14 Şubat 2017 Salı

FİTNE ZAMANINDA MÜ'MİNLERİN ÖZELLİKLERİ!

Bismillahirrahmanirrahim, Hamd, yalnızca Allah'adır.

Bu giriş, üç mihver üzerinde durmaktadır:

(1.) İlim Ehline ve İlimde Kökleşenlere Müracaat Etmek
(2.) İslam'da Mescid, İbadet ve İlim İçindir
(3.) Haddi Aşmaktan ve Tevilden Sakınmak

Bunları sırasıyla görelim:

(1.) İlim Ehline ve İlimde Kökleşenlere Müracaat Etmek
Şüphe zamanında ve haller değiştiğinde, Selefin görüşüne muvafık olan doğru bakış üzere hırslı ol.
Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllahu teâlâ), Sahabeyi ve Tabiînin önde gelenlerini bu vasıfla nitelemiştir. O'nun bu husustaki sözü şöyledir:

"Şüphesiz ki onlar, bir ilim üzere durdular ve nüfuzlu bir basiretle geri çekildiler." ( Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllah)'ın uzunca bir mektubundan. Mektubun tamamı için bknz.: Suneni Ebi Davud, No: 4612. Bu eser hakkında el-Elbani Sahihu Suneni Ebi Davud'ta der ki: 'Sahih Maktudur'.)
Dedi ki: "Bir ilim üzere durdular." Şüphesiz ki, kişiye ve özellikle de ilim ve tevcih ehline, ilim üzere durmak vaciptir.

İLİM İKİ KISIMDIR

1.1.Kişinin henüz idrak etmediği, yetişemediği bir konu hakkında mevcut olan ilimdir. Kişi bu ilmi, olay başa gelmeden önce öğrenir ve öğrendiği ilimle, Allah (celle ve alâ)'nın kendisine verdiğini ihata eder veya ihata edemeyebilir de.

1.2.Sadece olay anında araştırdığı ilimdir. Bu durumda insan genelde, ilim ehlinin o husustaki sözlerini, onları önceden öğrenmediği için, ihata edemez.
O halde her kim, ancak olaylar başa geldiği vakit meselelerin mahiyetine muttali olduğunu bilirse, ona vacip olan kendi bakışının kalitesine güvenmemesidir... Ona düşen; ilim ehline, ilimde kökleşenlere müracaat ederek şüphenin izalesini talep etmesidir.

(2.) İslam'da Mescid, İbadet ve İlim İçindir:

İslam'da mescidin işlevi aşağıdaki gibidir:
2.1.Şüphesiz ki orası, Allah (celle ve alâ)'ya ibadet/kulluk mekânıdır.
2.2.Şüphesiz ki orası, içinde Allah (celle ve alâ)'nın dîninin kemâli ile gerçekleştirilmesinin vacip olduğu yerlerin en büyüğüdür.
2.3.Orada farz namazlar ikame edilir.
2.4.Orada hayrın neşri ve cahillerin eğitilmesi tahakkuk eder.
 2.5.Orada, şerîatın gereğine uygun ölçüde, emri bi'l-maruf ve nehyi ani'l-münker icrâ edilir.
2.6.Orada faydalı hutbeler verilir.
Hatip orada, Nebî (sallAllâhu aleyhi ve sellem)'in makamında durur.
Bunun için, mansıp ve mesuliyetin azametine bağlı olarak sorumluluk da büyük olur.

2.7.İmam orada bu görevin îfâ edilmesinde Nebî (sallAllâhu aleyhi ve sellem)'in makamını alır. Çünkü imametin aslı Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  ve O (aleyhis salâtu ve-s selâm)'ın seçtiği veya mükellef kıldığı kişiler içindir. İmamet bu durumda, mescidlerin çok olduğu zamanda işleri idare edenler/yöneticiler içindir.
O halde imam ve hatiplere vacip olan; Selefin Menheci'ni gerçekleştirmeleri, kendilerini ve Müslümanları, içinde ukûbet/cezalandırma olan durumlara maruz bırakmamalarıdır.

