28 Ekim 2016 Cuma

Kibir Ve Hasetten Kurtulmanın Yolları.

KİBİR İki Manaya Gelir:

Birincisi:
İnkârı ve inançsızlığı barındıran kibir... Bir ism-i celili Hak olan Allah’tan, hak olarak gelen vahiyle tespit edilen hak ve hakikati kabul etmeyi gururuna yedirmemektir. Başta iman esasları olarak İslam dinini kabul etmemek, namaz kılmaya, secde ile başını yere koymaya tenezzül etmemek... Ve.s
Şekli ne olursa olsun, işine gelmeyen hakkı kabul etmekten imtina etmektir. İnsan gibi âciz, zavallı bir mahlukun Evrenin Yaratıcısı'na karşı baş kaldırması, isyan etmesi ne derece ahmakçasına bir davranış olduğu malumdur. Şairin dediği gibi,
“Kibriya ve azamet Hakka yarar.
Kul olanda bu sıfatlar ne arar?"

İkincisi:
Zulmü netice veren kibir. Herhangi bir hakkı, hakikati, gerçeği kabul etmemek ya başkasına karşı bir haksızlıktır yahut da kişinin kendi nefsine karşı bir zulümdür.
a. Başkasına kuş bakışı bakan kimse, kendisi ile o hor gördüğü kimse arasında şu iki önemli noktada hiçbir fark olmadığını görmekle kibir ve gurur hastalığından kurtulabilir:
Birinci nokta şudur ki; hiçbir insan, rububiyet makamına çıkamaz, başkası tarafından mabut gibi kabul edilmesi gereken bir ilahlık makamına sahip olamaz ve başkasına rab olamaz.
İkinci nokta şudur ki; hiç kimse kendisini kulluk dairesinden, Allah tarafından yaratılmış bir kul olma özelliğinden kendini kurtaramaz. Buna göre, ister şah, ister geda olsun, herkes aynı şekilde yaratılmış bir kuldur, herkes aynı seviyede Allah’a muhtaçtır, herkes aynı şekilde Allah’a kul olmak durumundadır. Fiziki olarak insanların organları birbirine benzediği gibi, manevî olarak da hepsi Allah’a karşı aynı ihtiyaç içindedir; hiç kimse kendisini ölümden kurtaramaz. Öldükten sonra kendisini diriltemez ve ha keza...
b. Kibir, insanı kendi kapasitesinin üzerinde bir konuma yakıştırmak olduğu için, daima sahibini yapmacık tutum ve davranışlara sürükler. Yapmacık davranışlar ise, insandan samimiyeti, ciddiyeti gideren, riyakârlık, gösteriş şovmenliğine düşüren pek komik bir özelliktir.
c. Tevazu, büyüklüğün kriteri olduğu gibi, kibir de küçüklüğün ölçüsüdür. Şunu asla unutmayalım ki, “kibir” vasfıyla kendimizi ne kadar pahalıya satarsak, aklı başında insanların nazarında o kadar değersiz oluruz. Hadisde
“Tevazu göstereni Allah yükseltir, kibir göstereni ise alçaltır.”
(Mecmau’z-zevaid, 8/82-83)
diye ifade edilmiştir. Bundan anlaşılıyor ki, Allah tevazu gösteren kullarını sever, onların bu alçak gönüllü olmalarından dolayı da onları insanların nazarında vakarlı, ağırbaşlı bir insan hâline getirir. Buna  mukabil sevmediği kibirli insanı ise, insanların gözünde haddini bilmez, yapmacık tavırlı, küçük bir insan olarak gösterir.

HASED kavramı da iki manada kullanılır:

Birincisi:
kıskançlık anlamıdır ki, başka insanlarda var olan, Allah’ın maddî-manevî nimetlerine karşı tahammülsüzlük göstermek, haset edilen kişiye karşı kin ve nefret beslemeye, ondan iğrenmeye kadar götüren iğrenç bir hastalıktır.
Asıl manası bu olan hased, çok tehlikeli bir hastalıktır. Çünkü bunun ucu iman esaslarına da dokunur. Zira, her nimet Allah tarafından takdir edilmiştir. Bu nimetlerin varlığına tahammülsüzlük göstermek, kadere karşı itiraz etmek, Allah’ın taksimatını beğenmemek gibi çok riskli bir ruh haletini yansıtır. İşin bu yönünü düşünüp tartmakla insan bu hastalığından kurtulabilir.
Ayrıca, düşmanımız da olsa kendisinde var olan, ister makam-mevki gibi manevî nimetler olsun, ister mal-mülk gibi maddî nimetler olsun, bunların hepsinin kısa zaman sonra yok olacağı, sahibi olan kimsenin ölüme mahkum olacağını, bütün nimetlerini -ölümle- birkaç yıl içerisinde tamamen kaybedeceğini düşünerek; dünyanın fani ve geçici bir hayat zemini olduğunu tefekkür ederek bu haset hastalığından kurtulabiliriz.

Hasedin ikinci anlamı; gıpta etmek, imrenmektir.  Burada kişi, başkasının elindeki nimetten rahatsızlık duymak değil, onda var olan nimetlerin kendisinde de olmasını ister. Bu manaya gelen hased kavramını Peygamberimizin sallallahu aleyhi ve sellem şu hadisinde görmekteyiz
“Hased (Gıpta) ancak şu iki kişiye karşı düşünülebilir; birisi, Allah’ın kendisine ikram ettiği Kur’an’ı  gece, gündüz okuyan, onunla amel eden kimsedir. Diğeri ise, Allah’ın kendisine verdiği malını Allah yolunda harcayan kimsedir.”
(Mecmauz’-zevaid, 2/256-57).

Prensip olarak şunu belirtelim: Allah’a ve ahirete iman eden ve bu iman şuuruyla hareket eden kimsenin şunu bilmesi gerekir ki, dünyada pek rağbet gören çok şey var ki, ahirette hiç de bir geçer akçe değildir, Allah katında hiç de bir değer ifade etmez. Bu sebeple, dünyalık namına ne olursa olsun, hiçbir nesnenin aktif bir iman şuuruna sahip kimseyi hasede sevk etmemesi gerekir. Böyle bir kimsenin kibre kapılmaması, nifakın semtine bile uğramaması lazımdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder