17 Aralık 2014 Çarşamba

Yasak vakitte Tehiyyetu'l-Mescid namazı

Bir kimse, namaz kılmaktan nehyedilen bir vakitte mescide girerse, Tehiyyetu'l-Mescid namazını kılabilir mi?

Cevap:

Hamd, yalnızca Allah'adır.

Bu meselede ilim ehli arasında ihtilaf vardır. Doğru olan görüşe göre sabah namazı ile ikindi namazından sonra da olmak üzere bütün vakitlerde Tehiyyetu'l-Mescidi kılmak meşrûdur.

Çünkü Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in bu konudaki şu emri geneldir:

(( إِذَا دَخَلَ أَحَدُكُمُ الْمَسْجِدَ فَلَا يَجْلِسْ حَتَّى يُصَلِّيَ رَكْعَتَيْنِ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]

"Biriniz mescide girdiği zaman iki rekât (nâfile) namaz kılmadan oturmasın."

(Buhârî; hadis no: 1167. Müslim; hadis no: 714)

Ayrıca Tehiyyetu'l-Mescid, Tavaf namazı ve Kusûf namazı gibi bir sebebe binâen meşrû kılınan bir namazdır. Dolayısıyla bu meselede doğru olan görüş; yasak vakitlerde farz namazlar nasıl kaza ediliyorsa, Tehiyyetu'l-Mescid de bu yasak vakitlerde kılınabilir.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Tavaf namazı hakkında şöyle buyurmuştur:

(( يَا بَنِى عَبْدِ مَنَافٍ! لاَ تَمْنَعُوا أَحَدًا طَافَ بِهَذَا الْبَيْتِ، وَصَلَّى أَيَّةَ سَاعَةٍ شَاءَ مِنْ لَيْلٍ أَوْ نَهَارٍ.)) [ رواه أحمد وأصحاب السنن بإسناد صحيح ]

"Ey Abdi Menaf oğulları! Gece ve gündüz, hangi saatte olursa olsun, bu Beyti (Beytullah'ı) tavaf edip de namaz (tavaf namazı) kılan hiç kimseye engel olmayın." (Ahmed ve Sünen sahipleri sahih bir senedle rivâyet etmişlerdir.)

Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Küsûf namazı hakkında ise şöyle buyurmuştur:

(( إِنَّ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ آيَتَانِ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ لاَ يَنْكَسِفَانِ لِمَوْتِ أَحَدٍ وَلاَ لِحَيَاتِهِ، فَإِذَا رَأَيْتُمْ ذَلِكَ فَافْزَعُوا إِلَى ذِكْرِ اللَّهِ وَإِلَى الصَّلاَةِ.)) [ رواه البخاري ومسلم ]

"Şüphesiz güneş ve ay, Allah'ın (kudretine ve hikmetine delâlet eden) âyetlerinden iki âyettir. (O ikisinin doğal düzeninin değişmesi, câhiliye halkının inandığı gibi büyük) bir kimsenin ölümü veya dünyaya gelişi yüzünden tutulmazlar. (Bu, ancak kulları korkutmak ve onların Allah'a tevbe edip yeniden O'na dönmeleri içindir). Siz onların tutulduğunu gördüğünüz zaman, tutulma sona erinceye kadar Allah'ı anın ve namaz kılın."

(Buhârî; "Küsûf"; hadis no: 1, 3, 8,13,15,17. Müslim; "Kusûf"; hadis no:10)

Muhammed Salih el-Muneccid

15 Aralık 2014 Pazartesi

Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mucizeleri!

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in mucizeleri, Kur’an ve Sahih Sünnette oldukça fazla yer almaktadır. Bunlardan bazıları şunlardır.
1) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in En Büyük Mucizesi, Kur’an’dır.
2) Ayın Yarılması

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı.”

Kamer 1

Abdullah bin Mesud (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Biz, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile beraberdik. Ay ortadan bölündü ve iki parça haline geldi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bize:

‘Şahit olunuz, şahit olunuz’ buyurdu.”

Buhari 4812, Müslim 2801

Enes bin Malik (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Mekke ehli Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den bir mucize göstermesini istediler. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’de kendilerine ayın ikiye bölünmesini gösterdi.”

Buhari 3404, Müslim 2802/46
3) İsra ve Mi’rac Hadiseleri

İsra, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bir gece Mekke’den alınıp Kudüs’e götürülmesi, Mi’rac ise oradan ruh ve bedeni ile semaya yükseltilmesidir. Her iki olay da Kur’an’da bahsi geçen İsra Gecesi’nde olmuştur.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını göstermek için kulunu Mescid-i Haram’dan (alıp), çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) noksan sıfatlardan münezzehtir…”

İsra 1

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Mescid-i Aksa’ya getirildikten sonra semaya yükseltildi, yedinci kat semaya kadar çıktı. Sonra bundan da öteye, Allah’ın dilediği yere kadar götürüldü ki burası, Sidretü’l-Münteha’nın ve Cennetü’l-Me’va’nın yanındadır.

Allah-u Teâlâ dilediği şeylerle Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e ikramda bulundu, onunla konuştu ve beş vakit namazı ümmetine orada aracısız olarak farz kıldı. Cennete girdi, bazı nimetleri gördü. Cehenneme girdi. Melekleri ve Cebrail (Aleyhisselam)’ı aslî suretiyle gördü.

Bütün bunlar baş gözüyle gördüğü gerçek şeylerdi. Sonra Beytü’l-Makdis’e indi, diğer Nebilere imam oldu ve namaz kıldırdı. Daha sonra da tan yeri ağarmadan ve yatağı henüz soğumadan Mekke’ye döndü.

Müslim 162/259, Buhari 3635

Bütün bunlar o yüce Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e bir ta’zim, onu diğer şerefli Nebilerden (Aleyhimusselam) daha büyük bir şerefe nail etmek ve onun makamının yüce ve herkesin üstünde olduğunu açıkça ortaya koymak için gerçekleştirildi, Allah-u a’lem.
4) Hicret Esnasındaki Olaylar

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ile iki yol arkadaşı Ebu Bekir ve Amir bin Fuheyre (Radiyallahu Anhuma)’yı takip eden Suraka bin Malik’in atının iki kere yere kapaklanması, en sonunda da ön ayaklarının kuru ve sert bir zemine batması.

Buhari 3662

Ümmü Mabed isimli kadının, zayıflığından dolayı yayılmaya bile gidemeyen dişi kuzusundan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in kuzunun memelerini sıvazlayarak bolca süt sağması.

Bezzar Keşfu’l-Estar 2/103, Heysemi 6/85, Begavi, Taberani, Hâkim, Beyhaki
5) Birkaç Kez Suyun Çoğalması

Suyun çok az bulunduğu birçok kereler Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in parmaklarının arasından su fışkırması neticesinde onlarca ve yüzlerce kişinin suya kanacak kadar içmeleri ve ondan abdest almaları.

Buhari 3353, 3359, Müslim 2279/4, 7

Hudeybiye’de suyu çekilmiş bir kuyudan Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bereketiyle 1.400 sahabenin ve ilaveten bineklerinin kana kana su içmeleri.

Buhari 3356
6) Birkaç Kişilik Yemeğin Bir Bölüğe Yetmesi

Ebu Talha (Radiyallahu Anh), Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in sesinin açlıktan dolayı zayıf çıktığını fark edince eşi Ümmü Süleym (Radiyallahu Anha)’ya bunu anlattı ve yiyecek olarak neyi varsa çıkarmasını istedi. Birkaç parça ekmek ile biraz yağ karıştırıldı, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu yiyecek hakkında dua etti ve neticede birkaç kişiye ancak yetecek bu katıkla 70 ya da 80 kişi doydular.

Buhari 3358
7) Eksilmeyen Hurma Yığınları

Abdullah bin Amr bin Haram (Radiyallahu Anh) Uhud’da şehit düştüğünde arkasında oldukça yüklü borç bırakmıştı. Oğlu Cabir (Radiyallahu Anhuma) hurmanın hasadı vaktinde alacaklıların baskısından dolayı Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’den aracı olmasını istedi.

Çünkü biliyordu ki, bu ürün babasının borçlarını kapatmazdı. Hurmalar birkaç yığın olarak toplandı, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) yığınların etrafında dolaşarak dua etti ve yanlarına oturdu. Borç tamamen ödendiğinde yığınlardan hiçbir şey eksilmemiş gibiydi.