(3.) Haddi Aşmaktan ve Tevilden Sakınmak
Sizi ve tüm müslümanları haddi aşmaktan ve tevilden sakındırıyorum. Çünkü bu ikisi, İslam ümmetinin ferdleri arasındaki bölünmenin, fitnenin ve buğzun temelidir.
Ulu'l-emri/Emir sahibini dinlemek ve ona itaat etmek vaciptir. Çünkü bunda "Seddu'z-Zerâi"  vardır.

Ve Ba'du Ey Kardeşlerim:

Şüphesiz ki mü'minlerin, ahlak edinmeleri gereken özellikleri vardır.
Bunlar şunlardır:

BİRİNCİ ÖZELLİK:  ÖFKEDEN VE ACELECİLİKTEN UZAK DURMAK

Şüphesiz ki kişi, emniyet halinde öfkelenirse o, doğruyu idrak edemeyebilir. Bunun için Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  şöyle buyurmuştur:
"Hiç bir kimse öfkeli iken iki kişi arasında hüküm vermesin!"
( Buhari, el-Ahkam (6739); Müslim, el-Agdıye (1717); Tirmizî, el-Ahkâm (1334); Nesâî, Âdâbu-l Kudât (5406); Ebu Davud, el-Agdıye (3589); İbni Mace, el-Ahkâm (2316); Ahmed (37/5).)

Şeyhulİslam İbni Teymiyye bu hadis hakkında şöyle demiştir:
"Şüphesiz ki bu hadis, ilmi meselelerdeki ve amelî meselelerdeki hükme şamildir."
Öfke  ve benzeri duygular, zihni sarsan ve kişinin -kendisine yakışmayan bir şekilde- tepki gösterdiği hallerdir. Bilakis o, böyle bir öfke üzere iken hüküm vernekten nehy olunmuştur.
Eğer iki hasım arasındaki bir meselede kadı bu halde ise, şüphesiz ki amelî meselelerdeki söz daha derindir. O zaman şüphe yok ki ümmeti ilgilendiren meseleler hakkındaki sözler daha derindir.
Bunun içindir ki, insanlar kendilerine ait olmayan hususlarda acele ettikleri vakit acele etmemek Selefi Salihin'den Sahabe, Tabiîn ve onlardan sonraki müslüman imamların menhecinin vasfından olmuştur.

Ömer bin AbdulAziz (rahimehUllah), Sahabe ve Tabiîni vasfederken şöyle demiştir:
"Size düşen, onların eserlerine sarılmaktır. Şüphesiz ki  onlar, bir ilim üzere durdular ve nüfuzlu bir basîretle geri çekildiler."

İKİNCİ ÖZELLİK: FETVA VERMEDE ACELE ETMEMEK VE FETVA VERME İŞİNİ  EHLİNE VERMEK

Şüphesiz ki Sahabe (radıyAllahu anhum) fetva vermekten kaçınmışlardır. Çünkü onlar bir ilim üzere durmuşlardır. Yine onlar, kolay meselelerde bile fetva vermekten kaçınmışlarken büyük ve ağır meseleler geldiği zaman durum nasıl olur? Alelacele fetva vermek ve kelâm etmek, onların menhecinden olabilir mi?

Cevap: Bu onların yaptığı bir iş değildir. Çünkü onlar bir ilim üzere durmuşlar ve nüfuzlu bir 'basar' ile geri çekilmişlerdir.
   "Basar" sözcüğü ile murad olunan, Allah (celle ve alâ)'nın Nebî'sine emrederek buyurduğu basîrettir:
"De ki: Bu, benim yolumdur. Basiret üzere Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana tabi olanlar. Ve ben Allah'ı tesbih (ederek tenzih) ederim ve ben müşriklerden değilim." (Yusuf Sûresi, 108.)

