, hatta içtihadından ve maksadının hayır oluşundan, kusurda bulunmamasından dolayı ecir de kazanmış olabilir.

Ancak Allah Teâlâ’nın kitabından ve Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem’in sünnetinden hakiki delillere iltifat etmeksizin onun yüceliğine aldanıp tabi olan mazur değildir! Bilakis o çok büyük bir tehlikededir!

Mü’minlerin annesi Aişe radıyallahu anha Cemel vakasından önce, müminlerin emiri Ali radıyallahu anh’ı takip için Basra’ya gittiği zaman, Hasen b. Ali ve Ammar b. Yasir radıyallahu anhum, insanlara nasihat ettiler. Ammar radıyallahu anh’ın sözleri arasında şunlar vardı:

“Vallahi o, Nebiniz sallallâhu aleyhi ve sellem’in dünyada da, ahirette de hanımıdır. Lakin Allah, kendisine mi itaat edeceksiniz, yoksa O’na mı diye sizi onunla imtihan ediyor!”

Bu manada en önemli örneklerden bir diğeri de Fatıma radıyallahu anha’nın, babasının mirasını talep etmesi hadisesidir. Ebu Bekr es-Sıddık radıyallahu anh için bu büyük bir imtihandı ve Allah Azze ve Celle O’nu bu hususta sebat ettirdi.”

6 Ocak 2017 Cuma

Allah-u Teâlâ'nın Dostlarına Eziyet Etmek ve Onlara Düşman Olmak!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Allah ve Rasulünü incitenlere, Allah dünyada da, ahirette de lanet eder. Onlara alçaltıcı bir azab vardır. İnanan erkek ve kadınları yapmadıkları bir şeyden ötürü incitenler, şüphesiz iftira etmiş ve apaçık bir günah yüklenmiş olurlar." (Ahzab: 57-58)

Allah-u Teâlâ bir kudsi hadiste şöyle buyuruyor:
"Benim dostuma düşman olana savaş açarım."

Başka bir lafızda da:

"Benim dostuma düşman olan bana savaş açmış olur." (Buhari)


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebu Bekir radiyallahu anh'ya şöyle dedi:
"(Muhacirlerin fakirlerini kasderek): Ey Ebu Bekir! Onları kızdırırsan Allah'ı kızdırmış olursun." (Müslim)


(Allah'ın dostları, Allah'ın indirdiği Kur'an ve sünnetle amel eden, aza kanaat edip ahiret günü için elinden gelen her şeyi Allah rızası için yapan kişilerdir. İslama uygun hareket eden bu kişileri sevmemiz ve onlara eziyet etmememiz gerekir.)

4 Ocak 2017 Çarşamba

Kibir!

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Musa da: "Ben hesap gününde inanmayan her kibirli insandan benim de sizin de Rabbimiz olan Allah'a sığındım" dedi." (Mü'min: 27)

"Muhakkak Allah büyüklenenleri sevmez." (Nahl: 23)


"Allah'ın ayetleri üzerinden kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanların gönüllerinde ulaşmayacakları bir büyüklenmek vardır. Sen Allah'a sığın O şüphesiz işitendir, görendir."
(Mü'min: 56)


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Adamın biri böbürlenerek yürürken Allah onu yerin dibine geçirmiş ve bu kişi kıyamete kadar batmaya devam edecektir." (Buhari, Müslim, Nesei)

"Zalimler ve kibirli kimseler mahşere karıncalar gibi gönderilirler. Herkes onları çiğneyecek ve her taraftan kendilerini bir zillet saracaktır." (Ahmed, Tirmizi rivayet etti ve bu hadis için hasen dedi.)


Selef-i salihinden bazıları şöyle demiştir:

Allah'a karşı işlenen ilk günah kibirdir. Çünkü Allah-u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

"Hani, meleklere Adem'e secde edin demiştik de İblis'den başka hepsi secde etmişlerdi. O ise kaçındı kibirlendi ve kafirlerden oldu." (Bakara: 34)

İblis'in yaptığı gibi hakka karşı kibirlenenin imanı kendisine fayda vermeyecektir.


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Kibir, hakkı inkar etmek ve insanları hafife alıp onları hor görmektir." (Müslim, Tirmizi)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

"Allah her kibir taslayanı, kendini beğenip, öğüneni sevmez." (Lokman: 18)


Kudsi bir hadiste Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Azamet benim eteğim, kibriya da benim kaftanımdır. Onlardan birini elde etmek isteyeni cehhenneme atarım." (Müslim, Ebu Davud)

"Cennet ve cehennem Rablerine şöyle demiş:

Cennet "Ya Rab! bana giren insanların çoğunluğu zayıf ve halkın kendisini zayıf gördüğü kimselerdir" diye söylemiş.

Cehennem ise: "Ya Rab! Bana girenlerin çoğunluğu ise büyüklenen ve zalim kimselerdir." demiş."


Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. (İyi) Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır." (Kasas: 83)

"İnsanları küçümseyip yüzünü çevirme, yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Zira Allah kendini beğenip öğünen hiç kimseyi sevmez." (Lokman: 18)


Seleme b. Ekva radiyallahu anh'nın dediğine göre bir adam Rasulullah'ın huzurda kibirlenerek sol eliyle yemek yemiş Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sağ eliyle yemek yemesini buyurmuş, fakat kibirinden ötürü adam yapamıyorum demiş. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Yapamayasın" buyurdu ve adam sağ elini bir daha kaldıramaz oldu. (Müslim)

"Size cehennem ehlinin kim olduğunu söyleyeyim mi? Yürüyüşünde mağrur şişman, katı, kaba, mal toplamaya hırslı olan fakat harcamaya cimri olan kişidir." (Buhari, Müslim)


İbn-i Ömer'den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Böbürlenerek yürüyen ve büyüklük taslayan kimse Allah'ın huzuruna vardığında onu kendisine karşı gazablanmış olarak bulur." (Hakim ve Zehebi rivayet ettiler ve Müslim'in şartlarına göre hadisin sahih olduğunu söylediler.)


Ebu Hureyre radiyallahu anh'den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Cehenneme giren ilk üç kişi şunlardır:

- Zalim idareci,

- zekatını vermeyen zengin ve

- kibirli fakir." (İbn-i Habban, İbn-i Huzeyme sahih senetle rivayet etmişlerdir.)


İlmi ve bilgisi ile kibirlenmek ve Allah'ın kendisine verdiği ayrıcalıklardan dolayı büyüklenmek, kibirliliğin en kötüsüdür. Zira o kişi, her şeyden önce kendi ilminden kendisi faydalanmıştır. Çünkü Allah rızası için ilim tahsil eden kimse ilmiyle daha çok tevazu kazanır nefsi küçülür, gönlü alçalır. Devamlı olarak kendisini gözetir. Zira nefsinden gafil kaldığı zaman hak yoldan sapar ve kendisini helak eder.

İlmi; bölürlenmek, mevki ve makam sahibi olmak için isteyen, müslümanları hor gören onlara karşı büyüklük taslayan, onları hafife alan kimse gururun ve büyüklenmenin en berbatını yaşamaktadır. Unutulmamalıdır ki kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse cennenete giremez.

2 Ocak 2017 Pazartesi

Hak İçin Olmayan Cedelleşme!

Allah-u Teâlâ  şöyle buyuruyor:
"Dünya hayatına dair konuşması senin hoşuna giden pek azılı düşman iken, kalbinde olana Allah'ı şahit tutan, iş başına geçince yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çabalayan insanlar vardır." (Bakara: 204-209)

"Sana böyle söylemeleri, sadece tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir millettir." (Zuhruf: 58)

"Allah'ın ayetlerini üzerinde kendilerine gelen bir delil olmadan tartışanların gönüllerinde ulaşamayacakları bir büyüklenme vardır." (Mü'min: 56)

"Ehli kitabla en güzel şekilden başkasıyla tartışma." (Ankebut: 46)


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:
"Allah katında insanların en sevilmeyeni düşmanlık anında haktan ayrılandır." (Buhari, Müslim, Nesei, Tirmizi)

Ebu Hureyre radiyallahu anh'den, Raaasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

"Kim bilgisiz olarak düşmanlık ve mücadele ederse vazgeçinceye kadar Allah'ın gazabı onun üzerindedir." (İbn-i Ebi'd-Dünya rivayet etti.)


Ebu Umame radiyallahu anh'dan, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Üzerinde bulundukları hidayetten sonra bundan sapan hiçbir kavim yoktur ki onlara cedelleşme hastalığı verilmesin."

Sonra şu ayeti kerimeyi okudu:

"Sana böyle söylemeleri, sadece tartışmaya girmek içindir. Onlar kavgacı bir millettir." (Zuhruf: 58)

(Tirmizi, İbn-i Mace, Ahmed) (Hakim ve Zehebi rivayet ettiler ve sahih dediler.)


İbn-i Ömer radiyallahu anh'den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
"Sizin hakkınızda en çok endişelendiğim şey;

- Alimin sürçmesi,

- Münafık birisinin Kur'an hakkında tartışması ve

- Dünya sevgisi." (Senedi zayıf bir hadistir.)

"Kur'an-ı ilimsiz tefsir etmek küfürdür." (Ebu Davud, Ahmed)


İbn-i Ömer radiyallahu anh'dan, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Haksız yere bildiği halde düşmanlık yapan vazgeçinceye kadar, Allah'ın gazabı onun üzerinde olur." (Ebu Davud, Ahmed)

"Ümmetim için en çok korktuğum şey çok güzel konuşan münafıktır." (Ahmed)

"Haya ve az konuşmak imandan iki şubedir. Gereksiz ve boş söz konuşmak ise münafıklığın iki şubesidir." (Tirmizi)