Buhari 2630, 3360
8) İnleyip Feryat Eden Kütük

Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), hutbe irad etmek istediğinde mescitte bulunan bir hurma kütüğüne dayanırdı. Ona bir minber yapıldı, Cuma hutbesi için minbere çıkınca o kütük parçası bir çocuk gibi feryat etti. Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) minberden inip onu kucaklayarak teskin ettiğinde kütük susturulan bir çocuk gibi hafif hafif inliyordu.

Buhari 3364, 3365, Tirmizi 3868
9) Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Yanına Gelen Hurma Salkımı

“Bir çöl bedevisi Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

−Senin Nebi olduğunu nereden bileyim? dedi.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

−‘Şu hurma salkımını çağırsam Allah’ın Rasulü olduğuma şahitlik eder misin?’ diye sordu.

Bunun üzerine salkım, ağaçtan indi ve Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in yanına geldi.

Sonra Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ona:

−‘Dön!’ diye emretti, o da yerine döndü.”

Tirmizi 3869, Ahmed 1/223, 1954, Darimi 1/111
10) Şam Yolunda Olan Hadiseler

Nübüvvetten önce Ebu Talib, yeğeni ile Şam’a ticaret için yola çıktığında, Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e secde etmedik tek bir taş ve ağaç kalmamıştı.

Rahibin yanında mola verdiklerinde Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), üzerinde kendisini gölgelendiren bir bulut olduğu halde geldi. Cemaate yaklaştığında ağacın gölgesini kaplamış olduklarını gördü ve kenara oturdu. Bunun üzerine ağacın gölgesi onun üzerine kaydı ve onu gölgelendirmeye başladı.

Tirmizi 3861, Beyhaki Delâilü’n-Nübüvve 2/24, 25
11) Selam Veren Taş

Nübüvvetten önce Mekke’de, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e selam veren bir taş vardı.

Müslim 2277/2, Tirmizi 3865, Darimi 1/108

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in bu ve benzeri mucizeleri oldukça fazladır. Daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenler bu hususta yazılmış kitaplara ve hadis kitaplarının ‘Menkıbeler ve Faziletler’ bölümüne müracaat edebilirler.

11 Aralık 2014 Perşembe

BU ÜMMETTEN BAZILARI PUTLARA TAPACAKTIR


 
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
 
“Kendilerine kitaptan nasip verilenleri görmedin mi? Cibte ve tağuta iman ediyorlar.” (Nisa: 51)
 
Ayetteki (جِبْت) “cibt”; Allah’ın ve rasülünün emrine inanç konusunda muhalefet eden her şeyin genel adıdır.
Cibt, sihir olabilir. Selefi salihten birçok kişi, ayetteki cibti sihir olarak açıklamışlardır.
Cibt, kâhin olabilir.
Cibt, sahibine zarar veren her kötü şeyin ismidir.
Ayetteki; “cibte ve tâguta iman ediyorlar” sözü; sihre, batıla ve Allah’tan başkasına ibadete inanıyorlar, manasındadır.
Tâgut; “tugyan”dan türemiştir. Tugyan ise haddi aşmaktır.
Tâgut, din konusunda haddini aşıp, sadece Allah’a ait özellikleri kendisinde görendir.
Tâgutun en iyi tarifi şudur: ibadet, itaat veya tabi olma konusunda haddini aşan mahluktur.”
Tabi olma konusunda haddini aşanlar; alimler veya dini liderlerdir.
 
Alimler veya dini liderlerin tabi olma konusunda hadlerini aşmaları; haramı helal, helali haram kılma veya sünneti bid’at, bid’ati sünnet olarak gösterme gibi dine muhalif olan her konuda insanların kendilerine tabi olmalarına rıza gösterme şeklinde ortaya çıkmaktadır.
İşte bu konularda onlara tabi olmak, onlara ibadet etmek ve onları ilahlaştırmak demektir.
 
Oysa alim ve liderlere tabi olmak, onlar İslam’ın sınırlarını muhafaza ettikleri, Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ettikleri müddetçe caizdir.
Fakat Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram kılan kimselere, kim olurlarsa olsunlar, asla tabi olunmaz. Bilakis böyle yapan kimseler, kesinlikle reddedilmesi gereken birer tâguttur. Bunlara rıza gösteren ve tabi olanlar da, onları ilah edinmekle şirke ve küfre girmiş olurlar.
 
İtaat etme konusunda haddini aşanlar; Allah’ın emirlerini bildikleri halde haramı helal, helali haram yapan ve bu konuda kendilerine itaat edilen emirler, krallar, hükümdarlar ve reislerdir.
Bu kimselere itaat edip destekleyenler, onları tâgut edinmişlerdir.
Bu ayet; cibte ve tâguta inanma amelinin, Yahudi ve Hıristiyanlarda gerçekleştiğini göstermektedir.

Fakat cibte ve tâguta iman, bu ümette de vuku bulmuştur. Bazıları sihre inanmakla, bazıları Allah’ tan başkasına ibadet yapmakla, bazıları ise Allah’ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram kılan alimlere ve emirlere itaat etmekle, kendilerinden önceki ümmetlerin yoluna tabi olmuşlardır.
 
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
 
“De ki: “Allah katında bundan daha kötü bir cezayı size haber vereyim mi? Allah’ın kendisine lanet ve gazap ettiği, kendilerinden maymunlar, domuzlar ve taguta tapanlar kıldığı kimseler, işte onlar, yerleri en şerli ve yolun ortasından en çok sapmış olanlardır!” (Maide: 60)                
                                                                          
Ayette kendilerine lanet edilen kimseler, tâgutlara ibadet edenlerdir. Bu, daha önceki ümmetlerde vuku bulmuştur ve bu ümmette de vuku bulduğu gün gibi aşikârdır.
 
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisinde geçmiş ümmetlerin başına gelenlerin, İslam ümmetinin de başına geleceğini haber vermiştir.
Ebu Said El-Hudri radıyallahu anh’tan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
 
“Sizler, kendinizden önce gelen ümmetlerin sünnetine kulacı kulacına, arşını arşınına ve karışı karışına muhakkak tıpa tıp uyacaksınız. Hatta onlar, daracık bir keler deliğine girseler oraya siz de gireceksiniz.” (Buhari, Müslim)
 
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadiste İslam ümmetinin geçmiş ümmetlerin yaptıkları gibi yapacaklarına yemin etmektedir. İşte bu yemin, İslam ümmetine bir uyarıdır.
 
Hadiste geçen; “önce gelen ümmetler”den kasıt; Yahudi ve Hıristiyanlardır. 
Allah-u Teâlâ bu iki taifeyi; “gazaba uğrayanlar” ve “sapanlar” olarak vasfetmiştir.
Bu ümmet, öncekilerin yoluna tabi olursa,  şüphesiz onlar da “gazaba uğrayanlar” ve “sapanlar”dan olacaklardır.
Rasûlullah’ın sözü gerçekten doğru çıkmış ve bu ümmetten bazıları gazaba uğrayan Yahudilerin yoluna bazıları ise sapan Hıristiyanların yoluna tabi olmuştur.
 
Bu sebeple selefi salihin alimleri şöyle demiştir: “Alimlerimizden sapanlar Yahudilere benzemiştir. İbadetkarlardan sapanlar ise Hıristiyanlara benzemişlerdir. Çünkü Yahudiler bilerek, Hıristiyanlar ise cehaletten dolayı hakka muhalefet etmişlerdir.”
 
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
 
“Gazaba uğrayanların ve sapanların (yoluna) değil.”  (Fatiha: 7)
 
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in de hadisinde haber verdiği üzere; “gazaba uğrayanlar” Yahudiler, “sapanlar” ise Hıristiyanlardır.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisi; geçmiş ümmetlerde vuku bulan küfür ve şirklerin bu ümmette de vuku bulacağını göstermektedir.
 Geçmiş ümmetler putlara ibadet etmişler, bu ümmetten de putlara ibadet edenler çıkmıştır. Geçmiş ümmetler uluhiyyet ve Allah’ın sıfatları konusunda şirke düşmüşler, bu ümmette de bu konuda şirke düşenler olmuştur. Geçmiş ümmetler hüküm ve muhakeme olma konusunda şirke düşmüşler, bu ümmette de bu konuda şirke düşenler olmuştur. Geçmiş ümmetler sosyal, ekonomik, ahlaki ve adetlerle ilgili konularda şirke düşmüşler, bu ümmette de bu konularda şirke düşenler olmuştur.