Nasıl ki basar/görmek göz içinse basîret de kalp içindir. Kullanımda ikisi birbirine denk gelir.
Dedi ki: "Ve bir basîretle geri çekildiler." Fitne dönemlerinde, Osman (radıyallah anh)'ın katli zamanında, Ali ve Muaviye (radıyAllahu anhuma) arasındaki ihtilaf zamanında geri çekildikleri gibi. Fitnelerde, olan olduğu demde geri çekildikleri gibi. Şüphesiz ki onlar, derin bir basîret ile geri çekildiler.Onlar geri çekildiklerinde ortada bir derinlik vardır. Geri çekilmek acziyet veya kaçış değildir. O ancak, insanlar Rabbleri (celle ve alâ) ile buluştukları zaman selameti/esenliği talep etmektir. Allahu (subhanehu ve teâlâ) buyuruyor ki:
"Allah'a iftira etmek için lisanlarınızın yalan vasfetmesiyle: 'Şu helaldir ve şu haramdır' demeyin. Şüphesiz yalanı Allah'a iftirâ edenler felâh bulmazlar." (Nahl Sûresi, 116)

Bu âyet: 'Şüphesiz ki bu helaldir, şu haramdır!' demenin tehlikesinin şiddetini beyan etmektedir. Çünkü kişi, ihtilaflı meselelerde veya hakkında ictihad edilen meselelerde neyin Allah (celle ve alâ)'nın hükmüne muvafık olduğundan emin olamaz. Bu meselelerde Selefin Menheci, din için verâ ve ihtiyat olmuştur.
Onlar, şer'î deliller içinde delîli açık seçik olmadıkça: 'Bu helaldir!' demezler. Yine delîli açık seçik olmadıkça: 'Bu haramdır!' da demezler…Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
"De ki, "Allah'ın sizin için rızık olarak indirdiğini gördünüz mü? Siz ondan haram ve helâl yaptınız. De ki, size Allah mı izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" 
"Ve Allah'a yalanı iftira edenler kıyamet günü zanları nedir? Şübhesiz Allah insanlara fazl  sahibidir, velâkin onların ekserisi şükretmezler." (Yunus Sûresi, 60)

Âlimler, bu âyetin tefsîri hakkında şöyle demişlerdir: "Bu âyet, ahkâm hakkında sorulan hususlarda cevaz verilmesini derin bir biçimde reddetmeye yeter. Yine bu âyet, ahkâm hususunda ihtiyatın ve kimsenin sağlam ve kesin bir bilgi olmadan bir şey hakkında: 'Bu câizdir, şu câiz değildir!' dememesinin vacip olduğuna delil olarak yeter."
Kesin emin olamayan kimse takvalı olsun ve sussun. Aksi takdirde o, Allah (azze ve celle)'ye iftira atmış olur. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
"De ki, "Allah'ın sizin için rızık olarak indirdiğini gördünüz mü? Siz ondan haram ve helâl yaptınız. De ki, size Allah mı izin verdi, yoksa siz Allah'a iftira mı ediyorsunuz?" (Yunus Sûresi, 59)

O (celle celaluhu)'nun bu kavli, vaîdin şiddetlilerindendir ve bu (kavil), insanların her sorduğu konuda fetvaya girmekten korkmayı vacip kılar.

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  buyuruyor ki: "Her kime bir ilim olmaksızın fetva verilirse, onun günahı ona o fetvayı verenin üzerindedir."
(Ebu Davud, İlim (3657); İbni Mace, Mukaddime (53); Ahmed (2/365);  Dârimî, Mukaddime (159). (Bunu Ebu Davud İlim Kitabı-Fetvadan Kaçınmak Bâbında Ebu Hureyre Hadisinden 3657. no ile rivayet etmiştir. İbni Mace'nin Sünen'inde de 53. nolu hadis buna yakındır.)

Kişiye gereken, dînini tehlikeye maruz bırakmaktan, ümmet içinde ihdas edeceği bir günah nedeniyle  hasenelerini yok olmaya maruz bırakmaktan nefsini uzak tutmasıdır.

ÜÇÜNCÜ ÖZELLİK: RIFK, TEENNÎ ve HİLM

Şüphesiz ki Allah (celle ve alâ)'nın sevdiği ve razı olduğu şeyleri almak Sahabe (radıyAllahu anhum)'un vasıflarındandır. Rıfk, teennî ve hilm de bunlardandır.
Sahîhayn'de geldiği üzere Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem)  şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah, tüm işlerde rıfkı/yumuşaklığı sever."
(Buhari, Edeb (5678); Müslim, es-Selâm (2165); Tirmizî, el-İsti'zân ve-l âdâb (2701); İbni Mace, el-Edeb (3689); Ahmed, 199/6; ed-Dârimî, er-Rukâk (2794).)

   Nebî (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki Allah, sizin için üç şeyden razı olur: Kendisine ibadet etmenize, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanıza; (Allah'ın) ip(in)e topluca sımsıkı sarılmanıza ve bölünmemenize."
(Müslim, el-Agdıye (1715); Ahmed, (2/367); Malik, el-Câmi' (1863). )Ahmed onu Müsned'inde (14/78); Malik, Muvatta'sında (Selam Kitabı (2/990))da Ebu Hureyre (radıyAllahu anh) hadisinden tahric etmişlerdir.)

Nebîmiz (sallallahu aleyhi ve sellem)  buyurmuştur ki: "Şüphesiz ki rıfk/yumuşaklık, bir şeyde bulunursa  onu süsler; bir şeyden de alınırsa, onu lekeler."
(Müslim, el-Birr ve-s Sıla ve-l Âdâb (2594) ve Ebu Davud, el-Edeb (4808))

Nebî (salavâtUllahi ve selâmuhû aleyhi) (yine) şöyle buyurmuştur: "Rıfktan mahrum bırakılan, hayırdan da mahrum bırakılmıştır."
(Müslim, el-Birr ve-s Sıla ve-l Âdâb (2592); Ebu Davud, el-Edeb (4809); İbni Mace, el-Edeb (3687); Ahmed (4/366). (Bunu Müslim, Sahih'inde (el-Birr ve-s Sıla Kitabı-Rıfkın Fazileti Bâbı)nda Cerîr (radıyAllah anh) hadisinden 6598 nosu ile rivayet etmiştir.)

Yine aynı şekilde Resûl (sallallahu aleyhi ve sellem), Eşecc Abdulkays'a şöyle hitap etmiştir: "Şüphesiz ki sende, Allah'ın sevdiği iki haslet vardır: Hilm ve teennî"
(Bunu Müslim, Sahih'inde (İman Kitabı-Allahu Teâlâ'ya, Resûlüne ve Dînin Şerâi'ine .... İman Bâbı)nda 117 nosu ile tahric etmiştir.)

DÖRDÜNCÜ ÖZELLİK: FİTNE ZAMANINDA BİRLİK OLUNMASI

Selefin Menheci'ni mutalaa edenler, birinci asırda hilaf ve fitneler çoğaldığı zaman, kesinlikle birleşmeyi emretmenin ve fırkalaşmaktan nehyetmenin Selef'in vasıflarından olduğunu göreceklerdir.
İlim ehli, birleşmenin iki türlü olduğuna karar vermiştir:

1. Dinde Birleşme
2. Veliyyu'l-Emr (Ulu'l-Emr, idareci) Üzerinde Birleşme
Bölünme de iki türlüdür:
1. Dinde Bölünme
2. Cemaatte Bölünme
Allah (celle ve alâ) şöyle buyurmuştur:
"Ve topluca Allah'ın ipine sımsıkı sarılın. Ve parçalan(ıp ayrıl)mayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Siz birbirinize düşmanlar iken, O, kalplerinizi birleştirdi. Böylece O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Ve siz, bir ateş çukurunun kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle beyan ediyor ki, tâ ki hidâyete erebilesiniz." (Âl-i İmran Sûresi, 103)