Sevban radıyallahu anh’dan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
 
“Allah, yeryüzünü benim için tamamını görebileceğim bir hale getirdi. Onun doğusunu ve batısını tamamen gördüm. Ümmetimin hükümdarlığı yeryüzünün bana gösterildiği miktarı kadar olacaktır. Bana kırmızı ve beyaz define verildi. Ben Allah’tan bir felaket yüzünden ümmetimin helak olmamasını ve kendi içlerinden olmayan ve de onları helak edecek olan bir düşmanı onlara musallat etmemesini istedim. Rabbim bana şöyle dedi:
 
“Ey Muhammed! Ben mutlaka gerçekleşecek ve kendisine karşı gelinmeyecek bir hüküm verdim. Ben ümmetinin genel bir felaket yüzünden helak olmayacaklarına ve kendi içlerinden olmayan onları helak edici bir düşmanın onlara musallat olmamasına da hükmettim. Yeryüzünün her yerinden toplansalar bile buna güç yetiremeyecekler. Ancak birbirlerini helak edecekler ve birbirlerini köle ve cariye edinecekler”  (Müslim)                                                          
 
El-Berkani sahihinde bu hadisi aşağıdaki ziyadesi ile rivayet etti:
 
“Ben ümmetim hakkında saptırıcı imamlardan korkuyorum. Onların başlarına kılıç vurulursa kıyamete kadar kalkmayacaktır. Ümmetimden bir bölümü müşriklere katılmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ümmetimden çok sayıda grup putlara tapmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Ümmetimden otuz yalancı çıkacaktır. Hepsi kendilerinin nebi olduğunu iddia edeceklerdir. Hâlbuki ben, nebilerin sonuncusuyum. Benden sonra nebi yoktur. Ümmetimden hak üzerinde olan ve muzaffer olacak devamlı bir taife olacaktır. Onlara karşı çıkan onlara zarar veremeyecektir. İşte bu, Allah’ın emri (kıyamet) gelinceye kadar devam edecektir.”
 
Hadisin belli kısımlarını incelenmesi, meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
“Ben ümmetim hakkında saptırıcı imamlardan korkuyorum.”
 
Hadisteki “saptırıcı imamlar”dan kasıt; bu ümmetin din veya hüküm konusunda imam kabul ettiği kimselerdir.
Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmeti için korktuğu şey, zamanımızda vuku bulmuştur. Gerçekten de zamanımızda tabi olma ve itaat edilme konusunda saptırıcı imamlar çoğaldığı gibi, din ve hüküm konusunda saptırıcı imamlar da çoğalmıştır.
 
Din konusundaki saptırıcı imamlar: din adına konuşup yaptıklarını süslü göstererek insanları bid’at ve şirke saptıran sahtekâr din adamlarıdır.
Hüküm konusunda saptırıcı imamlar; emir yetkisine sahip oldukları için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şeriatına ve tevhide zıt hükümler vererek insanları buna uymaya ve Allah’ın şeriatı dışındaki hükümlere muhakeme olmaya zorlayan kimselerdir.
 

 “Ümmetimden bir bölümü müşriklere katılmadıkça kıyamet kopmayacaktır.”
Hadisteki “katılmak”tan kasıt; hem müşriklerin dinlerine rıza göstererek İslam beldesini terk edip küfür beldesine gitmek hem de sıfat ve davranış olarak onlar gibi hareket etmek demektir.
 
Bu açıklamaya göre; bu ümmetin içinden müşriklerin üzerinde bulundukları şirki işleyecek İslam’dan irtidat edip dönecek kimseler olacaktır. 
“Ümmetimden çok sayıda grup putlara tapmadıkça kıyamet kopmayacaktır.”
Hadisin bu kısmından anlaşılıyor ki; kendilerini İslam’a nispet eden kimselerden çoğu putlara tapacaktır.

Hadisteki “ümmet”ten kasıt kendilerine davet yapılanların hepsi değil, sadece Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davetine icabet edenlerdir.
Kendilerine davet edilenler ise bütün insanlar ve cinler-dir. Zaten bunların bir kısmı puta tapmaya devam etmiş ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in davetine icabet etmemiştir.
 
 “Ümmetimden hak üzerinde olan ve muzaffer olacak devamlı bir taife olacaktır.”
Bu hadise göre; Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinden hak üzere olan bir taife sürekli var olacaktır. Sürekli muzaffer olacak olan işte bu taife, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve sahebelerinin yolunu takip eden kimselerden oluşmaktadır.
 
Bu taifenin sürekli muzaffer olması, savaşta muzaffer olması demek değil, huccet ve beyan konusunda muzaffer olması demektir. Bu taife hak üzere olduğu için doğal olarak en kuvvetli delile sahip olacak ve Allah’ın izniyle karşı çıkan herkesi delilleriyle susturacaktır. Onlar savaşta yenilseler bile, kuvvetli huccet ve delilleriyle tartışmada her zaman üstün olacaklardır.
 
Hadislerde zikredilen “الفرقة الناجية”  “kurtulan topluluk” ile “الطائفة المنصورة” “muzaffer taife“ kavramları, aynı taifenin iki ismidir. “Muzaffer taife” ismi verilmesinin sebebi; Allah-u Teâlâ’nın onlara zaferi vaat etmesi sebebiyledir.
 
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
 
“Şüphesiz rasûllerimizi ve iman edenlere hem dünya hayatında, hem şahitlerin (şahitlik) edecekleri günde yardım ederiz.”(Mü’min (Gafir): 51)
 
“Gerçek olan şudur ki; rasûl olarak gönderilen kullarımız hakkında önceden söz vermişizdir. Onlara mutlaka yardım edilecektir. Ve galip gelecek olanlar mutlaka bizim ordumuzdur.” (Saffat: 171-173)
 
İşte bu taifenin sözleri üstün, huccetleri ve delilleri en kuvvetli olacak, böylece bu taife üstün huccetleri ve getirdikleri kuvvetli deliller sebebiyle dünyada her zaman muzaffer olacaktır. Sonuçta Allah’ın dilediği bir zamanda düşmanlarına karşı girişecekleri sıcak bir savaşta da muzaffer olacaktır. Nihayet ve hepsinden önemlisi, kıyamet gününde ateşten kurtulan kimseler bunlar olacaktır.
 

2 Aralık 2014 Salı

Kâfirlerin bayramlarını kutlamanın hükmü nedir?

Kâfirlerin bayramlarını kutlamanın hükmü nedir?

Hamd, yalnızca Allah'adır.

Kâfirlerin, "İsa'nın doğum günü" (Krismıs) diye bilinen yılbaşı bayramı ile başka dînî bayramlarını kutlamak, ittifakla haramdır. Nitekim İbn-i Kayyim -Allah ona rahmet etsin- bunu, "Ahkâmu Ehli'z-Zimme" adlı kitabında nakletmiş ve şöyle demiştir:

"Küfrün sembolleri olan ve onlara âit olan şeyleri kutlamak,ittifakla haramdır.Örneğin bir kimsenin onların bayramlarını ve oruçlarını tebrik ederek: Bayramınız kutlu olsun veya bu bayram ile huzur içerisinde olasınız, demesi gibi. Böyle diyen kimse, küfürden kurtulsa bile, bunu söylemesi haramdır. Çünkü bu haraket, haça secde etmesinden dolayı onu kutlama mesâbesindedir. Hatta bu, Allah Teâlâ katında ondan daha büyük bir günah, içki içmekten, insan öldürmekten ve zinâ etmekten daha şiddetlidir. Dîne değer vermeyen pek çok kimse böyle duruma düşmekte ve yaptığı hareketin ne kadar çirkin olduğunu bilme-mektedir. Bir kulu, onun işlediği bir günah veya bid'at veyahut da küfriyle kutlayan kimse, hiç şüphesiz Allah Teâlâ'nın gazabına maruz kalmış olur."

Kâfirlerin dîni bayramlarını kutlamanın haramlığı ve İbn-i Kayyim'in zikrettiği mesâbede oluşunun sebebi; çünkü kendisi bu küfre râzı olmasa bile, böyle yapmakla onların üzerinde bulundukları küfür sembollerini onaylamış ve onlara râzı olmuş demektir. Fakat müslümanın kâfirlerin sembollerine râzı olması veya onları bu sembollerle kutlaması haramdır.Çünkü Allah Teâlâ bunlara asla râzı olmaz.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

إن تكفروا فإن الله غني عنكم ولا يرضى لعباده الكفر وإن تشكروا يرضه لكم [ سورة الزمر من الآية:  ٧]

"(Ey insanlar!Rabbinizi) inkâr ederseniz,(O’na îmân etmez ve Rasûlüne uymazsanız), O size muhtaç değildir. (O’nun size bir ihtiyacı yoktur, fakat siz O’na muhtaçsınız). O, kullarının kâfir olmalarına râzı olmaz (olmalarını da emretmez). (Ancak size bahşettiği nimetlere) şükrederseniz, ona râzı olur." (Zümer Sûresi: 7)

Yine, Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

اليوم أكملت لكم دينكم وأتممت عليكم نعمتي ورضيت لكم الإسلام ديناً [ سورة المائدة من الآية: ٣]

"... Bugün size dîninizi kemâle erdirdim, (sizi câhiliyet karanlığından İslâm nûruna çıkarmak sûretiyle) üzerinize nimetimi tamamladım ve dîn olarak size İslâm’ı seçtim." (Mâide Sûresi: 3)

Kendisiyle ister aynı işyerinde olsunlar veya olmasınlar,kâfirlerin bayramını kutlamak haramdır.

Kâfirler, bize kendi bayramlarını kutlamaya ortak etmek istedikleri zaman onlara cevap vermemeliyiz.Çünkü bayramları, bizim bayramlarımız değildir ve onların bayramları, Allah Teâlâ'nın râzı olmadığı bayramlardır. Ayrıca bu bayramlar, dînlerine ya sonradan sokulmuş bid'atlardır ya da  dînlerince meşru olup da, Allah Teâlâ'nın cinlerin ve insanların hepsine birden gönderdiği Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-'in dîni İslâm ile hükmü ortadan kaldırılan bayramlardır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

ومن يبتغ غير الإسلام ديناً فلن يقبل منه وهو في الآخرة من الخاسرين  [ سورة آل عمران الآية: ٨٥]

"Kim, İslâm’dan başka bir dîn isterse, o dîn ondan asla kabul olunmayacaktır.Ve o, âhirette hüsrâna uğrayanlardan olacaktır." (Âl-i İmrân Sûresi: 85)

Bir müslümanın, onların bu merasimi ile dâvetine icâbet etmesi, haramdır. Çünkü bu hareket, onların bayramını kutlamaktan daha büyüktür. Zirâ hem onların bayramını kutlamış, hem de onların merasimine iştirak etmiş olur.

Aynı şekilde bayram dolayısıyla törenler düzenlemek sûretiyle kâfirlere benzemeleri, karşılıklı hediyeler alıp vermeleri, tatlılar dağıtmaları, tabaklarda yemekler dağıtmaları veya o günde işi tatil etmeleri, müslümanların üzerine haramdır.

Nitekim Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- bu konuda şöyle buyurmuştur:

  (( مَنْ تَشَبَّهَ بِقَوْمٍ فَهُوَ مِنْهُمْ )) [ رواه أبو داود ]

"Kim, (giyindikleri gibi giyinmek, onların gittikleri yoldan gitmek ve bazı fiillerinde onları taklit etmek sûretiyle) bir topluluğa benzerse, o da onlardan olur." (Ebu Dâvud)

Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye -Allah ona rahmet etsin-, "İktidâu's-Sırâti'l-Mustakîm Muhâlefetu Ashâbi'l-Cehîm" adlı kitabında şöyle demiştir:

"Bazı bayramlarında kâfirlere benzemek, inandıkları bâtıl inançlarında kalplerine sevinç ve mutluluk girmesini gerektirir. Belki de onların bu hareketi fırsat bilmeleri ve zayıfları ezmeleri konusunda cesâretlendirir."

Kim bunlardan (yukarıda sağdığımız şeylerden) birisini yaparsa, ister onlara şirin görünmek için yapsın, ister sevgi ve muhabbet beslemek için yapsın, isterse utandığından veyahut da başka sebeplerden dolayı yapsın, günah işlemiş olur.Çünkü bu hareket, Allah'ın dîninde yağcılık yapmak ve iki yüzlü davranmaktır.Yine bu hareket, kâfirlerin kalplerininin güç ve kuvvet kazanmasına ve dînleriyle övünmelerine sebep olur.

Allah Teâlâ'dan, müslümanları dînleriyle güçlü kılmasını, onları dînlerinde sâbit kılmasını ve düşmanlarına karşı onlara yardım etmesini niyaz ederiz. Zirâ O, güç ve kuvvet sahibidir. (Mecmû'u Fetâvâ ve Resâili'ş-Şeyh İbn-i Useymîn; c: 3, s: 369) 

Muhammed Salih el-Muneccid