Nebî (sallallahu aleyhi ve sellem) , şu kavli ile birleşmeye ve cemaate teşvik etmiştir: "Bu ümmet 73 fırkaya ayrılacaktır. Biri hariç onların hepsi ateştedir."
Dediler ki: "Onlar kimlerdir ey Allah'ın Resûlu?" Buyurdu ki: "O cemaattır."
(Bunu Ebu Davud, Sünen'inde (Sünnet Kitabı-Sünnetin Şerhi Bâbı)nda 650 nosu ile (Selam Yayınevi Baskısı)  Muaviye bin Ebî Süfyan (radıyallah anh) hadisinden; İbni Mace, Süneninde (Fitneler Kitabı-Ümmetlerin Bölünmesi Bâbı)nda 574 nosu ile (Selam Yayınevi Baskısı) Avf bin Malik (radıyallah anh) hadisinden tahric etmişlerdir. )

İlim ehli şöyle demiştir: Cemaatin mânâsı burada dinde birleşmeyi ve Allah'ın müslümanlardan emir olarak yetkili kıldığı kişi üzerinde birleşmeyi  kapsamaktadır.

Yine (sallallahu aleyhi ve sellem)  buyurmuştur ki:"Cemaat rahmettir ve tefrika azabtır."
(Ahmed'in, Müsned'inde (30/390) Numan bin Beşir (radıyAllahu anhuma)'nın hadisinden tahric ettiği hadisten bir bölümdür. el-Elbani: "Senedi hasendir, ravileri sikadır." der.)

Bu da, imamların menhecinin cemaate hırslı olmak olduğunun apaçık bir göstergesidir.
Vaktaki Kur'ân'ın mahluk olduğu yönündeki kavil ortaya çıkınca, insanların bir kısmı bu kavli yaymada yarışa girince ve o zamanın ulu'l-emri buna davet edince, İmam Ahmed'in -ki O Ehli Sünnet ve'l-Cemaat'ın imamıdır- öğrencilerinden biri ona dedi ki: "İnsanların içinde olduğu durumu görmüyor musunuz? Allah'ın, yaptıklarını değiştireceği bir söz söylemeyecek misiniz?..." Sanki O, emir sahiplerinin yaptıklarına veya o gün revaçta olan şeye işaret ediyordu. İmam Ahmed (rahimehUllah) bunu nehyetti ve şöyle diyerek ellerini şiddetle silkeledi: "Kan dökmekten sakının, kan dökmekten sakının!"

Çünkü O biliyordu ki bölünmenin şiddeti neticede gruplaşmaya ve sonrasında da hep korkulan kan dökmenin veya çekişmenin vukû bulmasına sebebiyet verecekti.
İslam ümmetine, elindeki Kitab'a ve aynı şekilde Sünnet'e tamamen bilinçle yaklaşması hükmolunmuştur. Şüphesiz ki Ehli Kitab, kendilerinde ki ilmin eksikliğinden değil de bilakis haddi aşma ve tevil nedeniyle parçalanmışlar, ihtilafa düşmüşler  ve birbirlerini öldürmüşlerdir.
Allah (celle ve alâ) şöyle buyurmuştur:
"Ve tefrikaya düşmediler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarında haddi aşmaktan (dolayı tefrikaya düştüler). Ve eğer Rabbindan müsemmâ bir ecele kadar bir kelime geçmiş olmasaydı, aralarında hükmedilirdi. Ve muhakkak ki onlardan sonra Kitab'a vâris olanlar ondan mutlak şekk içinde şübhe duyarlar." (Şûrâ Sûresi, 14)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder